Pür devletçilikten devlet karşıtlığına CHP’nin ontolojik problemi

Dr. Murat Yılmaz / Siyaset Bilimci  
5.01.2020

CHP artık çok net bir şekilde, bütün devlet tezlerine AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden karşı çıkabiliyor. HDP ile ittifakına özen gösteriyor ve FETÖ iddialarını hiçbir filtreden geçirmeden ifade edebiliyor. Suriye’de Türk ordusuyla beraber savaşan Suriye Milli Ordusu ve Türk ordusunu Libya’ya davet eden Libya meşru hükümeti CHP tarafından “terörist” ilan edilebiliyor.


Pür devletçilikten devlet karşıtlığına CHP’nin ontolojik problemi

CHP, ontolojik bir savruluş halinde… Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olduğunu iddia ediyor. İdeolojisi Kemalizmin altı okundan birisi devletçilik. Daha sonra ideolojisine eklemeye çalıştığı sosyal demokrasinin temelinde de devletçilik var. CHP, 1923- 1950 yılları arasında Türkiye’yi tek başına ve bu dönemin büyük kısmını tek parti diktatörlüğü şeklinde yönetti. CHP iktidardayken, devletin kurucusu olması ve devletçilik ideolojisi sebebiyle siyasi, iktisadi ve kültürel olarak pür devletçiydi. Hatta CHP’nin bu dönemde bir “parti-devleti” inşa ettiği dahi söylenebilir. Bunun birçok mevzuat ve uygulamayla örneklendirilmesi mümkündür ama sadece CHP ilkelerinin 1937’de anayasa girerek devleti ve toplumu bağlar bir resmi ideoloji hale gelmesini hatırlatalım.

Her zaman devletin sahibi

Yapılan ilk serbest ve adil seçimde 14 Mayıs 1950 yılında iktidarı kaybeden ve bir daha tek başına iktidar imkanı yakalayamayan CHP, o dönemden bu yana değişmeye çalışıyor. CHP muhalefette de devletin kuruculuğu iddiasından ve Kemalizmden vazgeçmedi. Buna 1960 sonrasındaki “ortanın solu” tartışmalarıyla başlayan sosyal demokrasi ve demokratik sol ideolojisini eklemeye çalıştı ki, bu ideolojiler de esasen devletçiliği benimsemişlerdir. CHP muhalefetteyken de devletin asıl sahibi olarak konuşuyor, hatta halkın çoğunluğunun oyuyla iktidara gelen partilere sahiplik iddiasıyla sınır çizmeye ve had bildirmeye kalkıyordu.

27 Mayıs darbesinden sonra, CHP’nin devletin asıl sahibi olduğu iddiası, “vesayet rejimi” ile anayasal hale getirildi. CHP ilkeleri, anayasal ilkeler olmaya devam etti, demokratik iktidarı denetleyecek ve ona büyük ortak olacak vesayet kurumları CHP’nin arka bahçesi olarak tanzim edildi. Bu yüzden CHP, muhalefetteyken de, seçilmiş iktidar karşısında “devlet iktidarı”nı savunacak ve onlarla işbirliği yapacak kadar devletçiydi. CHP, vesayet kurumlarıyla tecessüm eden devlet iktidarının siyasi parti düzeyindeki temsilcisi veya ortağıydı. CHP, oyla ve demokrasi marifetiyle iktidara gelme umudunu kestiği için, vesayet sistemi marifetiyle devletin altın hissesine sahip olduğu iddiasını devam ettirdi. Bu haliyle CHP, muhalefette de en az iktidardaki kadar devletçiydi.

CHP’yi devletle mesafeli hale getiren gelişme, uzun AK Parti iktidarı oldu. Bu dönemde vesayet kurumlarının AK Parti üzerinde yeterince baskı (muhtıra, parti kapatma veya darbe) kurmadığını düşünen CHP, bu kurumlara ve bu kurumların başındaki kişilere, esasen kendi ideolojilerini paylaşsalar da ağır hakaretlerle hitap etmeyi tercih etti. CHP’nin devletçilikten koparak devlet karşıtı bir partiye dönüşmesi ise vesayet ideolojisinin ve vesayet kurumlarının çöküşünden sonra gerçekleşti. CHP, bu kurumlar olmadan kendisini yalnız hissettiği için, PKK/HDP ve Cemaat/ FETÖ hattına savruldu. Bu tam da 12 Eylül 2010 referandumuna ve CHP’de Deniz Baykal’ın kaset komplosuyla tasfiyesine denk geldi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP”si, CHP’nin devletten kopuşuna ve devlet karşıtı aktörlerle ittifakına denk geldi. CHP’de bundan rahatsız olabilecek kesimler zamana yayılmış bir şekilde eritildi, “Ulusalcılar” adı altında marjinalleştirildi. CHP, Kılıçdaroğlu hizbinin tam kontrolü altına alındı. 17- 25 Aralık yargı darbesi karşısında CHP, FETÖ ile işbirliğini tercih etti ve 30 Mart 2014 mahalli idareler seçimlerindeki kampanya ve söylemini FETÖ’nün iddiaları üzerine kurdu.

CHP’nin Libya tutumu

15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra vesayet sisteminin ve vesayet kurumlarının iktidarı kesin olarak kaybetmesi ve devleti seçimle gelen iktidarın yöneteceğinin anlaşılmasıyla, CHP’nin devlet karşıtı bir konuma savrulması kesinleşti. CHP artık çok net bir şekilde, bütün devlet tezlerine AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden karşı çıkabiliyor. HDP ile ittifakına özen gösteriyor ve FETÖ iddialarını hiçbir filtreden geçirmeden ifade edebiliyor. Bu artık Suriye ve Doğu Akdeniz üzerinden Türkiye karşısında kim varsa -bu bazen PKK/PYD bazen de Darbeci Hafter olabiliyor- onlarla ittifakı savunmak noktasına çıkmış durumda. CHP aynı şekilde Türkiye’nin yanında duran ve Türkiye ile ittifak yapan kesimlere de “terörist, İslamcı, İhvancı” diye saldırabiliyor. Suriye’de Türk ordusuyla beraber savaşan Suriye Milli Ordusu ve Libya’da Türkiye ile mutabakat imzalayan ve Türk ordusunu Libya’ya davet eden Libya meşru hükümeti CHP tarafından “terörist” ilan edilebiliyor.

CHP bu haliyle bildiğimiz CHP olmanın dışına çıkmış durumda... CHP artık hiçbir alanda ve hiçbir şekilde devletçi değil. CHP, artık çok net bir şekilde “devlet”ten kopmuş, devletle çatışan devlet dışı aktörlerle işbirliği yapan ve dış politikada Türkiye’ye karşıt tezleri savunan bir çizgiye gelmiş durumda.

CHP’nin dışarıdan Batı ittifakının, içeriden Saadet ve İyi Parti’nin desteği olmadan bu devlet karşıtı çizgiyi devam ettirebilmesi mümkün değildir. CHP; şimdiye kadar kendisini taşıyan ve birleştiren “devlet” ve “devletçilik” anlayışına bu kadar karşıt bir kimliğe bürünmesi daha fazla taşıyamaz. Çünkü bunun ötesi, artık cephede savaşan askere muhalefet etmek anlamına gelecektir. CHP’nin ne devlet kuruculuğu ne Kemalizmi ne de sosyal demokrasi anlayışı buna müsaade eder. Mesele CHP için artık bir ontoloji ve bu meseleyi göremediği ölçüde de epistemoloji meselesine dönüşmüştür.

Daima yıkıcı muhalefet

CHP, Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı üzerinden parti içinde ve millet ittifakında bir koalisyon oluşturmuş halde. Türkiye’nin milli çıkarlarıyla Erdoğan arasında bir tefrik yapmadan yıkıcı muhalefete devam ediyor. Ancak artık, Erdoğan düşmanlığı ile ülke çıkarlarının ayrışacağı tartışma konuları ve hatta kriz konuları gündeme geliyor. Suriye’de Barış Pınarı, S-400ler, savunma sanayiindeki gelişmeler, Doğu Akdeniz ve Libya meselesi bu türden konular olarak gündemde… Bütün bu konuları Erdoğan’ın şahsi meselesi olarak takdim eden bir muhalefet anlayışı, bir süre sonra Erdoğan ile Türkiye’nin özdeşleşmesine yol açarak, kendi kalesine gol atan bir hezeyana dönüşme tehlikesi taşımaktadır. Kılıçdaroğlu’nun “biz ne yaparsak yapalım, bizim seçmenimiz tıpış tıpış bize oy verecektir” yaklaşımı, hele Millet İttifakı çerçevesinde düşünülürse bir noktadan sonra iflas edecek bir yaklaşımdır. CHP’nin bu inadı, İngiliz İşçi Partisi’nin yaşadığı son hezimeti akla getiriyor. CHP eğer böyle bir hezimet yaşarsa, onu artık bir arada tutacak vesayet kurumları olmadığı gibi, farklılıkları bir arada tutacak devlet kuruculuğu mitosuna ve devletçilik zamkına da sahip olmayacaktır. CHP, kendi tarihi ve popülizm bakımından altın kuralını çiğneyerek “devlet karşıtı” bir ideolojik kompozisyona savrulmuştur. Bir başka deyişle, Kılıçdaroğlu soyundan geldiğini iddia ettiği Nasrettin Hoca’nın fıkrasındaki kendi oturduğu dalı kesen adama benzemektedir. CHP damdan veya ağaçtan düştüğünde, şimdi örnek aldığı Süleyman Demirel’in akıbetini arayacaktır.

@myilmaz_67