Yahudi Ulus Devleti Yasası vurgularına baktığımızda şunu net olarak gözlemleyebiliyoruz: Vatandaşlığın, devletin ve toplum olmanın legal/hukuki tanımlaması politize oluyor, bu olurken üzerinde yükseldiği düzlemde tarihsel, ulusal ve dini aidiyetler kurucu unsur olarak öne çıkıyor. İsrail’in iktidar elitleri, devletin üyeleri ile (vatandaşları ile) evrensel, demokratik ve eşit bir toplumsal sözleşme kurma tercihini öteliyor.
Gökhan Çınkara / Ankara Üniversitesi
Rav David Buzoglo, 1965’de İsrail’e göç etmeden önce Fas’ta yaşayan önemli bir din adamı ve mistik ilahiler (piyutim) söyleyen karizmatik bir figürdü. Güçlü ve lirik şiirler yazıyor, ünü Fas’ı aşıyor, İsrail’e ulaşıyordu. Arap komşularıyla içten ve doğrudan bir iletişimi elden bırakmıyordu. Fas’ta Yahudiler ve Araplar arasında oldukça huzurlu, sakin ve sıcak ilişkiler sürüyordu o zamanlar. Araplar ve Yahudiler’in birbirlerini öldürmeleri bilinen bir sosyal ve hukuksal gerçeklik değildi. İsrail ise bambaşka bir gerçeği yansıtıyordu. Sayısı yüzbinleri bulan Araplar, topraklarından sürülmüş bir o kadarı da savaş ortasında psikolojik, maddi, diplomatik mağlubiyet ve yoksunluk içerisindeydi. Rav Buzoglo, gözleri görmeyen, sade ve mütevazı yaşamı benimseyen Yahudi bir mistikti. Savaş sesleri arasında “elohim, lema oveteyni?” Allahım beni neden terkettin diye mırıldanıyordu. 1967’ye gelindiğinde İsrail Savunma Kuvvetleri Kudüs’ü Ürdün’den ele geçirmişti. Yahudi nüfus inanılmaz bir coşku halinde sokakları hınca hınç doldururken Rav Buzoglo iki arada bir derede bir ruh hali içerisindeydi. Uzun ve etkili bir şiir olan “Yeruşalayim Aşreh”i (Mübarek Olasın Kudüs!) yazdı ve besteledi. Bu şiir seküler nüfusun maddi zaferlerini doğrulayan ve coşturan bir galibiyet marşı içeriğinde değildi. Buzoglo, bu sıralarda şunun altını çiziyordu: Araplar bizim kardeşimiz… Sonra ekliyordu ama saldıran kim olursa karşılık vermeliyiz!
Iskalanan ikili dinamik
Bu kısa giriş aslında gündemimizi meşgul eden Yahudi Ulus Devleti Yasası ve onun tarihsel, sosyal ve psikolojik dinamikleri hakkında fikir verebilir. Önemli olan bu yasayı ele alırken ne tür toplumsal, siyasal ve jeopolitik faktörlerin etkin olduğunu anlamamız. Makro-faktörleri göz önünde tutarken, ortalama bir İsrailli ve Filistinli için bu hukuki ve politik düzenlemelerin ne anlam ifade ettiğini ve mikro-faktörleri analizimize dahil edeceğiz. Birçok analizcinin gözden kaçırdığı bu ikili dinamik, genelde Ortadoğu siyaset mekanizmasının ve ortalama toplum/birey olma halinin ıskalanmasına yol açıyor.
Bir siyasal birim olarak devlette yaşayan bireyler vatandaş olarak tanımlanıyor. Ortaklaşa meydana getirdikleri tarihsel, psikolojik ve jeopolitik birlikteliği de toplum olarak niteliyoruz. Peki İsrail’de millet, toplum ve vatandaş evrensel anlamda etnik ve dini bağlardan kopmayı başarabilmiş midir? Bunu, Yahudi Ulus Devlet Yasası’yla birlikte oluşan toplumsal ve politik süreçte okumak mümkün.
Yahudi Ulus Devlet Yasası’nın, İsrail’de yaşayan Yahudiler için, vatandaşlık ve politik cephelerden çokça sorun teşkil eden bir hukuki metin olduğunu söylemek güç. Neticede, kanun maddelerinde geçen birçok düzenleme ve vurgu Yahudi politik geleneğinin İsrail’de hedeflediği uygulamalardı. İsrail’in kuruluşu göç, yerleşim ve bunları organize etmek için oluşturulan yüzlerce kurumdan oluşmaktaydı.
Devlet meşruiyeti
Yahudi Ulus Devlet Yasası’nı ilerleten ve geliştiren politik, toplumsal gerçeklik ve dinamikler geçici trendler değildi. Buna uygun olarak politik elitlerin aldıkları kararların taktiksel nitelik taşımadığı vurgulanmalıdır. Aşağıda ayrıntılı olarak ifade etmeye çalışacağımız gibi, 1990 ve 2000’lerden itibaren bu tür yasa metinlerinin kanunlaşması parlamenterler ve hukukçular arasında tartışılmaktaydı. İsrail’in 1990’lardan itibaren anayasal krizin içerisine girmesi üzerine gerek siyaset bilimciler gerekse hukukçular İsrail’in devlet meşruiyeti ve niteliği üzerine uzun tartışmalar yürüttü. İsrail, Yahudilerin devleti mi, Yahudi ve demokratik bir devlet mi yoksa Yahudilerin ve vatandaşlarının devleti mi olacaktı? Yahudilerin siyasal ve hukuki duruşları, İsrail’deki siyasal gelenek, İsrail sağının tarihsel ihtiyaçları ve aktüel şartlar vurguları, “devletin eşit yurttaşları” kavramının hukuksal, siyasal ve iktisadi düzeylerde kurumsallaşmasını ve normlaşmasını zorlaştırdı ve neticede “İsrail Yahudi milletinin Ulus Devleti”dir seçeneği galip geldi.
İsrail’de devlet ve vatandaşlığın savaşlar ertesinde oluştuğunu söyleyebiliriz. 1947-49 Arap İsrail Savaşı, 1956 Sina Savaşı, 1967 6 Gün Savaşlı, 1967-70 Yıpratma Savaşları, 1973 Yom Kipur Savaşı, 1982-85 Lübnan’a İlk Savaş, 1987-93 Birinci İntifada, 2000-2005 İkinci İntifada, 2006 İkinci Lübnan Savaşı ve HAMAS’la yapılan irili ufaklı askeri operasyonlar... Savaşların, İsrail toplumuna, politik sistemine, toplumsal psikolojisine ve bir dizi önemli ve sistematik etkilere neden olduğu söylenebilir. Savaşlar İsraillileri (dindarlar ve Araplar hariç) sürekli mobil duruma getirirken asker arkadaşlığı İsrail’de vatandaşlık psikolojisini kuran en önemli motivasyon olarak yükselir. Şunu unutmamak gerekiyor, orduda asker olanlar için hedefin niteliği düşmanlıktır. Bunun hasımlık veya karşı taraf olarak kurulması, yapılan işin doğasına aykırıdır. İster istemez bu durum, Arapların İsrail Devleti’nde sivil özgürlükler, kanun önünde eşitlik gibi başlıklarda aşılması güç zorluklarla ve sorunlarla karşılaşmalarına yol açtı ve açmaya devam ediyor. Kısaca savaşlar, İsrail’de toplumsal değerleri tekrar inşa ediyor ve yapılandırırken bir toplumsal tutkal olarak ideal vatandaşlığın yurtsever modelinin içeriğini de kodluyor.
Siyonist kurucu ilkeler
2000’lerin İsrail’ine tekrar dönmekte fayda olabilir. Çünkü Yahudi Ulus Devlet Yasası’nı oluşturan tarihsel, entelektüel ve hukuki gelişmelerden en önemli ikisi o tarih aralığında oluştu. Bunlardan ilki “post-siyonist ideoloji”nin entelektüel bir uğraşı aşarak cari politik ve tarihsel anlayışı değiştirecek güce ve hegemonyaya erişmesi. İkincisi ise İsrail Yüksek Mahkemesi eski başkanı Aharon Barak tarafından başı çekilen “Anayasal devrim girişimleri”. Bu iki önemli gelişme İsrail’de yeni sağ ittifakın (Likud, yerleşimci milliyetçilik, ultra-ortodoks dindarlığın siyasi ağları, sovyetik Yahudi milliyetçiliği) entelektüel ve politik duruşunda değişikliğe yol açtı. Yeni sağın politik mottosu şuydu: “Eretz Yisrael Le-Am Yisrael” yani “İsrail Devleti, İsrail milletinindir!”
Post-Siyonizm, İsrail’de genel geçer Siyonist tarihi anlatıya meydan okuyan (İsrail resmi tarih tezleri denebilir) ve bunu da kamuoyuyla paylaşılan arşiv materyallerinden elde ediliyordu. Siyonist kahramanlık ve ideallerin anlatıldığı gibi olmadığı vurgulanıyordu. Kısacası Siyonist kurucu ilkelerin ahlaki üstünlüğü sarsılıyordu. Sol-entelektüellerin bu akademik çabaları uluslararası kamuoyunda ciddi ilgi görmüştü. Bu entelektüel uğraşlar Yahudi ve demokratik devlet olarak İsrail’in “Yahudi” niteliğinin törpülenmesini talep ediyordu. İsrail’in tüm vatandaşlarının devleti olması gerektiğine yönelik hukuksal ve politik talep yaygınlık kazanıyordu.
İkinci önemli baskı odağı, İsrail Yüksek Mahkemesi eski başkanı Aharon Barak’ın önderliğinde ilerletilen anayasal devrim anlayışıydı. Barak’ın temel yaklaşımı Yüksek Mahkeme’nin “yargılayabilirlik” etkisini genişletme ve temel kanunları anayasal bir metinmiş gibi değerlendirme yönündeydi. Kısacası, Barak’ın yargısal aktivizmi, özellikle iki Temel Kanun (Temel Kanun: İnsan Haysiyeti ve Hürriyeti; Temel Kanun: Çalışma Özgürlüğü) serisine verdiği önemle, anayasal vatandaşlığı güçlendirirken devletin etno-dinsel ethosunun (mizaç) ayırıcı vasfını zayıflatıyordu.
Likud’un yükselişi
2000’lerde 2. İntifada’nın yükselişi ve 11 Eylül saldırıları, ekonomik daralma, sağ kanattan Likud’u Bibi Netanyahu önderliğinde iktidara taşıyordu. Likud, devletin karakterine ve ulusal kimliğine karşı entelektüel, politik ve hukuksal meydan okumalara Yahudi kimliğini önceleyen bir hukuksal ve politik sistemi, son kanuni düzenlemeyle (Temel Kanun: İsrail Yahudi Milleti’nin Ulus Devleti) hayata geçirmiş oldu.
Likud’un entelektüel elitleri, 90’lardan bu yana İsrail’in siyasal anayasal düzeninin kriz içerisinde olduğuna vurgu yapıyor. Yahudi Ulus Devleti’ndeki vurgulara baktığımızda ise şunu net olarak gözlemleyebiliyoruz: Vatandaşlığın, devletin ve toplum olmanın legal/hukuki tanımlaması politize oluyor, bu olurken üzerinde yükseldiği düzlemde tarihsel, ulusal ve dini aidiyetler kurucu unsur olarak öne çıkıyor. İsrail’in iktidar elitleri, devletin üyeleri ile (vatandaşları ile) evrensel, demokratik ve eşit bir toplumsal sözleşme kurma tercihini öteliyor.
İsrail’de yeni-sağ iktidar bloğu, üzerinde yükseldiği post-Siyonist entelektüel krizine ve Aharon Barak’ın başını çektiği anayasal krize, tutarlı ve içerleyici bir yanıt üretebileceğe benzemiyor.