Reformlar Batı için mi daha güçlü, anayasal bir Türkiye için mi?

Dr. Murat Yılmaz / Siyaset Bilimci
6.03.2021

Bugün itibarıyla reformların ilk amacı, Osmanlı'dan bugüne değişmemiştir: Devleti, modern, güçlü ve anayasal bir devlet haline getirmek... Ancak artık reformların amacı, Batı ile pazarlık yapmak veya Batı'yı ikna olmaktan çıkmıştır.


Reformlar Batı için mi daha güçlü, anayasal bir Türkiye için mi?

Türkiye bir yandan sokak hareketleri, yargı darbesi, terör, askeri darbe ve bölgesel dış politika krizleriyle mücadele ederken, diğer yandan da siyasi, idari, hukuki sisteminde büyük reformlar yürütüyor. Geçtiğimiz hafta açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı, Türkiye'nin demokratik hukuk devleti istikametindeki hukuk reformlarının ivmelenmesini, önümüzdeki hafta açıklanacak ekonomik reformlar Türkiye'nin yatırım, büyüme ve yabancı sermayeyi teşvik programını ve nihayet iki yıllık bir zamanda hayata geçirilmesi planlanan yeni sivil anayasa da reform dalgasının büyük ufkunu ortaya koyuyor. Ancak bu reformların amaçlarının ne olduğu, iç ve dış politikada vereceği istikametler geniş tartışma ve spekülasyonların konusu olmaya devam ediyor. Bu tartışma ve spekülasyonların Türkiye'nin yakın, orta ve uzak tarihi içinde anlamlı bir bağlama oturduğu inkar edilemez. Bu bakımdan reformların ve reformlara yön veren siyasetin anlaşılabilmesi için, reformların tek tek mahiyetinden önce, bu tarihi ve siyasi perspektifle reformların istikamet ve parametrelerini yerine oturtmak isabetli olacaktır. Bunun için de önce tarihe ve siyasi kültüre, sonra da hali hazırdaki Türkiye, bölge ve dünya değerlendirmesine bakmak elzemdir.

Reformların amacı

Osmanlı/Türkiye tarihinin son iki yüzyılı reform söylemi ve reformlar tarihi tahlil edilmeden anlaşılamaz. Bu reformların iki temel amacı vardır: Birinci amaç devleti, modern, güçlü ve zamanla anayasal bir devlet haline getirmektir. İkinci amaç ise, dış politikada müttefik kazanmak ve dış baskıları azaltmaktır. Bu yüzden her reform söylemi ve reform çalışması, öncelikle bu iki amaçtan hangisinin ön planda olduğuna bakılarak değerlendirilir. Özellikle ikinci amacın esas alındığı bir reformun, devletin dış politikasında, buna bağlı olarak da iç politikasında bir değişim ve esas itibarıyla büyük devletlere verilecek bir taviz anlamına geldiği değerlendirilir. Bu taviz de Türkiye'de büyük devletlerle -çoğu zaman Batı ülkeleri- işbirliği halinde olan çevrelerin iç politikada önünün açılması anlamına gelecektir. Böylece devletin büyük güçler dengesinde kendine müttefik bulabilmesi için, bir grubun lehine diğer grubun aleyhine tavizler vermesi dış politika tercihinin de değişmesi anlamına gelir. Özellikle 19 ve 20. yüzyıl Osmanlı/Türkiye siyaset ve reform tarihi böyle okunabilir.

Batı'yı memnun etmek

Osmanlı Türk reform hareketlerinin ilk temel amacı, devleti modern, güçlü ve anayasal bir devlet haline getirmektir. Ancak bu reform sürecinde dış politikadaki mücadele hali devam ettiği için, güç kaybeden ve büyük güçlerin tehdidi karşısında bunalan Osmanlı'nın kendine müttefikler bularak üzerindeki baskıyı azaltma gayretleri de devam etmektedir. Rusya'nın Osmanlı'ya karadan bir komşu olarak yarattığı yıkıcı tehdit, Osmanlı Türkiye'sini Rusya'ya karşı müttefik aramaya icbar etmiştir. Kırım Savaşı ile zirveye çıkan bu tehdit karşısında Batılı büyük güçlerle müttefik olarak Rusya'yı dengeleme siyaseti, Milli Mücadele dönemi dışındaki sonraki yılların ana rengini verecektir. Ancak bu durum, Osmanlı Türkiye'sinin Batı ile yaşadığı çatışma ve problemlerin üzerini örtemez, örtmemeli... Türkiye'nin devleti, modern ve güçlü bir devlet yapma amacıyla yürüttüğü reformların Batı ülkelerinin kurum ve anlayışlarını esas alması, Batı ülkeleriyle yer yer beka meselesine dönüşen mücadelesinin üzerini örtmesi, Soğuk Savaş döneminin ve Batıcı çevrelerin ideolojik bakışlarının "büyük trajik başarısı"dır. Bugün bu trajik başarının sarsılması, hem Batı'da hem de Türkiye'deki Batıcı çevrelerde şaşkınlık, kızgınlık ve nefret yaratması bu bakımdan anlaşılabilir bir reaksiyondur. Bu reaksiyondan önce Türkiye, bölge ve dünya dengelerindeki değişmeleri dikkate alarak Batı'nın ve Batıcıların bu "büyük trajik başarısı"nın sona erme sürecinin anlaşılması lazımdır. Bu süreç anlaşılmadan, Türkiye'nin bugün yürüttüğü reformların Osmanlı Türk reformlarıyla devamlılık ve farklılıkları anlaşılamaz.

Dünya değişti

Kısaca ifade etmek gerekirse dünyadaki, bölgedeki ve Türkiye'deki gelişmeler bilhassa Soğuk Savaş döneminde yerleşmiş paradigmanın dünyada, bölgede ve Türkiye'de sarsılmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye'nin bu değişiklikleri okuması reform söylemi ve sürecinde devletin, modern ve güçlü devlet olması amacının esas alınmasına, Batılı müttefiklerin ikna edilmesinin gündemden düşmesine ve Türkiye'nin milli menfaat ve egemenliği ekseninde bir dengeleme dönemine geçişine yol açmıştır. Türkiye'nin Rusya, İran ve Çin karşısında ABD'nin talep ve çıkarlarını değil Türkiye'nin menfaat ve egemenliğini ön plana almasıyla Türkiye'nin önünde ABD'yi dengeleme imkanı ortaya çıkmıştır. Bu imkanı, Türkiye'nin Avrasyacılık, otoriterlik veya İslamcılığıyla izah etmeye çalışmanın artık ABD'nin menfaatlerini kaba bir şekilde savunmak dışında bir anlamının olmadığını Batılı çevreler dahi teslim etmektedir. Bir takım marjinal grupları, Türkiye'nin jeopolitik tercih ve dengeleme politikasıyla ilişkilendirmek, başarısız polemiklerin ötesine geçemeyecektir. Türkiye'de Batıcıların trajik başarılarının sona ermesi ve Türkiye- Batı ilişkilerinin yeniden tanzimi anlamına gelen bu dönemin dalgalanmaları, her alanda devam etmektedir. Türkiye'de Batıcılar, müstakil bir akım olmanın yanında her akımı paralel bir şekilde geçen bir yaygınlık göstermektedir. Bu bakımdan Batıcıların rahatsızlığını, her akım ve partinin içinde görmek mümkündür. Batıcılık, ideolojik ve jeopolitik bir bütünlük arz etmektedir. Onlara göre bu ikisi birlikte olmazsa, bir diğerinin şansı yoktur. Bu yorum Türkiye'nin Batı hiyerarşisine tamamen itaat etmemesi, Batı'nın takdiri dışında bir milli menfaat ve politika izlemesini macera, radikallik ve demokrasi dışında çökmüş yahut haydut devlet olması olarak değerlendirmektedir. Bu bakış açısıyla içeride anti-demokratik darbe vesayet rejimini, dışarıda Batı'nın uydu müttefikliğini uzun bir süre devam ettiren Batıcı zümre, bugün Türkiye'deki hakim gücünü kaybetmiştir. İçerideki vesayet rejiminin yıkılmasına ve dışarıda Batının artık eski güç ve cazibesinin kalmamasına rağmen, Batıcı zümre Türkiye için tek seçeneğin hala Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir uydu müttefiklik olduğunu iddia ediyor. Bu bakış açısının muhafazakar/İslamcı camia içinde de bir kolunun olduğu ve her reform çabasını eskiye dönmek için bir pazarlık kapısı olarak değerlendirmek istediği açıktır. Bu kolun, Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu ile sınırlı olmadığını söylemek lazım.

Türkiye uydu müttefik değil

Türkiye'deki bu Batıcı zümreden farklı olarak, Batı'nın içinde, jeopolitik durumla ideolojik durumu birbirinden ayırmak istidadında ve eğiliminde olan güçlü bir damarın ve jeopolitik aklın varlığı, Türkiye'deki Batıcı zümrenin elini giderek daha da zayıflatıyor. Türkiye, yeni bölge ve dünya okuması, politikası ve mücadelesiyle Batı'nın "uydu müttefiği" olmaktan çıkarak, bugün fiilen "bölgesel güç" haline gelmiş durumdadır. Türkiye'nin bölgesel güç olma realitesinin bölgede ve dünyada kabulü, Türkiye'nin reform söylemi ve politikasını Batı'nın ipotek ve hegemonyasından kurtarmış durumdadır. Bununla beraber şüphesiz reform söylemi ve reformların dış politikada ve Batı ile ilişkilerde hiçbir rolü olmadığı söylenemez. Ancak artık bu konu, talî bir konuya dönüşmüştür. Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinde jeopolitik birçok konunun varlığı, Türkiye- Batı ilişkilerinde yeni kapı ve senaryoların önünü açıyor.

Türkiye'nin devleti, modern ve güçlü bir devlet yapma hedefi değişmemiştir. Türkiye'nin modernleşme ve reform müktesabatı ile sosyolojisi, Türkiye'deki demokratik hukuk devleti düşüncesini yerli ve milli kılacak ölçüde güçlüdür. Bu bakımdan bazı Batılı ülkelerin ve Türkiye'deki bir kısım Batıcı zümrelerin bütün propagandaları hilafına, Türkiye'nin demokratik hukuk devleti olmak dışında bir arayışı ve savrulma ihtimali yoktur. Bugün itibarıyla reformların ilk amacı, Osmanlı'dan bugüne değişmemiştir: Devleti, modern, güçlü ve anayasal bir devlet haline getirmek... Ancak artık reformların amacı, Batı ile pazarlık yapmak veya Batı'yı ikna olmaktan çıkmıştır.

Egemenlik savaşı

Türkiye içeride vesayet sisteminden, dışarıda uydu müttefiklikten kurtulacak uzun ve sert bir egemenlik mücadelesini kesin bir şekilde kazandı. İçeride vesayet sistemi yıkıldı, dışarıda uydu müttefiklik sona erdi. İçeride vesayet sisteminin yarattığı üç ana mesele, yönetemeyen demokrasi, denetlemeyen ordu ve ideolojik milli güvenlik rejimi sona erdi. Cumhurbaşkanlığı sistemi, ordunun seçilmiş yönetimin emri altına alınması, iç güvenliğin ordudan tamamen ayrılması, saldırgan resmi ideolojinin törpülenmesiyle kimlik meseleleri demokratik bir sınıra çekildi. Devlet kapasitesi her türlü alanda olağanüstü güçlendi ve demokratik yönetimin talimatlarıyla yönetilebilir hale geldi. Müşterek milli kimlik, alt kimlikler inkar edilmeden zamana, demokratik rejime ve Türkiye'nin ekonomik başarısına emanet edildi. Ancak tek parti yönetiminden darbelere, soğuk savaştan vesayet rejimine, terörle mücadeleden olağanüstü hale, FETÖ'nün tasfiyesinden gayrı meşru soğuk savaş uygulamalarına kadar Türkiye'nin geçmişinden gelen engelleri tamamen temizlenmiş değildir. Bu geçmişten gelen engeller etrafında teşekkül etmiş siyasi kültür, siyasi elit ve siyasi partiler, problemleri hala tam anlamıyla çözmüş değildir. Sadece muhalefet değil, iktidar çevrelerinde de yeni duruma intibak etmekte zorlanan kadrolar mevcuttur. Türkiye'nin kazandığı egemenlik savaşına direnen yabancı ülkelerin, dış unsurların ve onlarla işbirliği yapan terör ve darbe organizasyonlarının mevcudiyeti, egemenlik savaşının devam edegelen mücadele alanlarına işaret etmektedir. Türkiye'nin bu bağlamda reformlarla, yeni duruma uygun bir şekilde "evin içini düzenlemesi" gayet tabiidir. "Evin içini düzenlemenin" elbette dış politikada da etkileri olacaktır. Ancak artık evin içindeki değişikliklerin birinci amacı dış politika değildir, kazanılmış egemenlik savaşının verdiği özgüvenin bir sonucudur.

Erdoğan ve AK Parti şimdiye kadar bütün ihtilafları demokratik zemine taşıyarak halk hakemliğinde çözmüştür. Bu itibarla bugün muhalefetle anayasa, insan hakları ve hukuk konularındaki anlaşmazlıkları da, demokratik zeminde bir tartışmaya dönüştürmesi kendi siyasi geleneğine ve tarzına uygundur. Bu konular etrafındaki problemler, salt mevzuat ve kurumsal yapılardaki değişikliklerle değil yapıcı bir geçmiş muhasebesi, hukuk ve siyaset kültüründeki zamana yayılmış değişmelerle kalıcı bir şekilde çözülebilecektir. Türkiye yukarıda ifade edildiği üzere, demokrasi meselelerindeki temel altyapı problemlerini çözmüştür. Reformlar, bu altyapının üzerine oturacak, zaman alacak üst yapı ve evin içinin tefriş edileceği ince işçilik çalışmaları olarak önümüzdeki dönemin konularıdır.

Taviz verilmeyecek

Türkiye'nin içeride ve dışarıda kazandığı egemenlik savaşında, taviz vermesini gerektirecek bir pozisyonu yoktur. Bu bağlamda İnsan Hakları Eylem Planı, yurt dışında Libya, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve Kafkaslarda mücadele eden Türkiye'nin evinin içini ve ahalinin hayat standartlarını yükseltecek yerli ve milli bir şekilde tefriş etme azmini ifade ediyor. Türkiye'nin içeride ve dışarıda terörle mücadelesine, dış politikadaki egemenlik savaşına bir engel yahut mücadele ettiği ülkelere bir taviz anlamına gelmiyor. Tabii ki, reformların Batı'daki Türkiye karşıtı lobi ve Batılı ülkelerin bunları kullanma gayretlerini engelleyecek hamleler olarak da bir işlevi vardır. Bununla beraber Türkiye'den "reform" adı altında bir taviz ve uzlaşma bekleyen Batı'nın ve Batıcıların şaşkınlığı, şunu fark etmelerinden ileri geliyor: Türkiye, kendisi için reform yapıyor. Daha güçlü, modern ve anayasal bir devlet için... Vatandaşların demokratik taleplerini karşılamak için...

[email protected]