Romanı ve filmi arasında Kurt Kanunu

Dr. NURİ SAĞLAM / İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi / [email protected]
16.09.2012

Kurt Kanunu romanı, 1926’da Mustafa Kemal’e yönelik olarak tertip edildiği söylenen -fakat romanda CHF tarafından eski İttihatçıların kökünü kazımak amacıyla üretilmiş bir simülasyon olduğu anlatılmasına rağmen dizide her nedense gerçekmiş gibi takdim edilen- suikast girişimiyle sınırlı bir tarihî çerçeveye sığacak kadar sığ bir roman değildir.


Romanı ve filmi arasında Kurt Kanunu

Kemal Tahir’in Kurt Kanunu romanı aynı adla televizyon dizisi olarak uyarlandı ve kısa bir süre önce TRT’de on sekiz bölüm halinde yayımlandı. Henüz fıragmanının gösterildiği sıralarda, bu dizinin birtakım meseleleri gündeme taşıyacağını ve yakın tarihimizin bugünü biçimlendiren ancak öteden beri cebren ve hile ile bambaşka bir şekilde gösterilen çok önemli gerçeklerini gözler önüne serebileceğini umuyordum. Çünkü diziyi yapan ekip, Kurtlar Vadisi gibi zaman zaman ciddî manada aksasa da genel olarak çok başarılı bulduğum uzun ömürlü bir yapımın ustalarıydı. Dizi çoktan bitti ve üzerinden de epeyce zaman geçti. Bu münasebetle baştan sona dikkatle ve sabırla izlediğim dizinin klasik sorunlarımızdan olan uyarlama meselesi üzerinde düşündürdüklerini kısaca dile getirmeye çalışacağım.

Tarihe ışık tutmak

Kurt Kanunu romanının Pana Film tarafından uyarlandığını ve TRT’de yayımlanacağını duyduğum zaman hayli heyecanlanmış ve dizi başlamadan önce romanı yeniden okuma ihtiyacı hissetmiştim. Çünkü Kemal Tahir’in bu romanına verdiğim hususî önem bir yana senaristlerin, yapımcı firmanın ve tabi ki TRT’nin romandan hareketle yakın tarihimizin karanlık noktalarına nasıl ışık tutacaklarını merak ediyordum. Zira dizi yayıma girmeden evvel senaristlerden Bahadır Özdener, kendisiyle yapılan röportajların birinde “Bugünkü Türkiye’de geçmişimizin karanlık noktalarına ışık tutmak, bugüne ve geleceğe ışık tutacaktır.” diyordu ve bu ifade, hiç kuşkusuz romanın ışık tuttuğu bütün karanlık noktaların görüldüğü ve seyredilebilir bir dizi formunda görselleştirildiği anlamı taşıyordu. Ama öyle olmadı! Emre Aköz’ün de konuyla alakalı bir yazısında belirtmiş olduğu gibi maalesef bir tarih dersi formunda sürüp gitti...

Gel gelelim uyarlama, bir üretim kategorisi olarak söylemden çok eyleme dayalıdır ve işin en zor yanı da söylemin eylemle görselleştirilmesidir. Üstelik Kurt Kanunu gibi bir romanın uyarlanmasında çok daha zor, uzun soluklu ve külfetli bir çabayı gerektirir. Oysa dizi, bu anlamda tam bir hayal kırıklığı yarattı. Bunun sebebi, Bahadır Özdener’in söz konusu röportajda dile getirdiği “En zor tarafı da dönemi anlatırken romanın ruhuna sadık kalmaktı. Çünkü senaristlerin alanları, hem siyaseten hem de romanın çizdiği çerçeveyle sınırlıydı.” ifadesinde açığa çıkmaktadır.

Evvelâ “romanın ruhuna sadık kalmak” tabirinin öteden beri var olagelen temel bir yanılgının yansıması olduğunu, zira roman denilen edebî yapıtın sadık kalınabilecek bir ruhu olamayacağını belirtelim. Bir romanın ruhundan bahsetmek, hiç kuşkusuz okuyucunun romandan çıkardığı anlamla, yani bireysel yorumla doğrudan alakalı bir söylemdir. Her okuma, metinden açığa düşmemek kaydıyla okuyucunun sosyal kimliğine, hayat anlayışına ve kültürel birikimine bağlı olarak yeni yorum alanları yaratır. Bir başka deyişle romandaki anlam somut bir olgu değil okurun bilincinde şekillenen soyut bir algıdan ibarettir. “Romanın çizdiği çerçeve” de bu algıya bağlı olarak şekillenir. Dolayısıyla romanın herkes tarafından aynı biçimde algılanabilecek somut bir anlamından, ruhundan yahut çerçevesinden söz edilemez.

Aktüel realite ve tarihi arka plan

Bu ve buna benzer daha birçok sorunu dikkate almamak, roman uyarlamalarını çoğu zaman bir romanın yahut romancının bütün okur kitlesine hitap edebilecek geniş açılı bir perspektiften yoksun bırakır. Bu ise Lucien Goldmann’ın tanımıyla “sahih olmayan bir dünyada, sahih değerlere ulaşmak için yapılan sahih bir arayışın tarihi” olan romanı, sahih olmayan değerler üzerinden okumak demektir. Tıpkı Kurt Kanunu romanının uyarlamasında olduğu gibi! Fakat anlamakta güçlük çektiğim husus, Kurtlar Vadisi dizisinde görüldüğü üzere hâlihazırdaki iç ve dış siyasî konsepti ciddî bir vukufiyetle okuyan ve anladığını da gerektiği biçimde görselleştiren bir ekibin, hiç değilse buna yakın bir vukufiyetle Kurt Kanunu romanını nasıl okuyamadığıdır! Eğer bunu yapabilseydi, Kemal Tahir’in, bir bakıma Kurtlar Vadisi’nde gösterilen aktüel realitenin tarihî arka plânını sorguladığını görür ve ortaya hiç kuşkusuz hem yakın tarihimizin karanlık noktalarına hem de bugüne ışık tutabilecek, seyredilebilir ve uzun ömürlü bir yapım daha koyabilirdi. Üstelik tarihin her zaman bir cazibe merkezi olduğunu göz önüne alırsak, bu yapım belki de Kurtlar Vadisi’nden çok daha etkili ve çok daha başarılı olurdu.

Cuntalar ve suikastlar

Kurt Kanunu romanı, 1926 yılında Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik olarak tertip edildiği söylenen -fakat romanda Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından eski İttihatçıların kökünü kazımak amacıyla üretilmiş bir simülasyon olduğu anlatılmasına rağmen dizide her nedense gerçekmiş gibi takdim edildiğini gördüğümüz- suikast girişimiyle sınırlı bir tarihî çerçeveye sığacak kadar sığ bir roman değildir. Bunun belki benim şahsî görüşüm olduğu söylenebilir. Ancak tarihi, halin bir ön şartı olarak okuyan ve bu itibarla “1908’den sonra Manastır’daki İngiliz Cuntasının karşısına Selanik’teki Alman Cuntası olarak çıktığımız anda yenik düştük. Bu gün de bu yenilgi sürüp gidiyor...” diyen yazarın, suikast olgusunu merkeze alarak II. Meşrutiyet’in ilânından 1926’ya kadar gelen tarihî sürecin örtük gerçeklerini, hatta bizatihî yaşamış ve tecrübe etmiş olduğu için daha da ilerisini hakikî bir aydın sorumluluğu ve sahih bir tarih bilinciyle aydınlatmaya çalıştığı oldukça açıktır.

Roman nasıl filme uyarlanır?

Çünkü tarihî olgular, tarihçilerin ancak yoruma dayalı anlatıları aracılığıyla özel, çekici ama her şeyden önce inandırıcı bir hikâyenin parçaları olarak örgütlendiklerinde izlenmeye değer yeni bir anlam üretirler. Dolayısıyla Kurt Kanunu romanından yapılacak bir uyarlama, romanın çerçevesini tayin eden tarihî sınırı en azından 1908’den başlatmalı ve o gün bugündür içinden bir türlü çıkamadığımız bütün siyasî ve soysal sorunların gerçek sebeplerini teşhis için bu tarihi süreci biçimlendiren temel faktör ve tarihsel aktörlerin ek yerlerini özellikle toplumsal günlük diyebileceğimiz gazeteler üzerinden tespit ederek kelimenin tam anlamıyla görünür hale getirmeliydi. Zira Kurt Kanunu romanında “Tarihi kendi okumayan eşşek!” diyen Kemal Tahir’in suikast söylentisini -ki bu konuda Türk Edebiyatı’nın son sayısında yayımlanan “Bir İntihar Simülasyonu Olarak Kara Kemal Cinayeti” başlıklı yazımı öneririm- sürekli Vakit gazetesi üzerinden takip etmek suretiyle okura salık verdiği yordam da buydu.

Kemalist tarih anlatısı

Çünkü Kemal Tahir, Kemalistlerin yazdırdığı resmî tarihe değil kendi okuduğu hakiki tarihe inanıyordu. Mesela Mondros Mütarekesi’nin hükümleri Sevr’in hükümlerini aratmayacak kadar ağır olduğu halde Sevr’i bir ihanet belgesi olarak niteleyen Mustafa Kemal Paşa’nın Mondros Mütarekesi hakkında Vakit gazetesine verdiği “Hükümetimizle mütareke akdeden devletlerin ve bu devletler namına mütareke şartnamesi yapan Britanya hükümetinin Osmanlılara karşı olan hüsn-i niyetlerine şüphe etmek istemem. Eğer mezkûr şartname ahkâmının tatbikatında sûitefehhümü mûcib olacak cihât görülüyorsa bunun sebebini derhal anlamak ve muhataplarımızla anlaşmak lâzımdır. Bittabi vazife hükümetlere terettüp eder...” (Vakit, nr. 385, 12 Safer 1337-18 Teşrinisani 1334/1918.) şeklindeki beyanatı acaba Kemalistlerin resmî tarihinde var mıdır? Ve sonraki süreç göz önüne alındığında bu beyanat acaba neleri açığa çıkarır? İşte bu yüzdendir ki uyarlama, Terry Eagleton’un da belirttiği gibi üzerine kurulu olduğu romanı dışa vurmak ya da yansıtmakla ödevli bir “yeniden” üretim değil, benzersiz ve indirgenemez bir kendiliğe dönüştüren “yeni” bir üretimdir. Demek ki senaryonun “romanın çizdiği çerçeveyle sınırlı” olduğu söylemi de uyarlamanın başarısızlığını hafifletecek bir mazeret olmaktan uzak kalıyor. Ancak “senaristlerin alanları(nı) siyaseten” kısıtlayan başka çekinceler var idiyse -ki pek sanmıyorum- Kurt Kanunu romanı ikinci bir başarısız uyarlamaya malzeme edilmemeliydi. Dizinin konsept danışmanı Sayın Alev Alatlı’nın yapımcı ekibe hiç değilse bunu salık vermesini beklerdik...

Sonuç olarak Kurt Kanunu romanı üçüncü bir defa uyarlanır mı bilinmez fakat bu romanın sorunsallaştırdığı dönemi ve bahis konusu ettiği meseleleri görünür kılacak uzun soluklu, yeni ve farklı bir yapıma şiddetle ihtiyaç olduğunu ve bunun bir gün mutlaka yapılacağına inandığımızı  belirtelim...