Roger Garaudy’nin iftiracılarına cevabı

Roger Garaudy / Yazar
10.11.2018

Garaudy: “İslâm gerçek büyüklüğüne ve dünya çapında yeniden göz kamaştırıcı bir şekilde parlamasına; ancak Müslüman halklar o liderleri ve onların koruyucusu olan Amerikalıları ülkelerinden kovdukları ve kovulan Amerikalılar o beş para etmez liderleriyle işbirlikçi ulemayı bavullarına koyup götürdükleri zaman kavuşacaktır.”


Roger Garaudy’nin iftiracılarına cevabı

1996 yılı başlarında İsrail, Mitler ve Terör kitabımın yayımlanmasından sonra Mart ayının 19’unda hakkımda bir yıl hapis cezası istenen bir iddianame düzenlendi. Ben o kitabımda Filistinlilerin topraklarının ellerinden alınmasını, yurtlarından, yuvalarından edilmelerini ve onlara uygulanan acımasız baskıyı, hiçbir şeyin; ne Musevî kutsal metinlerinin, ne Hitler’in Yahudilere yaptığı zulümlerin mazur gösterebileceğini belirttim. Ayrıca İsrail devlet politikasının temelini teşkil eden Arap devletlerinin tümünü bölüp parçalayarak küçük devletçikler haline getirmenin, Kitab-ı Mukaddes metinleri ve Hitler zulmüyle hiçbir şekilde meşru gösterilemeyeceğini delilleriyle gözler önüne koydum. İsrail’in bütün Arap ülkelerini bölüp parçalama planı, Kivunim adlı siyonist dergide açık seçik yayımlanmıştır. Ben bu plana hem İsrail, Mitler ve Terör hem İbranice metniyle birlikte İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin hem de İsrail Sorunu kitaplarımda dikkat çektim ve o planı çok ağır biçimde eleştirdim.

Aldığım o iddianamenin ardından birkaç gün geçmemişti ki bana Suudi Arabistan’ın resmî yayın organları El-Mecelle dergisi ve Ukaz gazetesi ile Körfez ülkelerinin diğer gazetelerini getirdiler. Hepsinde de birçok resmim vardı. İlkin sâfiyâne bir duyguyla bu yayın organlarının beni savunmak için yazılmış makale ve haberlerle dolu olduğunu sandım. Yanılmışım. Meğer hepsinin de sayfaları benim haysiyet ve itibarıma leke sürmeye çalışan yalan haber ve iftiralarla doluymuş.

Siyonistlerle işbirliği

Bana atılan bu çamurların bir tek anlamı vardı: Siyonistlerin safında yer almak! Hepsi de siyonistlerin safında yer almıştı! Aleyhimdeki bu kampanya, o yayın organlarını finanse eden Suudi Arabistan yöneticileri ile siyonistlerin ortak operasyonuydu! Onları eş zamanlı olarak harekete geçiren de CIA’in Amerikalı yöneticileriydi!  

Siyonistlerin bana niçin diş bilediklerini söylememe hacet yok, çünkü aleyhlerinde yazdığım kitaplar ortada. Suudi yöneticilere gelince, onları İslâm’a ve dünya barışına ihanet eden kimseler olarak ilan ettiğim için hiç affetmiyorlar beni. Onları ihanet içinde olmakla itham ettim, çünkü Suudiler, “Kutsal Yerlerin –Mekke ve Medine’nin– Koruyucuları” olduklarını iddia ettikleri ülkeye devasa bir Amerikan ordusunu davet ettiler. Ve Amerika’nın petrol üreten diğer Müslüman ülkelere Amerika’nın kolayca saldırmasına imkân veren çok kapsamlı ve güçlü bir Amerikan üssünün kendi topraklarında kurulmasına izin verdiler.

Aslında bu durum Irak’ın yıkılıp mahvedilişiyle başladı. Irak daha önce, 1962’de İngilizlerin müdahale tehdidine boyun eğmemişti. Çünkü General Kasım, ülkesi Irak’tan Batılı petrol korsanlarını kovma yürekliliğini gösterebilmişti. Onun bu millî tavrına karşılık, bütün tarih boyunca Basra vilayetinin parçası olan bir petrol bölgesi Irak’ın elinden zorla koparılıp alındı! Böylece İngilizler, Amerikalılar ve onların işbirlikçisi Batılı ülkeler, Kuveyt diye bir memleket icat ederek petrol fiyatlarını kontrol edebilir hale geldiler. Evet, o Kuveyt sadece kâğıt üzerindeki bir “millet”ten ibarettir ve İngiliz-Amerikan dayatmasıyla Birleşmiş Milletler’e üye olarak kabul ettirilmiştir.

Gerçekte Kuveyt, asıl sahipleri Amerika’da olan, yozlaşmış emirlerin suç ortağı olduğu bir petrol şirketidir. Zaten Irak’ın tahrip edilip çökertilmesinin ardından o yozlaşmış emirlerin ilk marifeti, Filistinlileri ve Amerikalılar tarafından Irak halkının kanı pahasına kabul ettirilen rejime muhalif olabilecek herkesi Kuveyt’ten kovmak olmuştur!

Irak’a karşı yapılan “milletlerarası” operasyon şeklindeki o neokolonyalist (yeni sömürgeci) saldırıyı Arap yöneticilerin, üstelik bu işin maddi tarafını da karşılayarak, gözlerden gizlemeleri affedilmez bir cinayetti.  

Daha da beteri oldu: Kral Fahd İslâm’ı, İslâm’ın en amansız düşmanları olan Amerikalı ve Batılı sömürgecilerin siyasetine uşaklık ettirmek suretiyle dinimize zarar vermekte hiç tereddüt etmedi! Çünkü Kral Fahd, o Irak operasyonuna İslâm adına fetva verdirmek için bir “ulema” heyeti toplattı! Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere çeşitli ülkelerden gelip o toplantıya katılan köle ruhlu “âlimler”, bütün dünya petrollerini kontrolü altında tutmayı hedefleyen bu Amerikan politikasını kutsadılar!

Ben işte bu siyasi fahişeliği daha o zaman yazıp çizerek alenen kınamıştım.

Şimdi tam da, İsrail, Mitler ve Terör kitabıma açılan dava yüzünden siyonizmle hesaplaşmakta olduğum şu sırada devletlerinin kölesi olan o ulema (âlimler), beni kötü bir Müslüman olarak takdim ederek benden intikam almaya çalışıyor!

Hayâsızca iftira

İktidarların kulu kölesi o âlimler, beni Hz. Ebu Hanife ve Hz. Şâfiî aleyhinde “şüphe tohumları” ekmekle suçlayarak hayâsızca iftira atıyorlar. Hâlbuki ben bu iki hukuk dehasını bütün kitap ve makalelerimde daima örnek şahsiyetler olarak takdim ettim. Çünkü onlar “Şeriat”ın ebedî prensiplerinden hareketle, Kur’ân’ın (bütün peygamberleri aracılığıyla Allah’ın dünyaya verdiği mesaj olan: “Mülkün tek sahibi Allah’tır, emir ve yasakları koyan sadece Allah’tır ve her şeyi bilen yalnızca Allah’tır” şeklindeki) tarifine uygun olarak kendi ülkelerinin ve dönemlerinin ihtiyaçlarına cevap veren bir “fıkıh” meydana getirmesini bilmişlerdir. Böylece onlar bize, değişmez ve temel “Şeriat”tan hareketle bir 20. yüzyıl “fıkhını” ortaya koymamız için Kur’ân’ın bizi sürekli olarak çağırdığı o “düşünme”nin, o “tefekkür”ün, o “akletme”nin gerçek örneğini vermişlerdir.

Oysa beni eleştiren, iftira atanlar 10. yüzyılın bir “fıkh”ını 20. yüzyıla empoze ederek İslâm’ı fosilleştirmek istiyorlar. Ayrıca beni “Sünnet”i reddetmekle suçluyorlar ki bu iftiraya cevap vermeme gerek yok. Kitaplarım ortada!

Ben o ulemanın siyaset uğruna kullandıkları başka yalanlarına da şiddetle karşı çıkmıştım:

Hani, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, Arap birliğini bozarak siyonist İsrail “Knesset”ine (Büyük Millet Meclisi’ne), ardından da İsrail ile ayrı bir barış imzalamak için Amerika’ya, Camp David’e gittiği zaman, onun bu girişimi bir “Ezher Üniversitesi fetvası” ile kutsanmıştı.

Hani, Batılı eski sömürgeciler ve onların elebaşısı ABD, teröristlerin önde gideni olan İsrailli yöneticilerle işbirliği ederek “terörizmle mücadele” için Mısır’ın Şarm el-Şeyh şehrinde tantanalı bir devlet başkanları toplantısı düzenlemişler ve hedef tahtasına da öncelikle İran’ı, peşinden de Libya’yı koymuşlardı. Aynı Arap yöneticiler, liderleri durumundaki Suudilerle birlikte, Amerikan efendilerinin bu davetine icabet etmişler ve ardından da (Müslüman liderlerden üçü dışında) hepsi teker teker Tel-Aviv’e gidip İsrailli yöneticilerin önünde secdeye kapanmışlardı.  

Ne yaptı o ulema?

Bana iftira atan ve beni suçlayan “ulema”, Şarm el-Şeyh’e karşı çıkıp bir itirazda bulundu mu, protesto etti mi? Hayır!

Halil şehrinde camide namaz kılan Müslümanlara İsraillilerin yaptığı o terörist katliamdan sonra Filistinlilerle dayanışma halinde olduklarını göstermek için milletlerarası bir toplantı yapma yoluna gittiler mi? Hayır, suspus oldular!

Milyarlarca Suudi dolarının Amerikan bankalarına yatırılmasını “ribâ” yasağının çiğnenmesi olarak görüp de hiç kınadıkları oldu mu? Ne gezer! Tam aksine, Ezher Üniversitesinin âlimleri bunu resmen kabul ettiler!

Yıllarca süren Amerikan ambargosu yüzünden Irak’ta her sene yüz bin çocuğun öldüğü o ürkütücü cinayete isyan ettiklerini ve kınadıklarını hiç duydunuz mu?

Dayatmacı politikalarıyla Üçüncü Dünya Ülkelerine her iki günde bir Hiroşima’ya bedel zarar veren Dünya Ticaret örgütü (eski adıyla GATT) ve Milletlerarası Para Fonu (yani IMF) aleyhinde tek bir tane olsun fetvaları var mı? Yok, çünkü o âlimlerin efendileri olan Amerikalılar ve Suudiler bunu yapmalarına asla müsaade etmezler!

O ulemanın bir tek derdi vardır: Garaudy aleyhinde iftiralar düzüp kara çalmak!

Benim tek cevabım, İslâm’a olan iman ve inancımı hatırlatıp, İslâm’ın saygınlığına zarar veren siyasi yöneticilere meydan okuyarak, İslâm tarihini özetlediğim İslâm Dünyasının Yükselişleri ve Çöküşleri kitabımdır!

Dinimize verdikleri zararlarla adeta İslâm’ın mezar kazıcıları durumuna düşen o ulema, şöyle bir şeye bile cüret ediyor: Kimlerin kendileri gibi sahih Müslüman, kimlerin de sapkın Müslüman olduğuna karar vermek için bir “Heyet” oluşturulmasını arzuluyorlar. Böylece Dünya İslâm Birliği, Engizisyon Mahkemesine dönüşsün de tıpkı Roma’daki Papalık gibi, kendilerinin (yani ulemanın) ihanetlerini ortaya döken kimseleri aforoz etsin istiyorlar.

Hizmetlerinde bu türden “din adamları” bulunduran böylesi liderler tarafından yönetilen Arap ülkeleri, olsa olsa ancak İslâm’ın mezar kazıcıları olurlar!

İslâm gerçek büyüklüğüne ve dünya çapında yeniden göz kamaştırıcı bir şekilde parlamasına; ancak Müslüman halklar o liderleri ve onların koruyucusu olan Amerikalıları ülkelerinden kovdukları ve kovulan Amerikalılar o beş para etmez liderleriyle işbirlikçi ulemayı bavullarına koyup götürdükleri zaman kavuşacaktır.

İslâm şahlanmalıdır!

İşte o zaman İslâm, Hicret’in birinci yüzyılındaki dinamizmine ve sürekli yenilenen gücüne tekrar kavuşacaktır. Büyük âlim Gazzâlî’nin Dinî İlimlerin Dirilişi / İhyâ-i Ulûmi’d-Dîn kitabında ve Muhammed İkbal’in İslâm’da Dinî Düşüncenin Yeniden İnşası eserinde bahsettikleri dinamizme ve güce… Saygı duyduğum üstatlardan Afgânî, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Hasan el-Bennâ, İbn Badis, Malik Bin Nebi ve benim ölesiye sadık dostum Muhammed Ebu Suud’un özlemini çektikleri İslâm’ın o yeniden parıldamasına…

Ben bu saydığım şahsiyetlerin mütevazı bir talebesi olarak, onların gayretini hem Endülüs’te devam ettiriyorum (İspanya’da, bir zamanlar Batı Halifeliğinin başşehri olan Kurtuba’da, Endülüs İslâm’ının gerçek yüzünü İslâm düşmanlarına göstermek için bir müze kurdum, her sene orayı 100 bin kişi ziyaret ediyor), hem de işledikleri cinayetleri gözler önüne sermek için siyonist “lobi”ye karşı Fransa, ABD ve bütün Batı ülkelerinde mücadele veriyorum.  

Bizi “kâinatı yaratan ve yaratışını sürdüren” Yüce Allah’a hakkıyla kul olmaya çağıran Kur’ân’a sadık Müslüman olma vazifemi ben işte bu şekilde yerine getirdiğime inanıyorum.

Ataların ocağına sadık kalmak, o ocağın küllerini saklayıp korumak değil, tam aksine onun alevini bugünlere taşımaktır.

Çev: Cemal Aydın