Post-popülist uğrağa daha var!

ASIM ÖZ / Yazar
5.01.2020

Yenilgiler tarihinden dersler çıkaran CHP, 2019 yerel seçimlerinde tartışmasız bir şekilde “taklit ederek yok etme” stratejisini benimsedi. Seçimlerin ardından hareketlenen sol popülizm tartışmasının odağında, iktisat (ekmek) kültür (din) ikilisinin nasıl işlev gördüğü ve liberal demokratik mutabakat rejiminin belli unsurlarının öne çıkarılarak nasıl yeniden telaffuz edildiği bulunuyor.


Post-popülist uğrağa daha var!

Popülizm, son dönemde Türkiye’deki ve dünyadaki siyasi gelişmeleri anlamak için sıklıkla kullanılan kavramların başında geliyor. Popülizmin tanımı ya da bu kavramın günümüzde yaşadığımız olayları açıklarken ne kadar önemli olduğuyla ilgili fikirler ise siyasi meşrebe göre değişiyor. Analitik bir çerçeve olup olmadığı bir yana, mevcut durumu tanımlama ve aşma sürecinde bırakın solu, onun dışındaki çevrelerde de genellikle negatif yönüyle dillere pelesenk olmuş vaziyette popülizm. Mesela “Hükümetimizin popülist bir ekonomik politika anlayışı hiç olmamıştır geçmişte, şimdi de olmayacaktır,” denilerek sorgusuz sualsiz kınanması gereken bir siyasal konuma hasredilmişti geçmişte. Şimdilerde ise önceki varsayıma göre daha radikal bir karşı çıkışla “özgün kavramları tüketen popülist hamasetten” bahsediliyor.

Popülist zamanlar

Çok farklı popülizm tasavvurlarından dolayı zaman zaman “karmaşa” kelimesiyle de anılan küresel popülist dalgaya dair analizlerde çeşitli isimler ve hareketler karşımıza çıkıyor. Mensup oldukları ideolojik-politik anlayışlar ve aldıkları siyasal konumlar birbirinden önemli ölçüde farklı olsa da popülist tahayyülün söylemlerine eklemlenme açısından ilginç paralellikler göstermeleri bunun en önemli sebebi. Chavez’in 21. yüzyıl sosyalizmi ile meddücezir misali kâh yükselip kâh geri çekilen İngiltere İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’i, benzer şekilde ABD Başkanı Trump ile Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’i ya da Avrupa’daki göçmen ve yabancı düşmanlığı ile öne çıkan hareketlerle yeni toplumsal hassasiyetlere odaklanan eğilimler kimi söylem benzerliklerine yaslanılarak popülizm başlığı altında ele alınıyor. Aralarındaki ciddi ayrılıklara rağmen aynı kefeye konan bu kişi ve hareketler, ideolojik mücadelenin göstergeler üzerinden sürdüğüne işaret eder aynı zamanda.

Popülerleşmiş bir yorum olarak popülizm, bir zamanlar geçerli olan neoliberalizmle demokrasi arasındaki uzlaşmanın sona ermesini işaret eden kriz döneminde öne çıkan hareket ve liderleri faşizm kategorisiyle açıklamanın yetersizliğini aşmak için tedavüle sokuldu. İktidar ve diğerleri arasında kurulan antagonistik ilişkiyle bağlantılı olan mücadelenin söylem repertuarında günden güne olumlu boyutlarının keşfedildiği ise bir başka husus. Bu süreçte çok daha net hâle gelen konu, yaygın kanaatin aksine popülizmin yükselişi oldu. Mesela bu bağlamda Türkiye’de 2018 Cumhurbaşkanlığı seçim sathı mailinden itibaren bilhassa 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin ardından sol popülizm için seferberlik ilanının yararlı olacağı daha yüksek sesle ifade edilmeye başlandı. Sol popülizme dair şüpheci yahut seçici sahiplenmeye ilişkin kenar notlarının artmasıyla, elit-halk ikiliğini kültür temelli ele almanın yanlışlığına dair kanaatler başta İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması kitabında ifadesini bulan görüşlerin paranteze alınmasını beraberinde getirdi.

Türkiye’de, öteden beri sınıf mahreçli ayrımların geçersizleştiğini ileri süren ve rakip siyasal akımlarla liberal demokratik siyaset ekseninde kurulan merkezde toplanmanın önemini vurgulayan çevrelerin radikal demokrasiden sol popülist momente geldikleri görülmektedir. Aslında yaşananlar, vaktiyle Althusser’in sınıf mücadelesinin kelimeler üzerine bir mücadele şeklinde görülebileceği çıkarımını doğrulamaktadır. Hatırlanacağı üzere sosyalist strateji doğrultusundaki hegemonya mücadelesine girişen sol çevreler, önce farklı yaklaşımlara özellikle de etnik kimlikler ve toplumsal cinsiyeti öne çıkaran sosyal hareketlere yönelmişlerdi. İşçi sınıfı merkezli anlayışın ıskartaya çıkmasının ardından kültürel-kimlik eksenli mücadeleler sağı ve dindar çevreleri de kapsayacak başka taktikleri gündeme getirdi. Liberal demokrasiyi radikalleştirmeyi içeren bu yaklaşım, üç aşağı beş yukarı sol popülizm tartışmalarında belirleyici olma vasfını korumakta. Her ne kadar ortodoks Marksistler meseleyi “terminolojik soytarılık” yahut “sağ liberalizm” şeklinde ele alsa da sol popülizme dair tartışmaların sağ popülizmle birlikte öne çıktığı dikkati çekmektedir. Sağ popülizme karşı hangi politik stratejinin daha işlevsel olduğu, sorusu çerçevesinde önerilen sol popülizm, halkçılıktan sosyal demokrasiye uzanan bir hafızayı çok çeşitli şekillerde anlamlandırmaktan yanadır. Bu bakımdan hegemonyanın popülist bir uğrağı ve ayrıca popüler rızayı zorunlu kılmaya matuf sol popülizm tartışması, Türk solu açısından 1970’ler ve erken 1990’ların yeniden hatırlanmasıyla eş-zamanlıdır. Son kertede amaç, liberal demokrasi için tehdit şeklinde kodlanan “radikal sağ” bloku sol popülizm marifetiyle dağıtmaya matuftur.

Tartışmanın harlanması

Sınıf siyasetine geri dönmeden sol popülizm tartışmasını sürdürenler mütemadiyen Türkiye’de zihniyetin şekillendirdiği kültüre fazla önem atfedilmesinden şikâyetçidirler. Bu sebeple, kültürel kodlara yahut bu eksene odaklanılmasının, paylaşım, şeffaflık, ahbap çavuş kapitalizmi, israf, eşitlik, adalet gibi pek çok hayati meseleyi gözden kaçırmayı beraberinde getirdiğini vurguluyorlar. Hâliyle tartışmaya hevesli bir şekilde katılan CHP’li organik aydınların Türkiye’deki mevcut iktidarı “sağ popülist” kategorisine yerleştirdiklerini görüyoruz. Bu minvalde öncesi olmakla beraber sol popülizm tartışması, 2019’daki yerel seçim sonuçlarının yorumlanması açısından kilit bir öneme sahiptir. Zira kavrama sıcak bakanlar açısından İstanbul’da CHP’nin kendini kurarken sağ popülizmle dolayısıyla AK Parti ile hesaplaşması ya da onun karşıtı olabilecek halkı/milleti yeniden anlamlandırması gerekmiştir. Somut bir örnek vermek gerekirse şöyle diyorlar: “İstanbul yerel seçimleri, iktisadi alanda sol popülist, yönetim-demokrasi alanında post-popülist bir duruşun sağ popülizmi geriletebildiğini açık biçimde gösterdi. Bu alandaki tutumların kültür alanına sıkıştırılan siyasetin önünü açacağını da öngörebiliriz. (…) Önümüzdeki dönemde sol popülizm yapmak hayırlı olacaktır çünkü AKP’nin giderek otoriterleşmesinin bir ekonomi politiği vardır. Otoriterleşmek, kendi zenginini yaratmak ve kendi yandaşlarını kayırmak için gerekli bir tercihtir.” Görüldüğü üzere yerel seçimlerin ardından hareketlenen sol popülizm tartışmasının odağında iktisat (ekmek) kültür (din) ikilisinin nasıl işlev gördüğü ve liberal demokratik mutabakat rejiminin belli unsurlarının öne çıkarılarak nasıl yeniden telaffuz edildiği yatar.

Yenilgiler tarihinden dersler çıkaran CHP, 2019 yerel seçimlerinde tartışmasız bir şekilde “taklit ederek yok etme” stratejisini benimsedi. Başka bir ifadeyle AK Parti’ye benzeyerek, ondan kurtulabileceğini düşündü. Yerel seçim sonuçlarına bakıldığında bu stratejinin işe yaramadığı söylenemez. Tabii ki olup biten birçok değişik şekilde yorumlanabilir. Gelgelelim Saraçhane’deki İstanbul Büyükşehir Belediyesi binası önünde süren ve İdris Küçükömer’in sol-sağ ayrımını birebir doğrulayan hayvan hakları ve işten çıkarmalara karşı sürdürülen protestolardaki gösterge farkı çok az kişinin dikkatini çekti. Ayrıca CHP’nin Almanya örneğini hatırlatan mülteci karşıtlığının sol popülizmin içerdiği halk inşası açısından ne anlama geldiği, sorusunun hâlâ cevapsız kalması da manidardır. Daha da öteye giderek denilebilir ki, post-politik durumda sağ ve sol ayrımının silikleşmesini gözden ırak tutup, yerel seçimleri anımsamayı telkin ederken “Türkiye sağının hikâyesi bitti!” nakaratını tekrarlayanların durumu içler acısıdır. Zira Türkiye’deki yerleşik sağ aktörlerin sol popülistlerin söylem repertuarının önünün açılması sürecindeki kritik rolünü gözden ırak tutan bir özsellik hâkim. Hâlbuki sol popülizm tartışmalarını harlayan sürecin en önemli aktörlerinin sağla olan yakın ilişkileri göz ardı edilemeyecek kadar bariz. Bunu fark etmek için, çokluğa dâhil olan unsurların bütünü ifade etse de yekpare bir birlik oluşturmadığını dolayısıyla indirgenemez tekilliklerin bir aradalığına vurgu yapan teorisyenlere gitmeye gerek yok. Ayrıca adayların açıklanmasının ardından CHP İstanbul İl Başkanının son anda engellenen istifasına kadar varan süreci de yaşananların somutluğu içinde ele almak gerekir.

Popülizmin neresindesin?

Türkiye’de popülizmle ilgili kavramsal tartışmayı entelektüel dünyada sürdüren sol çevreler, kavramın bugünün dünyasını açıklarken belirleyici bir gösterge şeklinde kullanılmasının doğru olup olmadığını da gündeme alıyorlar. Uzun zamandır sol fikriyatın irili ufaklı yayınlarında; Toplum ve Bilim’den Yol’a, Birikim’den Altüst’e, Teori ve Eylem’den Praksis’e popülizmle iltisaklı kılınan otoriter rejim, neo-faşizm, hamaset, kültür vb. kavramlar etrafındaki yayınlar epey revaç buldu. Hem konjonktür hakkında hem de konjonktürün içinden analiz yapan yayınların trendine bakıldığında sağ popülizmin, ancak doğru stratejiyle hareket eden bir sol popülizm ile yenilebileceğini/geriletilebileceğini düşünenlerin sayısının günden güne arttığı görülebilir. Esasında ağırlıklı olarak kültür ve kimlik eksenli yeni toplumsal hareketler etrafında kendisini ifade etmeye yönelen cenahların kendi mücadelelerini “kültür savaşı” dışında değerlendirmeleri de yanıltıcıdır. Zira yeni kültürel mevzilerle ilişkileri göz ardı etmeden böylesi izahlar mümkün değildir. Yeri gelmişken, İdris Küçükömer’in kulaklarını biraz daha çınlatalım: Mesela öncelikle sermayenin en önemli aktörleriyle iş birliği içinde olmanın ne tür bir sol popülizm yarattığı, komünist ufka işaret eden yayın mecralarının hangi aktörlerce ayakta tutulduğu düşünülmelidir. Yeni bir kolektiftik yahut “halk” inşası sürecinde mevcut iktidarın “iktisadi oligarşi” yarattığını öne çıkaranların önce “Can” (Kıraç) sonra “Canan” (Kaftancıoğlu) diye özetleyebileceğimiz bir konumlanışları söz konusu. Ayrıca İstanbul yerel seçim sonuçlarının ardından şehirde daha görünür olan reklamlardaki şirket tercihlerine de bakılması kimin, nasıl etkin olduğunu daha net bir şekilde gösterecektir. Dolayısıyla eşitlik ve adalet temelli sol popülizme göz kırpanların, sermayenin taleplerinin de bir eksen oluşturma söyleminin parçası kılınmasına ilişkin söyleyeceklerinin olması gerekir. Tam da bu noktada, ayrı bir tartışma hattı olarak sol popülizmden söz ederken, kapitalizmin eleştirisinden kaçınmanın bir yolu diyenlere kulak verilebilir.

Klasik liberal demokrasiye dönüş için sağ popülizmin karşısına sol popülizmi koyan rekabetçi mücadelenin önümüzdeki yıllarda daha da hız kazanacağı açık. Popülist liderlerden pek hazzetmeyenler bile bu “durdurulamayan dalga” fikrini benimsemiş durumdalar. Hiç şüphesiz popülist siyaset tarzının kritik noktalarından biri siyasetin bir liderle özdeşlemesi hatta kişiselleştirilmesidir. Kriz içindeki temsili demokrasi çerçevesinde yeşeren günümüzdeki popülizm tartışmalarında bu tarz liderliklerin rolü ortada… Sol popülizme gönül indirenlerin çoğunda da ister karizmatik ister yatay liderlik şeklinde olsun benzer biçimde güçlü bir lider etrafında kitlelerin seferber edilmesi söz konusudur.

Kahraman imgesi

Sol akımların siyaset ve medya analizlerinde kendine yer bulan popülizm tartışmalarında karizmatik liderliğin yerinin ne olması gerektiği de merkezi bir yer tutuyor. Her ne kadar “sol popülizmin tek adamcılığa evrilmesini önleyecek söylem ve pratikler” üzerinde duruluyorsa da bir meclis fikriyle irtibatlı postmodern prense ihtiyaç duyulduğu için bu beklenti gerçekçi değil. Mesela “Ey teori” diyenlerin imdadına yetişen Antonio Negri- Michalel Hardt ikilisinin teorik çerçevesini çizdiği Meclis, çokluktaki liderin rolünü hakkıyla ortaya koyduğundan çıkılan yolun işaret levhalarını kavrama sürecine daha çok katkı sunar. İstanbul yerel seçimlerinde sürekli gündeme taşınan ve yeni bir yönetim düzeni kurulması sürecinde mahalle meclisleri vaadiyle somutlaşan birlikte yönetme vurgusundan yeni bir yönetim tarzı ya da tekniği; akabindeyse post-popülist bir duruş umulmakta. Sol popülizmden gerçek bir seçenek olarak, geleneksel sosyal demokrasiye benzer bir model tasavvur ediliyor. Oysa organik aydınlar bu kadar acele etmek yerine öncelikle yerel seçimdeki kampanya yürütücülerinin Kahramanın Yolculuğu kitabını nasıl yorumladıklarını belirgin kılabilirler. Çünkü kahraman imgesi günümüz popülist sağının alâmet-i farikaları arasında sayılır. Elbette her şey yazılı metinlere bakılarak anlaşılamaz fakat bu iki bakış açısının çözümlenmesi el yordamıyla ilerlemeyen sol popülizmin yeni tarihi ve geleceği açısından önemli ipuçları sunacaktır.

Günümüz Türkiye’sinde toplumsal-siyasi mücadelelerin popülizm ve bunun farklı telaffuzları/yorumları arasındaki gerilim hattında yoğunlaştığı aşikârdır. Önümüzdeki sürecin sol popülizmi daha da güçlendireceği muhakkak fakat bunun kısa vadede kulağa hoş gelse de post-popülist bir dönemi müjdelediğini söylemek için vakit henüz çok erken. Dolayısıyla bugün gözlemcilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin yapması gereken şey, popülist uğrakların çeşitli veçhelerini keşfetmek olmalı. Zira bir politik strateji olarak popülist tarzı-ı siyasetin değiştiği bir vasatta sadece 1970’lerin ve 1990’ların mayasına bakılmasının yanlışlığını günbegün tecrübe ediyoruz.

[email protected]