Rical-i Gayb’den FETÖ’ye paralel devlet tarihi

Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu / Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi
24.12.2016

Avrupa’yı örnek almaya başladığımız tarih olan 1789, aynı zamanda Batı kontrolündeki paralel yapıların da Osmanlı’ya sızmaya başladığı tarihtir. Paşalar, aydınlar ve Jön Türklerle başlayan süreç FETÖ üzerinden devam etmektedir. Türkiye’de son 140 yılda neredeyse 10 darbe yapılmış, sadece son darbe başarısız olmuştur.


Rical-i Gayb’den FETÖ’ye paralel devlet tarihi

Ülkemizin öncelikle askeri alandaki yenilgilerini telafi etmek için Avrupa’yı örnek almaya başladığı tarih olan 1789, aynı zamanda Batı kontrolündeki paralel yapıların da Osmanlı’ya sızmaya başladığı tarihtir. Paşalar, aydınlar(!) ve Jön Türklerle başlayan süreç FETÖ üzerinden devam etmektedir. Tarihsel açıdan bakıldığında bu sürecin bizde Jön Türkler ve FETÖ, İran’da Molla rejimi, Afganistan’da Taliban, Nijerya’da Boko Haram, Somali’de El Şebbab’a kadar uzandığını görebilmekteyiz. Bu çalışmada ülkemizdeki paralel devlet tarihi analiz edilmeye çalışılacaktır.

Sultan Abdülaziz’in katli

Ülkemizde Batı merkezli ilk darbe olan Abdülaziz’in iktidardan düşürülmesinde, kindar, ahlaksızlığıyla meşhur ve İngiliz elçiliğinin sarhoş müdavimlerinden olan Genelkurmay Başkanı Hüseyin Avni Paşa ve tarihte ilk defa, Hıristiyan âleminin temsilcisini makamında ziyaret eden Mason Hayrullah Efendi (Diğeri de FETÖ lideriydi) kullanılmıştır. Darbe sırasında Türkçe dahi bilmeyen Suriye Arapları kökenli 300 Harbiye talebesi Dolmabahçe Sarayı’nın kontrolü için getirilmiştir. 30 Mayıs 1876 yılında gerçekleştirilen bu darbeye dini meşruiyet verilmesi için Şerif Abdülmuttalib Efendi ile irtibata geçilmiş, ancak Abdülmuttalib Efendi buna rıza göstermeyince mason Hayrullah Efendi işi üslenmiş ve şu fetvayı yayımlamıştı: “Halife olan kişi, deli ve politikadan anlamaz olup, devlet hazinesini milletin takat ve tahammül edemeyeceği mertebede şahsi masraflarına sarf etmekle, din ve dünya işlerini karıştırmakla yani dinden sapmakla makamında kalmış olsa, tahttan indirilmesi lazım olur mu? Cenab-ı Hak bilir ki, olur.”

Hanedan üyeleri sarayı boşalttıktan sonra Osmanlı devlet tarihinde yüz kızartıcı olaylar yaşanmıştır. Darbeciler tarafından sarayın kadınlarına hakaret edilmiş, devlet ve saray hazinesi yağmalanmıştır. 15 yıl tahta kalan, Osmanlı Donanması’nı dünyada iki numara yapan Sultan Abdülaziz, İngilizlerin kuklası olan mason Midhat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa liderliğindeki hainler ve İngiliz elçiliğinin desteğiyle şehit edilmiştir.

Hindistan yolu üzerinde bir engel olan Osmanlı’yı kontrol etmek isteyen İngiltere’nin en büyük arzusu, deli olarak bilinen V. Murad’ı Padişah ve Midhat Paşa’yı da sadrazam görmekti. İngiliz istihbarat servisi olan BIS (British Intelligence Service) önderliğinde Yahudi bankerler, bankalar ve mason locaları Sultan Abdülaziz’i hedef tahtasına koymuşlardı.

Yıldız Sarayı’nın yağmalanması

 Amcası Abdülaziz’in katillerini Taif zindanlarında eriten II. Abdülhamid, iç ve dış siyaseti yaşayarak öğrenecek ve bunları marangozhanesinde, para, insan ve dış desteksiz, tek başına adeta kündekari yöntemiyle yeni bir minber yapacaktı. Batmakta olan Osmanlı ve İslam dünyası gemilerini İttihat-ı İslam politikasıyla birleştiren II. Abdülhamid, Abdülaziz’den ders çıkartarak İngilizleri bu politikayla kımıldayamaz hale getirmiştir. Sultan Abdülaziz’in katili mason şeyhülislam Hayrullah’ı ve Mithat Paşa’yı Taif zindanlarında boğdurduktan sonra, Çin, Hindistan ve İrlanda’ya bile yardım eden Sultan, Japonlara da dostluk için Ertuğrul gemisini göndermiştir.

Tüm Avrupa’nın desteğine rağmen Jön Türkleri 1908 darbesinden önce, defalarca yenilgiye uğratan Sultan II. Abdülhamid, Anadolu’yu demir yollarla ördüğü gibi mekteplerle de donatmıştır. Halife, Sultan, Maarifperver ve Bave Kürdan (Kürdlerin Babası) da olarak bilinen Sultan için, 1906 Eylül’ünde Selanik’te kurulan “Osmanlı Hürriyet Cephesi (OHC)”, Makedonya ve Trakya’daki 3. ve 2. ordularının subayları arasında yayılan ittihatçılık, sonun başlangıcı olur. İttihat ve Terakki, Paris merkezli İTC’yle birleştirilerek 23 Temmuz 1908 darbesi yapılır.

II. Abdülhamid’in devrilmesinin siyasi sonuçları şunlardır:

1-Enver, Talat ve Cemal Paşaların arkasında rical-i gayb (Görünmezler. FETÖ’nun da radyo ve TV’lerinde aynı adla diziler vardı) olarak hala bilemediklerimiz vardır. Yıldız Saray’ını yağmalayan, milyonlarca evrakı yakan bu güruh da işleri bittikten sonra muhtemelen aynı kişiler tarafından Berlin ve Tiflis’te ortadan kaldırıldı (II. Abdülhamid’in bedduasını okuyalım).

2-Devlette basit ve çeteci adamların hızla yükseltilmesi sağlanmış ve ülke I. Dünya Savaşı’na Almanların iki gemi tuzağıyla sokulmuştur.

3-Osmanlı İmparatorluğu dağıldı ve Ortadoğu adıyla günümüze kadar dünya siyasi tarihin en kanlı bölgesi ortaya çıktı.

Selameti Umumiye Komitesi

Milletin ölüm kalım savaşını verdiği bir durumda TBMM’nin Ankara’ya taşınmasından sonra Jön Türk zihniyetinin de Ankara’ya taşındığını görmekteyiz. Birinci ve ikinci grup olarak şekillenen bu yapıda; muhafazakâr ikinci grup için öncelik vatanın, milletin, dinin ve namusun kurtulması idi. Kazım, Fevzi, Rauf ve Ali Fuat Paşaların liderliğindeki bu grup ile Dersimli Diyap Ağa aynı düşünmekteydi: Yunanlılar Ankara’ya gelecek olsalar, Meclis’in etrafında siper kazıp savaşacaklardı. Aynen 15 Temmuz darbe girişiminde, köprüdeki ilk şehitlerin Urfalı ve Diyarbakırlı olmaları gibi. İkinci grubun aşırı güçlenmesi üzerine İttihatçı zihniyet devreye girer, gizli Selameti Umumiye teşkilatı ile o da etkisiz hale getirilir. Dönemin başbakanlarından olan Rauf Orbay ikinci grubun kuruluş gerekçelerinden birinin Selameti Umumiye Komitesi adındaki gizli örgütlenmenin Meclis üzerinde baskı kurmaya çalışması olduğunu belirtir ve şöyle der: “‘Bu otuz beşler tam bir tesânüt (işbirliği) halinde hareket ediyor ve evlerde gizli oturumlar tertip ederek Meclis ruznâmesindeki maddeleri müzakereye ve neticeye bağlıyordu. Zümrede verilen kararlar Birinci Grup müzakerelerinden evvel yakın arkadaşlara telkin ediliyor ve grup içtimalarında müdafaa edilerek grup ekseriyetinin kararına iktiran ettiriliyordu.”

Çerkez Ethem’in saf dışı edilmesi, Topal Osman ve Ali Şükrü’nün öldürülmesi, Bediüzzaman ve Mustafa Kemal’in kavgası, istiklal Mahkemeleri, İzmir suikastı iddiası ve Kazım Karabekir liderliğindeki milleti oluşturan ikinci grubun pasifize edilmesi (TPCF kapatılması), Şeyh Said ve Menemen isyanı yalanları, paralel yapının önemli kanıtları olarak görülmektedir.

DP İktidarı ve Gladio 

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin tehdidiyle korkutulan Türkiye, çok partili siyasal hayata geçmiş, Kore’ye dahi asker göndermiştir. Binlerce askerin ölmesinden sonra 1952 yılında NATO’ya dahil oluruz. Ancak şu noktaya dikkat edelim: Biz daha NATO’ya alınmadan önce ABD’nin uzun kollarından olan Gladio çoktan (1948) ülkemize girmişti bile. Suriye sınırına mayın döşetilmesi, Menderes’in Londra’da uçağının düş(ürül)mesi, Kıbrıs ve 6-7 Eylül olayları mükemmel özel harp operasyonları olarak hafızalara kazınmıştır.

İlginçtir ki bugünkü FETÖ gibi DP’nin iktidara gelmesinden sonra, Atatürk’ün meydanlardaki heykellerine ve okullardaki büstlerine karşı saldırılar artmıştı. Ticani Tarikatı üyeleri tarafından, gerçekleştirilen saldırıların önüne geçilmek istenmişti. Çünkü CHP bu olayların üzerinden DP’ye saldırmakta ve askeri kışkırtmaktaydı. Ezan Arapça okunmalı diyen, Menderes’e bedel ödetilmek isteniyordu. Ama Adnan Menderes failleri gayet iyi biliyordu: “Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum.”

Enteresandır ki; Adnan Menderes ve iki arkadaşı idam edildikten sonra sivil ve siyasi hayat kadar en ağır kıyım askeriyede yaşanmıştır. 27 Mayıs darbesinden sonra (290 generalden) 275 general ve amiral, 7 bin albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subay ordudan tasfiye edilmişti. ABD Büyükelçisi Warren’in 11 Ağustos 1960 tarihli raporuna göre, emekliye sevk edilen subaylar, generallerin yüzde 90’ı, albayların yüzde 55’i, yarbayların yüzde 40’ı, binbaşıların da yüzde 5’iydi. Emekli İnkılâp Subayları (EMİNSU) olarak bilinen bu tasfiye hareketinin finansmanı ise tamamen ABD’den temin edilmişti.

Anadolu İhtilali 

2002 yılından bu yana yapılan seçimlerin tamamında Recep Tayyip Erdoğan birinci adam, partisi de birinci parti olmuştur. Şu ana kadar açık gizli 10 suikasta maruz kalan Erdoğan ve AK Parti, yine Abdülhamid ve Mısır’da Mursi gibi bir Temmuz ayında, iktidardan düşürülmek istenmiştir. Ancak imanlı, basiretli ve ferasetli Anadolu halkı Batı’nın bu alçaklarına karşı savaşmış ve dünya siyasi tarihine “Anadolu İhtilali’ni” altın harflerle yazdırmıştır. 15 Temmuz’u 16’ya bağlayan tarihten itibaren, artık iki asırlık geri çekilme dönemi tamamen kapanmıştır. Zafer kazanmış bu halk için, bu günler ikinci Sakarya Savaşı’nın psikolojik zaferi olarak tarihe geçmiştir. Anadolu İhtilali ile sadece Batı’nın Haşhaşi mankurtları temizlenmemiş aynı zamanda onları kullananlara karşı da Anadolu halkının özgüveni de zafere ulaşmıştır.

[email protected]

“Ricali Gayb’den kod adlı abilere” paralel devlet tarih konulu çalışmamızın sonuçlarını maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:

l Türkiye’de son 140 yılda neredeyse 10 darbe yapılmıştır. Abdülhamid’in 33 yılı Cumhuriyet’in tek adamlı 27 yılını saymazsanız, bu ortalama olarak 10 yılda bir darbe anlamına gelmektedir.

l İngiltere başta olmak üzere Batı dünyası darbecilere doğrudan destek vermiştir.

l Her darbeden sonra milli unsurlar devletten uzaklaştırılmış ve ordu başta olmak üzere Batılı mankurtları yetiştirmek için devlete format atılmıştır. Devlet kademelerinin güç merkezlerine hissettirmeden Jön Türkler, Ticani ve FETÖ gibi virüsler yerleştirilmiş gayr-i Müslimler ve Batıcılar yükseltilmiştir.

l PDY’ciler askerlere ve halka yalan söylemiştir.

l Erdoğan hariç üç lider pasif ve merhametli davranmanın bedelini hayatıyla ödemiştir.

l Hazine dâhil olmak üzere saray ve devlet yağmalanmıştır.

l Devlet sırları yakılmıştır.

l Halkın desteğini sağlamak ve isyanını önlemek için münafık din adamları kullanılmıştır.

l Tüm darbeler cuma günü yapılmıştır.

l Sadece son darbe başarısız oldu.

Ve 2016 yılında Anadolu İhtilali, siyasi tarihte yerini almıştır.