Rezil olunmayan durumlardan vezirlik performansı çıkarmak

Röportaj: Hale Kaplan
2.10.2021

Yeni meslekler ve iş tanımları üzerine çalışmalar yapan Sosyolog Dr. Fatma Barbarosoğlu, Seda Sayan'ın programına katılıp göbek atan doktor olayını yorumladı: "En kolay performans sergileme yöntemi göbek atmak, horon tepmek vs. 'Mezarlıkta göbek atan kadın işçi', 'Direksiyon başında horon tepen tır şöförü' gibi onlarca haber bulabilirsiniz. İnsanlar bütün bunları 'haber olmak' için yapıyor. Haber olunca rezil olmak değil belki bir ihtimal 'vezir' olmak umudu var. Dolayısıyla sosyal medya hayatımıza girdikten sonra 'performans toplumu' sınırları içinde mesleki haysiyet tartışmasını yeni bir bakış açısı ile değerlendirmemiz gerekiyor."


Rezil olunmayan durumlardan vezirlik performansı çıkarmak

Yeni meslekler ve 21. yüzyılın iş tanımı üzerine çalıştığınızı biliyorum. Sabah programında dans eden kadın doktor tartışmasını değerlendirmenizi istesem...

Değerlendirme için ilk basamak değerlendirilecek olayın tasvir edilmesi. O halde olayı tasvir edelim. 2021 Eylül ayının herkesi ilgilendiren son gündemi "hunharca dans eden kadın cerrah" oldu. Kalp damar cerrahı operatör doktor Banu Küçükpolat, Seda Sayan'ın sabah programında mesleki bilgilerini paylaşmış yani programa kalp damar cerrahı olarak katılmış sonra da programın kapanışını "ille de roman olsun" havası ile "mühür"lemiş. (Mühürlemek kelimesini serbest çağrışım olarak herkesin kelime hanesine maya olarak bırakalım.) Seda Sayan doktorun "dans şovu" başlamadan önce kendisine verdiği bilgiler için "hocam" diyerek teşekkür ediyor, "bu doktora da gidilir dedikten sonra "ille de roman olsun" havası eşliğinde şovu başlatıyor. Dikkat çekici olan nokta şu: Seda Sayan kırmızı ve fakat günün saatine ve mekana uygun bir kıyafet içinde sadece eli ile tempo tutup "ciddiyetini muhafaza ederken", kına gecesi kıyafeti içindeki Operatör Doktor Banu Hanım kendinden geçiyor. Deli deliyi görünce değneğini saklardan ziyade "sahneyi sahibine bırakmak" gibi bir jest söz konusu. Bu kendinden geçişi, ekşi sözlük yazarları "hunharca dans eden" etiketi ile tanımlamış.

Operatör doktorun bu dansı bir meslektaşı, Prof. Dr. Vedat Bulut tarafından Tabipler Odasına şikayet edildiği haberi ile birlikte derhal "hayat tarzı" refleksi ortaya çıktı ve beklenileceği üzerine ilk yazı Fatih Altaylı'dan geldi.

Fatih Altaylı 28 Şubat günlerinden kalma refleksi ile aman sekülerlerin dans etme özgürlüğüne laf mı eden var diyerek "olayı" köşe yazısı yapınca "çarşı her şeye karşı" sloganı devreye girdi, milli sporumuz olarak yanlış yerden başlayan tartışma ses getirdi.

Yanlış yerden başlayan tartışma derken esasında neyi kast ediyorsunuz?

Tartışmayı yanlış yerden başlatan olay bizde daima kadın bedeni üzerinden cereyan eder. Söylediğimin daha kolay anlaşılması için... Mesela programa katılan kalp damar cerrahı bir erkek olsaydı ve diyelim ki Seda Sayan'ın programına Kuğu Gölü balesinden bir müzik eşliğinde bir baletlerin giydiği tayt ile figürler gösterseydi... Programa biraz sonra dans edeceği için tayt ile katılmış olsaydı cümlesinin altını çizelim. Bu program bir meslektaşı tarafından şikayet edilmiş olsaydı konu medyaya düşmezdi.

Ama bu dediğiniz Seda Sayan'ın programı için pek uygun kaçmaz...

Neden uygun kaçmaz? Çünkü ses getirmez. Ses getirecek olsa "Sabahın sultanı" böyle bir sahne için zevkle ortam hazırlardı.

Ses getirmeyeceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

"Hunharca dans eden kadın doktor" haberleri gündeme düştüğünde Cüneyt Özdemir kalp cerrahı bir doktorun videosunu paylaştı 29 Eylül'de, Youtube programında. Video diyetisyen Dilara Koçak'ın Eylül 2014'teki programına ait. Üzerlerinde ameliyathane kıyafetleri, birkaç meslektaşı ile birlikte Prof. Dr. Birgün Sönmez henüz ayılmakta olan hastanın başında "oda müziği" icra ediyorlar. Cüneyt Özdemir bu iki videoyu aynı kategoride göstererek "Buna kızmıyorsunuz da buna mı kızıyorsunuz?" diye soruyor. Hastanın başında müzik çalınması değil ama hastanın başında müzik icra edilişinin tv ekiplerince kameraya alınmasına itiraz etmemiz gerekiyor. Yoğun bakımdasınız ve bir tv ekibi tarafından "doktorunuzun performansı" kayda alınırken siz fon oluyorsunuz. Düşününüz, yoğun bakıma hasta yakınları dahi giremez iken bütün bir tv ekibi orada. Ne için? Meslektaşları Birgün Sönmez'i hasta mahremiyeti ve risk açısından Tabibler Birliği'ne şikayet etmiş miydi? Hayır. Kamuoyunda tartışılmış mıydı? Hayır. Niye tartışmıyoruz? Oysa bu tam da tartışılması gereken bir konu. Kamusal sınırlar söz konusu olduğunda bu sınırlar için nitelikli bir tartışma yürütmemiz gerekiyor.

Nitelikli tartışma derken neyi kast ediyorsunuz?

Geleneksel medya sosyal medya karşısında kendi duruşunu koruyamadığı gibi sosyal medyadan rol çalma telaşı ile kan kaybediyor. Ne demek istiyorum? Sosyal medyada "sıradan insanlar" , "sıra dışı olmak" kitlenin içinden seçilmek için her gün performans sergiliyor. En kolay performans sergileme yöntemi de göbek atmak, horon tepmek vs. Her meslekten "göbek atma, dans etme" haberini bulmanız mümkün. "Mezarlıkta müzik eşliğinde göbek atan kadın işçi", "Direksiyon başında horon tepen tır şöförü" gibi onlarca haber bulabilirsiniz. İnsanlar bütün bunları "haber olmak" için yapıyor. Haber olunca rezil olmak değil belki bir ihtimal "vezir" olmak umudu var. Dolayısıyla sosyal medya hayatımıza girdikten sonra "performans toplumu" sınırları içinde mesleki haysiyet tartışmasını yeni bir bakış açısı ile değerlendirmemiz gerekiyor.

Konunun bir başka boyutu da gelen eleştirilere "düşünce, ifade, eylem özgürlüğü" söylemiyle cevap verilmesi. Eleştiri özgürlüğüne aynı şefkatle yaklaşılmıyor ama...

Eleştiri özgürlüğüne neden aynı şefkatle yaklaşılmıyor, kavramlarla düşünmeyi başaramadığımız için. Her türlü meseleyi özel hayat, kişisel özgürlük kategorisine tıkıştırma hali hal olmaktan çıkıp kemikleşmiş bir duruşa dönüşüyor. Cumhuriyet modernleşmesinin "gardropçu" baskısı 2021'lerde hala varlığını sürdürüyor. Velhasıl her türlü meseleyi özel hayat, kişisel özgürlük kategorisine tıkıştırma hali hiç hız kesmiyor. Vuku bulmuş bir olayı sosyal bilimciler kavramlarla belli bir mesafeden tartışabilmeli. Ama bizde yürürlükte olan genellikle asayiş şube müdürlüğü ve Cumhuriyet Başsavcısı edası. Meseleyi anlamak, analiz etmek zor geldiği için "suçlayan taraf" olmanın rahatlığı her kesimde hakim. Mesafe demişken... Mesela bizde görev tanımı neredeyse hiç yoktur. Görev tanımı olmayınca istekler ve tepkiler tamamen kişisel kaprisler ve şikayetler üzerinden yürürlüğe giriyor. Hal böyle olunca aşırı beklenti ile sıfır ilgi yan yana yürüyor.

"Müzik yapan, dans eden, neşeli olan iyidir, güvenirim" kabulü de dikkatimi çeken yorumlardan. Oysa kamuflaja da bir o kadar müsait bu durum.

Görev tanımı yapılamayınca, liyakat ağır yara alınca " eğlencesini yitiren Türkiye" klişesine neşeli insan güvenilirdir kabulü iyi geliyor. Diğer taraftan sosyal medyanın nitelik yerine niceliği geçiren rakama dayalı üstünlüğünde yapılan iş üzerinden değil anlatılan/sahip olunan hikaye üzerinden kişiler "ünlü/mühim" hanesine taşınmak istiyor. Hal böyle olunca ne "oryantal yapan doktora" destek verenler neden desteklediğini biliyor ne de yakışmadı diyenler neden yakışmadığı konusunda zihinlerini netleştirme yoluna gidiyor.

Tabipler Birliği'ne şikayet dilekçesi veren Prof. Dr. Vedat Bulut'un tepkisini tam olarak nereye koymak gerekiyor?

Bu soru eleştirel mesafe konusundaki tavrımızı çok net bir şekilde analiz etme imkanı veriyor. Prof. Dr. Vedat Bulut bir meslektaşını mesleki ilkelere aykırı davrandığı gerekçesi ile bağlı olduğu meslek birliğine şikayet ediyor. Şikayet etme hakkı var mı? Evet var. Çünkü "Sabahın Sultanı" programında önce tıbbı bilgiler paylaşıp ardından "oryantal yapan" doktoru meslektaşlarının tıp etiği açısından değerlendirme hakkı var. Burada verilmiş dilekçe üzerinden değil verilmemiş dilekçeler üzerinden ilerlememiz gerekiyor. Mesela niye şimdiye kadar erkek psikiyatristler Türk Tabipler Birliği'ne şikayet edilmedi. İlk aklıma gelen örnek Müge Anlı' nın programında anne ve babasını öldürmek suçu ile aylarca ekranlarda taciz ve tahkir edilen Konyalı Büşra. programda hukukçu sıfatı ile bulunan şahıs da psikiyatrist sıfatı ile bulunan şahıs da, Büşra'yı defalarca suçladılar. Ekran savcılığına soyunmuş programlarda adaletin en temel ilkesi olan "suçu ispatlanıncaya kadar herkes suçsuzdur" ilkesi çiğneniyor ve bu konuda ne Baro'ya ne de Tabipler Odası'na yazılan şikayet dilekçesinden haberdar olmuyoruz. Dolayısıyla eğlencenin sosyal medya üzerinden bağımlılığa dönüştüğü bir dünyada "iş ahlakı" meselesini ciddiyetle ele almamız gerekiyor.