Riyad ambargosu artık gizli değil aleni

Yusuf Bahadır Keskin / Amasya Üniversitesi Öğr. Gör.
9.10.2020

Suudi Arabistan'da Türk tüccar ve nakliyecilere yönelik devlet eliyle yürütülen gizli ambargo, “Made in Turkey” ibaresi taşıyan ürünlere yönelik boykot çağrılarıyla farklı bir noktaya taşındı. Bu gelişmeler gösteriyor ki; Ortadoğu'nun şımarık prensleri, Türkiye'ye güçleri nazarında saldırmaya devam edecek. Fakat bu adımların hiçbirisi Türkiye'yi hedeflerinden alıkoymak için yeterli değil.


Riyad ambargosu artık gizli değil aleni

Suudi Arabistan’da Veliaht Prens Muhammed bin Salman liderliğindeki Türkiye karşıtlığı her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor. Siyasi gerginlikler artık ekonomik hatta toplumsal bağlamda kendini gösteriyor. Türk tüccar ve nakliyecilere yönelik devlet eliyle yürütülen gizli ambargo, “Made in Turkey” ibaresi taşıyan ürünlere yönelik boykot çağrılarıyla farklı bir noktaya taşındı.

Görünmez engeller çıkarılıyor

Riyad’dan resmi bir çağrı yapılmadı lakin Ticaret Odaları Başkanı Ajlan al-Ajlan’ın bu hafta Twitter’dan tekrarladığı “Türkiye’ye ait her şeye boykot uygulamak her Suudlu tüccar ya da tüketicinin sorumluluğudur” paylaşımı, bunun Suudi Devletinden bağımsız bir politika olmadığını ortaya koyuyor. Olağanüstü haller dışında “ambargo” niteliği taşıyan böylesi bir uygulamanın devlet tarafından resmi olarak icra edilmesi Dünya Ticaret Örgütü kurallarına aykırı. Buna karşın Riyad yönetimi yaklaşık iki senedir Türk firmalarına birçok “görünmez engel” çıkartıyor. Sebeplerine gelmeden önce mevcut duruma göz atmakta fayda var. Suudi Arabistan ile Türkiye, 2019 yılı içerisinde 7 milyar dolara yakın bir ticaret hacmine ulaşmıştı. Türkiye’den envai çeşit ürün ithal eden Suudi Arabistan’ın ihracatı ise petro-kimya endüstrisine bağımlı vaziyette. Aslında bu rakam siyasetten bağımsız olarak daha ileri noktalara taşınabilirdi. Fakat Suriye’de dokuz senedir devam eden iç savaş, Avrupa ve Ortadoğu’daki en büyük karayolu filolarından birisine sahip olan Türkiye’nin, Suudi Arabistan’la olan karayolu bağlantısını koparttı.

Arap Yarımadası’nda yer alan ülkelerle yapılan ticarette denizyolu, Ro-Ro veya havayolu mecburi tercih durumunda. İlaveten Riyad yönetiminin Türk ihracatçılara çıkartmakta olduğu engeller, geçtiğimiz yıl Suudi gümrüklerinde Türk araçlarının ve konteynerlerinin yığılmasına yol açmış, haftalarca süren kriz Türk Dışişleri’nin devreye girmesiyle çözülebilmişti. Lakin üzerinden çok kısa bir zaman geçmeden benzer uygulamalar tekrar baş göstermeye başladı. Suudi memurların gümrüklerde iş yavaşlatmak suretiyle Türk mallarını 30 ila 45 güne ulaşan sürelerde bekletmesi ürünlerin birçoğunun kullanılabilirliğini kaybetmesine ve konteyner başı bin dolara varan demuraj (bekleme ücreti) ile karşılaşmasına sebep oluyor. Bu durum Danimarka’nın dünyaca ünlü lojistik firması Maersk’ün müşterilerine gönderdiği “Türkiye’den, Suudi Arabistan’a gönderilen malların gümrüğe takılabileceği uyarısı” ile daha net şekilde ortaya çıktı. Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği (UTİKAD) devreye girerek Suudi makamlarına bu iddialarla ilgili resmi kararın derneğe iletilmesi talebinde bulunsa da henüz resmi bir dönüş yapılmış değil.

Boykot çağrısı

Türkiye ile iş yapan Suudi firmalarına da farklı baskı araçları uygulanıyor. Suudi Arabistan Ticaret Odaları yönetimi, 2018 yılının sonunda “Made in Turkey” ibaresi bulunan ürünlere yönelik boykot çağrısında bulunmuştu. Bu çağrı kamu kurumlarının el altından yaptığı baskı ile pekiştirilmek ve toplumsal bir tepki olarak lanse edilmek isteniyor. Devlet kurumlarının Türk firmalarıyla çalışan işletmelere “ticaretlerini sonlandırmaları” yönünde telkin ve baskıda bulundukları öne sürülmekte. Sosyal medyada ise Suudi Arabistanlı bazı kullanıcılar daha vahim iddialar öne sürüyor. Türkiye’den ithalat yapan tüccarların Suudi Ticaret Bakanlığı tarafından baskı altına alındığı, Türkiye’de büyük yatırımları olanların bu yatırımların durdurulması noktasında Krallığın onayladığı üçüncü bir kişiye yetki vermek zorunda kaldıkları ve bunu reddedenlerin ceza aldıkları gibi iddialar durumun bizzat devlet eliyle, sistematik ve şiddetli biçimde uygulanmaya çalışıldığını ortaya koyuyor.

Turist sayısındaki düşüş

Turizmde de benzer bir tablo söz konusu. 2019 yılında bir önceki yıla nazaran Türkiye’ye gelen Suudi turist sayısı yaklaşık yüzde 20 azalmış durumda. Esasında bunun da temel sebebi Riyad yönetiminin sistemli şekilde girişimleridir. Türkiye’yi ziyaret etmeyi düşünen Suudilerin planlarını iptal etmelerine yönelik yapılan resmi çağrılar ve seyahat şirketlerine Türkiye’yi kapsayan rotalarla alakalı baskılar bunlardan bazıları. Ayrıca Suudi turistlerin Türkiye’de gasp ve darp edildiği iddiaları resmi makamlarca ortaya atılıyor ve zaten Krallık kontrolünde olan televizyon kanallarınca ısrarla vurgulanarak haber yapılıyor. Genel olarak bakıldığında tüm bu girişimler Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın Türkiye’ye karşı geliştirdiği “stratejik düşmanlığın” bir parçası. Nedenleri ise gayet açık.

Türkiye ve Suudi Arabistan’ın bölge politikalarında sürekli olarak karşı karşıya geldiklerini söylemek mümkün. Bölgede yaşanan hiçbir meselede Ankara ve Riyad’ın senkronize hareket ettiği söylenemez. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır’dan müteşekkil Arap Dörtlüsünün Katar’a yönelik 2017’de başlayan yıkıcı girişimlerinde Ankara, Doha yönetimine açık ve net bir destek sunmuştu. Hatta bu desteğin, Şeyh Temim bin Hamed Al Sani iktidarının devamı noktasında en önemli unsurlardan birisi olduğu kabul edilmekte. Libya’da yaşanan savaşta Türkiye, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne siyasi, ekonomik ve askeri olarak destek verirken, Suudi kanadı terörist Hafter tarafında yer alıyor. Suriye’de de YPG/PKK gibi terörist gruplara arka çıkan Riyad, Mısır’ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’nin devrildiği darbeye en büyük desteği veren ülkelerden birisi. İki ülke arasındaki mücadele Doğu Akdeniz’de de Suudilerin Türkiye karşıtı tezleri kabul etmesi sonucunu doğurdu. Sonuç olarak bölgesel politikalar çerçevesinde bakıldığında Ankara ve Riyad tüm cephelerde ayrışma yaşıyor.

İki taraf arasındaki ilişkileri etkileyen bir diğer önemli olay, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda katledilmesidir. Bu süreçte Türk tarafı tamamen insani bir politika benimsemiş ve cinayet Türk emniyeti ve istihbaratınca aydınlatılarak, kanıtlar tüm dünyaya açıkça sunulmuştu. Hatta CIA belgelerinde de Muhammed bin Salman’ın cinayet emrini verdiği belirtilmişti. Yaşanan bu gelişmeler Veliaht Prens için sıkıntılı bir dönemin başlamasına sebebiyet verdi. Tüm bu sebepler Suudi Arabistan ve en büyük müttefiki olan BAE yönetimlerini Türkiye düşmanlığı ortak paydasında bir araya getirdi.

BAE istihbaratından medyaya sızan bir belgede Muhammed bin Salman ve BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan’ın, Erdoğan hükümetini ekonomik olarak zayıflatarak yıkmak maksadıyla yatırımları durdurma, ithalatı engelleme, Türkiye’yi önce Basra Körfezinden sonra da Arap hatta İslam dünyasından izole etmek maksadıyla tüm araçların kullanılması planı deşifre olmuştu. Gündemdeki ambargo konusu da bu planın bir ayağı.

Aslında uzun yıllardır iki ülke arasında bu denli kötü ilişkiler söz konusu olmamıştı. Fakat gelinen noktada Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri adeta “Soğuk Savaş” yaşıyor. Arap Dörtlüsünün diğer ülkeleri siyasi olarak Suudileri desteklese de ekonomik açıdan Türkiye’ye karşı Riyad ile aynı politikaları benimsemesi yakın dönemde çok mümkün gözükmüyor. Zira ekonomisi tamamen petrol endüstrisine dayanan Suudiler için bu ambargo çok büyük bir kayıp doğurmayabilir. Fakat BAE ve Bahreyn gibi serbest ticarete daha fazla adapte olabilmiş ülkelerin böylesi bir ambargoya girişmeleri kendileri için de sürdürülebilir olmayacaktır.

Yakın dönemde Suudi ambargosu resmi bir açıklamayla desteklenmeyebilir. Hatta durumu yalanlayan göstermelik açıklamalar duymak dahi şaşırtıcı olmayacaktır. Lakin ticarete yönelik engeller ve bu konuda endişe ortamının yaratılması dahi Türkiye ile iş yapan Suudi firmaları alternatif tedarikçi arayışına, Türk firmalarını da bu ülkeye ihracat konusunda tereddüt ederek ve farklı pazarlar aramaya sürükleyecektir.

Boykot ne kazandıracak?

Suudilerin mevzubahis ambargosunun bölge ülkelerinden destek bulması zor görünüyor. Fakat siyasi olarak Türkiye karşıtı cephe hamlelerine devam edecek. Bunun ekonomik boyuta taşınması Türkiye gibi uluslararası ticaretin önemli bir aktörü için kayıp yaratacak olsa da sarsıcı etkiler gösteremeyecektir. Türk ihracatçıları ise alternatif pazarlara yönelerek buradaki kaybını kısa süre içerisinde telafi etme yoluna gidebilir. Suudi Arabistan pazarı da Türkiye’den doğabilecek boşluğu Çin ve İsrail başta olmak üzere farklı ülkelerden tedarik yoluna giderek kapatabilecek durumda. Suudi Arabistan’ın ihracatının büyük kısmını hidrokarbon yakıtlar oluşturduğu için Türkiye’nin buna mütekabil bir ambargo uygulaması da olası değil. Lakin siyasi mücadelenin böylesi hamlelerle halklara yansıtılması, siyasi ya da ekonomik sonuçlardan çok daha ağır hasarlar yaratma potansiyeline sahip ve iki toplum arasında yüzlerce yıldır süregelen güçlü bağları kopartmak isteyenlerin değirmenine su taşıyor. Ekonomik ve siyasi meseleler gereken irade sergilendiğinde kısa sürede düzeltilebilecek olsa da toplumlar arasında atılan nefret tohumlarının ortadan kaldırılması bu kadar kolay olmayacaktır.

Ankara ne yapmalı?

Suudi yönetiminin ekonomik alanda örtülü bir savaş başlatması kısa vadede Türk ekonomisine olumsuz yansıyacak. Şüphesiz ki bu durumdan Suudi Arabistan’daki toplum ve tüccarlar da olumsuz etkilenecek. Öncelikli olarak bu sorunun çözümü için Türk merciler tarafından aktif bir diplomasi izlenmesi gerekiyor. DTÖ başta olmak üzere uluslararası örgütler üzerinden yapılacak girişimler ile önce bu “örtülü ambargo” ispatlanmalı, sonrasında da Türk mallarına yönelik bu sistematik uygulamaların etkisinin azaltılması yoluna gidilmelidir. Hatta sorunla alakalı Suudi yönetiminden tazminat talebinin dahi gündeme getirilmesi gerekiyor. Ayrıca Krallığa ihracat yapan firmaların, kısa vadede ikinci bir ülke üzerinden ve “Made in Turkey” ibaresi kullanmadan satışlarına devam etmesi mümkün görünüyor. Riyad’ın bu düşmanca politikalarının orta ve uzun vadede devam edebileceğini göz önünde tutarak ihracatçıların alternatif pazar arayışlarına destek verilmesi firmalarımızın kaybını asgari düzeye indirebilir. Siyasi boyutuna bakıldığında ise bu boykot hamlesi Türkiye’yi ne ulusal çıkarları için yürütmekte olduğu mücadelesinden ne de insani hassasiyetlerinden elbette saptıramayacak. Türkiye, Cemal Kaşıkçı’nın konsoloslukta katledilmesine sessiz kalmış olsaydı, belki böylesi bir düşmanlık görmeyebilirdi. Veyahut Libya’dan Dağlık Karabağ’a, Katar’dan Somali’ye kadar tüm sahalarda kararlı biçimde sergilediği çözüm odaklı ve barışçıl mücadelelerinden, Filistin ve Gazze’de yaşanan zulme verdiği sert tepkilerden geri adım atmış olsaydı, bu ambargoyla karşı karşıya kalmaz, hatta BAE – Suudi bloğunun desteğini dahi sağlayabilirdi. Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki; Ortadoğu’nun şımarık prensleri, Türkiye’ye güçleri nazarında saldırmaya devam edecek. Fakat bu adımların hiçbirisi Türkiye’yi hedeflerinden alıkoymak için yeterli değil.

@ysfbhdrkskn