Râhibeyi bile Müslüman eden kitap İslâm'a Giriş

Cemal Aydın / Yazar
6.02.2021

Diyanet İşleri Yayınları arasında aynı adı taşıyan bir başka kitabın yayınlanmış olduğunu hayretle gördüm. İngilizcesi, Fransızcası ve Almancası ile 1950'li yıllardan beri İslâm'a Giriş kitabı, dünyada tam anlamıyla bir marka olmuşken, aynı adla böyle bir kitap nasıl yayımlanabilir, doğrusu çok şaşırdım.


Râhibeyi bile Müslüman eden kitap İslâm'a Giriş

Yıllar önce kendisine 'İslâm'a Giriş' kitabını tercüme ettiğimi söylediğimde, Çanakkale Mahşeri romanı başta olmak üzere pek çok kıymetli eserde imzası bulunan, hukuk doktorasını da Almanya'da yapmış olan Mehmed Niyazi Bey şöyle demişti: "Çok iyi yapmışsın, çünkü o kitap gerçek bir hidayet pınarıdır. Ben Almanya'dayken bizzat görüp yaşadım. O kitabı okuyan pek çok akademiker Müslüman oldu. O sayı şimdilerde kim bilir kaç binleri bulmuştur!"

Bir ara Fransa'da bulunan ve Şifa Tefsiri'nin yazarı Mahmut Toptaş Hoca da şunu anlatmıştı: "Bir gün işçi arkadaşlar bana 'Hocam, fırın sahibi bir hanım var. Bize hocanızı getirin, kendisiyle İslâm konusunda tartışma yapacağım' diyor. Gelseniz de sizi onunla tanıştırsak ve tartışsanız' teklifinde bulundular. Onlara 'peki' dedikten sonra kendi kendime, 'Fransızcam yeterli değil, tercümanlık edecek arkadaş da benim dediklerimi pek doğru tercüme edemeyebilir. En iyisi ben ona bir kitap vereyim ondan sonra tartışalım' dedim. Hamidullah Hoca'nın 'İslâm'a Giriş' kitabının Fransızcasını satın aldım ve yanımda o kitapla fırıncı hanımın yanına gittim. Hoşbeşten sonra ben kendisine 'Hanımefendi, siz lütfen önce şu kitabı bir okuyun, ondan sonra tartışalım' dedim. Hemen 'Ben İslâm hakkında birçok kitap okudum, gerek yok onu okumama, size soracaklarım var, siz benim sorularıma cevap verin!' dedi. Hangi kitapları okuduğunu sordum, hepsinin eser ve yazar adlarını verdi. Kendisine 'Efendim, sizin o okuduğunuz kitapların yazarları İslâm'ı kendi özünde yaşamayan ve İslâm'la gönül bağı olmayan insanlar. Şu kitabın yazarı ise, bizim arkasında namaz kılabileceğimiz pırıl pırıl bir Müslüman âlim. İslâm'ı her yönüyle bizzat yaşayan ve 'İşte Müslüman!' diyebileceğimiz biri. Hâfızdır, Fransızca Kur'ân meâli hazırlamış ve Peygamberimizin hayatını da yazmıştır. En az altı lisan bilir. Siz onun bu kitabını okuyun, ondan sonra tartışalım veya sorularınıza cevap vereyim' dedim. Kabul etti. Bir hafta veya on gün sonra beni tekrar çağırdı. Kitabı dikkatle okuduğunu göstermek için bana uzattı. Baktım, pek çok yerin altını çizmiş. Kendisine, 'Buyurun, şimdi sorun soracaklarınızı' dedim. Bana, 'Beyefendi, size soracağım hiçbir sorum kalmadı, bütün cevapları ben bu kitapta buldum. Şayet bir mesele olmasaydı, bu kitabı okuduktan sonra benim Müslüman olmam gerekirdi' dedi. 'Nedir o mesele?' diye sordum. 'Ben çocukluğumdan beri domuz sucuğuna bayılırım. Domuz eti yasağı olmasaydı, hemen Müslüman olurdum' cevabını verdi. Ben de kendisine, 'Hanımefendi, siz Müslüman olun, domuz sucuğunu da yemeye devam edin!' dedim. Bana 'Nasıl olur, hem Müslüman olacağım, hem de yasak olan domuz etini yiyeceğim? Hiç mümkün mü?' diye itiraz etti. Ben de 'Efendim, mümkün. Bakın, beni sizinle tanıştıran bu arkadaşların hepsi de Müslüman. Bunlar benim yanımda, bana saygılarından dolayı içki içmezler, ama kendi aralarında 'Allah affetsin!' diyerek zaman zaman kafa çekerler. Bunlarınki oluyor da sizinki niye olmasın? Siz Müslüman olun ve 'Yârabbi, dayanamıyorum, beni affet! diyerek domuz eti yemeye devam edin!' dedim. Önce şaşırdı, sonra tebessüm etti ve 'Peki, bir düşüneyim' dedi. Çok geçmeden ben Türkiye'ye döndüm. Bir ay sonra o işçi arkadaşlardan bir mektup geldi, mektupta 'Hocam, o hanım Müslüman oldu! Domuz eti yemeyi de bıraktı!' yazıyordu."

Kalpleri yumuşatan Allah

Çok değerli sanatçımız Hasan Aycın da şunu anlatmıştı: "İngiltere'de, Üniversitede bir gün bir İngiliz genç, Pakistanlı arkadaşının derse gelmediğini görünce merak eder, hasta olduğunu öğrenir. Kendisini ziyarete gider, hoş geldin, geçmiş olsunlardan sonra İngiliz genç ziyarete geldiğine pişman olur, çünkü aralarında konuşulabilecek pek bir şey olmadığını görür. Fakat hemen geri dönmek de ayıp olacağı için, biraz oyalanabilmek maksadıyla, hasta arkadaşının küçük kitaplığına şöyle bir göz atmaya yönelir. Rastgele bir kitabı alır, açar, bir yerini okur ve hemen ardından Pakistanlı arkadaşına 'Ben nasıl Müslüman olabilirim?' diye sorar. Şaşıran arkadaşı 'Ne oldu?' diye sorar. O da, 'Yıllardır bir türlü bulamadığım sorunun cevabını buldum!' karşılığını verir. Gencin göz attığı ve içinden bir sayfasını okuyup da Müslüman olduğu kitap İslâm'a Giriş'tir. Müslüman olduğunu öğrenince Lord olan babası kendisini evlatlıktan reddeder, o da Türkiye'ye gelir, Bursa'da kalır ve Hasan Aycın'a şunu söyler: 'Bana İslâm'ı nasip eden Allah, elbette babamın da kalbini yumuşatacaktır!' Dediği olur, çok geçmeden annesinden, babasının kendisini beklediğini yazan bir mektup gelir. O da İngiltere'ye döner."

Muhammed Hamidullah Hoca ile çok görüşmem oldu. Bir gün bana bir râhibenin İslâm'a Giriş kitabını okuduktan sonra kendisine gelip bazı sorular sorduğunu ve ardından da Müslüman olduğunu anlatmıştı. Hıristiyanlık'ta râhibeler ve keşişler, yemin ederek kendilerini tam anlamıyla Allah'a adayan kimselerdir. Tanıdığım râhibeler ve keşişler oldu. Kendi dinlerini tavizsiz yaşayanlardır onlar. Bu bakımdan onlardan birinin Müslüman olması son derece zordur. Fakat Hamidullah gibi içi ihlaslı ve takvâlı bir Müslüman onları da etkileyebiliyor. Almanya'da üniversite hocası olan genç bir dostum bana bir gün "Ah hocam, Almanya'da şu an Muhammed Hamidullah gibi her bakımdan nümune olabilecek bir âlim olsa, Almanlar çarçabuk İslâmlaşır!" demişti.

Nitekim Prof. Dr. Salih Tuğ anlatmıştı: "Hamidullah Hoca'nın kaldığı eve gittik. Kendisi yoktu. Ev sahibesine nasıl biri olduğunu sorduk. 'Eğer bu adam Hıristiyan olsaydı, daha hayattayken kendisini aziz ilân ederlerdi' cevabını verdi."

Yine Salih Tuğ hocamız anlattı: "İyice yaşlanınca, yeğenleri kendisini Paris'ten alıp Amerika'ya götürmüşler. Aklî melekeleri hayli zayıflamış, pek aklı ermez hale gelmişken bile, Cuma namazını asla unutmamış. Mutlaka duvar takvimine bakar ve o dermansız haliyle, yol iz de bilmezken ille de camiye gitmek ister ve onlar da götürürlermiş. Yeğeni bir gün bir kurnazlık edip takvimdeki bütün Cuma yazan yaprakları koparmış ve ancak öyle kendisini durdurabilmişler."

Yazdıklarından telif almazdı

Kısacası, Muhammed Hamidullah, İslâm'ı hakkıyla yaşamış, "günah olabilir" korkusuyla fotoğraf bile çektirmekten kaçınmış, çok mübarek bir adamdı. Hiçbir kitabından, hiçbir makalesinden telif almamıştı. Çünkü o, bunları Allah'ın yolunda cihad olarak görüyordu. Hem zaten kendisi seyyid idi, yani Peygamberimizin torunlarındandı. Çağımızda İslâm cihadını fikir alanında yapan ve her milletten on binlerce ve belki de yüz binlerce insanın hidayetine vesile olan ve olmakta da devam eden, ermiş veya veli diyebileceğimiz biriydi.

İslâm hakkında kitaplar yazan ve güya tarafsız gibi görünen oryantalistlerin kitaplarını okur, onların hatalarını bir mektupla kendilerine bildirir ve sonraki baskıda düzeltmelerini rica ederdi. Ben kendisine o sıralarda satın aldığım Fransız müsteşriki Louis Gardet (Lui Garde)'nin İslâm'la ilgili önemli bir kitabı hakkında ne düşündüğünü sormuştum. Bana "Çok hata var, ben kendisine sekiz sayfalık bir düzeltme gönderdim" demişti. İslâm konusunda çok titizdi. Dinimize toz kondurulmasına asla müsaade etmezdi.

Fransız oryantalistler kendisine az zulmetmediler. Onun bir ajan olduğunu, ne bileyim hangi örgütün elemanı bulunduğunu iddia ederek polis ve gizi polis aracılığıyla hayli baskı yaptırdılar. Yurt dışından dönüşünde elbiselerini dahi zorla çıkartıp üzerini baştan sona arattırmak gibi zulümlere maruz bıraktılar. Çünkü müsteşriklerin, dört dörtlük bir Müslüman olan Hamidullah'ın gerçek İslâm'ı ortaya koymasına, kendilerinin Batı kamuoyunu İslâm'dan uzak tutmak için yazdıkları kitaplardaki görüşlerini çürütmesine, tahammülleri yoktu.

Bir zamanlar olduğu gibi şimdilerde de onun aleyhinde yazan ve konuşan kimselerden söz edilince hayret ediyorum. Muhammed Hamidullah'ı hiç Allah'tan korkmadan "kâfir" ve "din tahripçisi" ilân edenler, acaba kaç kişinin hidayetine vesile olmuşlar? Onu tekfir edenlere "Birini kâfir ilân etmek için şart nedir?" diye sorsanız, size hemen Ehl-i Sünnet ulemâsının şu fetvasını söylerler: "Birinin küfrüne (kâfirliğine) doksan dokuz delil olsa, Müslüman olduğuna dair de tek bir delil bulunsa, o tek delil üzerinden onun Müslüman olduğuna hükmedilir." Bu fetvayı veya bu içtihadı bildiği halde, gerek Muhammed Hamidullah'ı gerekse, başkalarını tekfir edenler, çok büyük bir vebal altında olduklarını bilmiyorlar mı?

Ayrıca Ehl-i Sünnet âlimlerine göre, bir kişiye kâfir dediğinizde, şayet o kâfir değilse, o küfür size döner, yani siz kâfir durumuna düşersiniz. Âhirette Hamidullah Hoca "Yârabbi, beni kâfir ilân edip kitaplarımın okunmasına mani olan şu kimselerden benim hakkımı al!" diyecek olursa, vay halinize! Sizler orada "Yârabbi, şeyh efendimiz böyle buyurmuştu, ünlü hocamız öyle demişti, üstadımız bunu söylemişti!" diyerek kendinizi kurtaramazsınız. Onların hesabı kendilerine, sizin hesabınız da sizedir. "Biz büyüklerimize uyduk!" mazereti sizleri kurtarmaz.

Kalplerini yarıp da baktın mı?

Hatırlayın "Lâilâhe illallah, Muhammedü'r-Resulullah!" diye çığrışan kimselerin kafalarını vurduran o İslâm komutanına Allah Resulü Efendimiz nasıl ağır bir şekilde sitem etmişti. Komutanın "Ey Allah'ın Elçisi, onlar Müslüman değillerdi ki! Sırf canlarını kurtarmak için öyle bağırıyorlardı!" sözüne karşılık, ona şu altından kalkılmaz soruyu yöneltmişti: "Kalplerini yarıp da baktın mı?" Ve o komutan çok perişan olmuş ve "Keşke daha önce değil, daha sonra müslüman olsaydım da, o ayıplama bana yapılmasaydı!" demişti.

İslâm'a Giriş kitabı, İslâm hakkında en özlü bilgileri, en derli toplu şekilde veren, İslâm hakkında bilgi sahibi olmak isteyen herkese tavsiye edilebilecek sahasında en önemli ve en özlü kitaptır.

Bu arada Sayın Diyanet İşleri Başkanımızdan iki istirhamım var: Birincisi, Diyanet Vakfı Yayınları arasında çıkan İslâm'a Giriş kitabının, yeniden gözden geçirilmiş Türkçe son baskısından hareketle, daha önce başka dillere çevrilen kitapları lütfen gözden geçirtip gerekli düzeltmelerin yapılmasını sağlayın. Kapağıyla ve iç düzeniyle albenisi olmasına da lütfen özen göstertin. İkincisi, Diyanet İşleri Yayınları arasında aynı adı taşıyan bir başka kitabın yayınlanmış olduğunu hayretle gördüm. İngilizcesi, Fransızcası ve Almancası ile 1950'li yıllardan beri İslâm'a Giriş kitabı, dünyada tam anlamıyla bir marka olmuşken, aynı adla, üstelik de sizin diğer bir kurumunuzda böyle bir kitap nasıl yayımlanabilir, doğrusu çok şaşırdım. Bu apaçık bir "intihal" değil midir? Bunun yapılması sizin müessesenize asla ve kat'a yakışmaz. Lütfen o kitabı satıştan çektirin ve ille de yayımlaması gerekiyorsa da, adını değiştirtip öyle yayımlatın efendim. Hürmetlerimle.

[email protected]