Rakka ve Musul arasında Türkiye’nin tercihi

Doç. Dr. Murat Yeşiltaş
10.09.2016

Rakka’nın, “aşırı-yayılma” anlamına gelerek, Türkiye’yi askeri olarak kırılganlaştıracağı sadece haritaya bakıldığında bile anlaşılabilir. Bu yüzden orta vadede Rakka’nın değil, Musul’un öncelikler arasında ilk sırada yer alması daha önemlidir.


Rakka ve Musul arasında Türkiye’nin tercihi

Türkiye’nin Cerablus ile başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı, Çobanbey’den ikinci cephenin açılarak buradaki DAEŞ unsurlarının temizlenmesiyle birlikte Azez-Cerablus arasında Türkiye sınırı boyunca Batı-Doğu hattında uzanan 100 km’lik hattın bütünleştirilmesini sağladı. Operasyonun bugüne kadar ortaya çıkardığı tabloya bakıldığında, Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) başarılı olduğu söylenebilir. Nitekim operasyonun hedefleri arasında yer alan; Türkiye’nin Suriye sınırının güvenli hale getirilerek sınırın söz konusu bölgesine dost unsurların yerleştirilmesi, DAEŞ’in Türkiye’ye yönelik yakın tehdidinin ortadan kaldırılması ve mülteciler için güvenlikli bir bölge oluşturularak onların terk ettikleri bölgelere dönüşlerinin sağlanması gibi amaçlara ilk etapta ulaşılmış gözüküyor.

Ayrıca gerek Cerablus’un gerekse DAEŞ’in diğer köy ve kasabalardaki kontrolünün ÖSO’nun eline geçme süresinin oldukça hızlı olması ve bu süre içinde az kayıp verilmesi harekâtın askeri açıdan başarılı olduğunu gösteriyor. Elbette söz konusu bölgelerin ele geçirilmesinde DAEŞ’in savaşmak yerine çekilmeyi tercih etmesi, bu durumu kolaylaştıran diğer unsurlar arasında sayılabilir. Buna bir de Suriye krizine müdahil olan aktörlerin bazılarının zımni bazıların ise açık destek vermesi, Türkiye’nin operasyonuna hem meşruiyet sağladı hem de ilk planda hedeflenen amaçlara daha hızlı ulaşılmasına neden oldu.

Ancak Fırat Kalkanı Harekâtı’nın askeri hedeflerinin bununla sınırlı olmadığını biliyoruz. Tam da burada Türkiye’nin daha makro ölçekte açık bir biçimde ortaya koyduğu siyasi-stratejik hedeflerinin tamamlayıcısı olacak askeri operasyonun sahada nasıl sonuçlanacağının, ne yöne evrileceğinin ve en önemlisi de nihai hedeflerine ulaşıp ulaşamayacağının tartışılması gerekiyor. Zira Fırat Kalkanı operasyonu ile hedeflenenin, sadece sınır güvenliğinin sağlanması olmadığı açık.  Aynı zamanda operasyonun Çobanbeyli’den güneye doğru 35-40 km uzayacağı ve burada DAEŞ için önemli bir stratejik merkez olan El-Bab’ın hedef alındığı söylenebilir. Bu, DAEŞ’in toprak yayılması, savaşma kapasitesi ve savunma hazırlıkları açısından değerlendirildiğinde hali hazırdaki en güçlü askeri merkezinin hedef alındığını gösteriyor. Bununla birlikte, ÖSO’nun askeri açıdan kalıcı olacağı coğrafi bir derinlik oluşturularak Menbiç’i de kapsayacak şekilde PYD-YPG koridorunun bütünleşmesinin önüne geçilmesi de operasyonun hedeflerinden. PYD-YPG’nin Fırat nehrinin doğusuna çekilmemesi halinde, Türkiye’nin hedefi olacağının defalarca Ankara tarafından yüksek sesle dile getirilmesi, Menbiç’in de operasyonun seyri içinde hedef alınabileceğini gösteriyor.

Bütün bunlara ek olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çin’de geçtiğimiz hafta gerçekleşen G20 Zirvesi’nde Obama’ya, Rakka ve Musul’dan DAEŞ’in çıkarılması için koalisyon güçlerine Türkiye’nin destek verebileceğini açıklaması, Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı’nın hedeflerinin sınırlarına dair önemli işaretler veriyor. Elbette Türkiye’nin Rakka’ya yönelik DAEŞ operasyonunun bir parçası olmasının askeri olarak hangi seviyede olacağı henüz tam olarak netleşmedi. Ancak şimdilik bu desteğin, gerek Cumhurbaşkanı gerekse de Milli Savunma ve Dışişleri Bakanları tarafından yapılan yeni açıklamalarla, koalisyonun hava desteğiyle kademeli bir şekilde yerden gidecek yoğunluklu bir Türk askeri birliği olmadığı anlaşılıyor. Bunun yerine, Cerablus operasyonu ile yakalanan ÖSO merkezli yerel güç başarısı ve temposunun, koalisyonun hava desteğini sürekli alması halinde DAEŞ’le savaşta diğer bölgelerde de etkin bir şekilde kullanılabileceği söylenebilir.

Yani henüz netleşmeyen bilgilere göre, Türkiye’nin Musul’da kendisinin ağırlıkta olmadığı kara desteğini sürdüreceği, Rakka’da ise YPG’nin operasyona katılmaması halinde havadan destek vereceği anlaşılıyor. Tabii bu durumda Rakka’ya yönelik, şayet El-Bab planlandığı gibi DAEŞ’ten temizlenirse, ÖSO unsurlarının ağırlıkta olduğu bir yerel gücün kullanılması söz konusu olacak. Eğer bu planlama başarıya ulaşırsa, Türkiye, ABD’nin sadece YPG üzerine inşa ettiği etkin ve savaşkan yerel güç kullanma stratejisinin ve söyleminin de önüne geçerek Suriye’nin uzun vadede toprak bütünlüğünün korunabileceği bir denklem oluşabileceğini düşünüyor. Zira Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki PKK projesinin, Suriye’de başka bir etnik iç-savaşa dönüşme riskini taşıdığını biliyor ve bunun önüne geçmek için de PKK-YPG koridorunun oluşmasını her şeyden önce Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak görüyor.

Musul denklemi

Bu denklemin bir benzerini, yaklaşan büyük Musul operasyonu için de düşünmek gerekir. Türkiye, Musul’da hali hazırda sayıları üç bine yaklaşan Haşid Al-Vatani güçlerini Başika kampında büyük Musul operasyonu için eğitmeye devam ediyor. Bu sayılara yine Türkiye’nin aynı kampta eğittiği 3 bine yakın Peşmerge güçlerini de eklediğinizde Musul operasyonu için sadece Türkiye’nin katkısıyla önemli bir güç oluşturulmuş olacak. Bu nedenle, Türkiye’nin “Musul operasyonuna da destek veririz” çıkışını Suriye’ye yönelik toprak bütünlüğü kaygısıyla birlikte okumak gerekir. Her iki örnek açısından da PKK önemli bir tehdit olarak görülüyor.

Bu durum birkaç açıdan Türkiye için mantıklı bir strateji olarak görülebilir. Bu stratejinin oluşmasının arkasında birkaç önemli nokta yatıyor. Birincisi, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin, Sünni bir grup olan Haşid Al-Vatani’nin ve Musullarının, Musul operasyonuna DAEŞ’le savaşta etkili bir aktör olarak Irak ordusunun yanında savaşan ve ağırlıklı Şii milis gücü olan Haşid Al-Şabi’nin katılmasına yönelik itirazları. Türkiye de bu durumun ileride Musul’un yönetimi açısından bir sorun olacağını düşünüyor. Zira söz konusu milis kuvvetin Irak’ta DAEŞ’e karşı mücadelede Sünni nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki “radikal yöntemlerine” dair birçok örnek oluşmuş durumda. İkincisi ise, PKK’nın Musul operasyonuna katılmak istediği yönünde açıklamalarda bulunuyor olması. PKK’nın bu isteğine karşılık, ABD ve Irak Merkezi Yönetimi hariç diğer aktörlerin PKK’nın Musul operasyonuna katılmak istemesini kabul etmedikleri de oldukça açık. Türkiye’nin PKK’nın bölgede güç temerküzü sağlamasını bir tehdit olarak gördüğü de kesin. Üçüncüsü ise, Musul’da operasyon sonrası Kürtler, Araplar ve Türkmenler arasında yaşanması muhtemelen çatışmaların ortadan kalkması için, DAEŞ’ten Musul’un arındırılması sırasında ortak bir savaşın verilmesi ortak gelecek için önemli bir motivasyon olabilir. Nitekim Musul eski valisi Nuceyfi’nin operasyon bağlamında daha önceden pek anlaşamadığı Barzani ile daha yakın işbirliği içine girmiş olması bu yakınlaşmayı perçinledi. Bu durum Musul’un istikrarı ve demografik dengenin muhafazası açısında hayati derecede önemli. Dördüncüsü ise, Türkiye’nin bütün taraflara yakın bir aktör olması nedeniyle, Musul’un gelecekteki yönetimsel kaderinin tayin edilmesinde dengeleyici ve arabulucu bir aktör olarak rol oynayabilecek olması.

Rakka mı Musul mu?

Bir bütün olarak bakıldığında ise Türkiye, Rakka ile Suriye’de Musul ile de Irak’ta PKK’nın operasyonel etkinliğini kırarak hem içeride devam eden çatışmada PKK’ya karşı önemli bir avantaj kazanabilir hem de PKK’nın Suriye ve Irak sahnesinde bir tür “oyun bozucu” aktör olmasını engelleyebilir. Öte yandan Türkiye uzun vadeli siyasi düzenin ve istikrarın tesis edilmesinde Suriye’nin kaderi için Rakka, Irak’ın kaderi için de Musul’un ne kadar önemli olduğunu biliyor. Bu nedenle Türkiye’nin Rakka ve Musul çıkışı daha fazla anlamlı hale geliyor. Ne var ki resim Türkiye’nin gördüğünden daha karmaşık olabilir ve askeri operasyonun geleceği beklendiğinden daha çetin geçebilir.

Ancak her halükarda “Rakka’nın kaderi mi Musul’un kaderi mi?” seçeneği Türkiye’nin önüne gelirse, Türkiye’nin her ikisi de deme ihtimalinin zor olduğunu söyleyebilirim. Eğer bir tercih yapılmak zorunda kalınacaksa bu tercihin Musul’dan yana olması ve Suriye’deki hedefin geniş bir sahaya yayılmaması daha doğru olabilir. Bunu besleyen farklı düzeyler söz konusu.

Birincisi Fırat Kalkanı operasyonu kapsamında Türkiye’nin ÖSO ile birlikte askeri olarak ne kadar derine inebileceği ile ilgili düzey. Öncelikle El-Bab’ın hedef alınıp alınmayacağı ve eğer alınacaksa bu sürecin Türkiye açısından ne kadar süreceği son derece önemli. Kuşkusuz DAEŞ için Rakka’da tutunmanın en önemli mevzilerinden birini teşkil eden El-Bab, Cerablus gibi kolaylıkla ve kısa sürede ele geçirilmesi zor bir kale olarak değerlendirilebilir. DAEŞ, El-Bab düşerse Rakka’nın da düşeceğini çok iyi biliyor. Üstelik Türkiye ve ÖSO’nun El-Bab’a inmek için Dabık bölgesini ele geçirmesiyle DAEŞ’in ideolojik olarak elinde tuttuğu büyük bir koz da kaybolmuş olacak. Dolayısıyla Türkiye ÖSO ile birlikte taktiksel ve operasyonel düzeyde derinlik kazandıkça askeri olarak DAEŞ’e karşı daha fazla kırılganlaşabilir. Öte yandan, Türkiye’nin El-Bab’a doğru derinlik kazanması,  krize müdahil olan diğer aktörlerin Türkiye’ye karşı pozisyonlarının daha da sertleşmesine neden olabilir. El-Bab üzerinden Esad rejimine baskı oluşturacak olması nedeniyle ise Rusya’nın tepkisine maruz kalabilir. Bütün bunlar gerçekleşirken, YPG-PKK’nın söz konusu hatta Türkiye’yi hedef alması ya da Türkiye’nin Menbiç’e yönelmesiyle sonuçlanacak çok aktörlü yeni bir kriz cephesi açılması da ihtimaller arasında. PYD’nin “Kamışlı başkent olacak” şekilde federal bir anayasa tartışmasını tam da böylesi bir dönemde gündeme getirmesi, Türkiye’nin oyununu bozmaya yönelik bir hamle olarak okunmalı.

İkinci düzey ise birinci ihtimallerin gerçekleşmesinden sonra konuşabileceğimiz bir mesele. Yani El-Bab’ın DAEŞ’ten temizlenmesi halinde Rakka’ya yönelik operasyonda Türkiye’nin ne düzeyde yer alacağı, büyük ölçüde bu süreçte ne tür gelişmelerle karışılacağına göre şekillenecek. ABD’nin, YPG konusunda ısrarcı olması, Rusya’nın ise Türkiye’nin güneye doğru derinlik kazanmasına vereceği tepki Türkiye’nin durumunu da etkileyecektir.

Elbette birçok başka senaryonun ve seçeneğin tartışılması mümkün. Ancak Türkiye için en makul hedef, öncelikle El-Bab’ın DAEŞ’ten temizlenerek kontrol edilen coğrafi derinliğin güvenlikli hale getirilmesi ve bunun sürdürülebilir olmasıdır. Rakka’nın, “aşırı-yayılma” anlamına gelerek, Türkiye’yi askeri olarak kırılganlaştıracağı sadece haritaya bakıldığında bile anlaşılabilir. Bu yüzden orta vadede Rakka’nın değil, Musul’un öncelikler arasında ilk sırada yer alması daha önemlidir.

[email protected] (Doç. Dr. Murat Yeşiltaş / SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü)