Ruh ikizleri: FETÖ ve PKK

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / Karatay Üniversitesi
30.07.2016

15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi ve milletimizin bunu engelleme feraseti ve cesareti hem ülkemiz hem de dünya siyasi tarihinde hep anılacaktır.


Ruh ikizleri: FETÖ ve PKK

Bir sosyolog olarak görebildiğim en dikkat çekici, hayret uyandıran ve gurur verici olan toplumsal hareket idi. Anadolu insanı dünyayı, hatta kendi kendilerini bile hayrete düşürecek bir cesaretle ve kararlılıkla kanlı bir darbeyi önledi.

Neredeyse dünyanın her ülkesinde casusluk faaliyetleri için okullar açan ve bunları yazılı olmayan kurallarla organize eden, yetmiş küsur milyonluk ülkede her bir vatandaş için bir vasi-imam tayin eden ve dahi gizemli-mistik bir hiyerarşi içinde kişilerin sahip oldukları tüm statüleri yerle bir eden masonik bir örgütlenme biçimine sahip bir çetenin giriştiği darbeyi insanlarımız, tamamen spontane gelişen refleksleriyle engelledi. Milletimiz irfanı ve cesareti ile Gülen casus çetesinin, nam-ı diğer Fethullahçı Terör Örgütü’nün kanlı senaryosunu engelledi. Bu halk top mermisini eliyle, tank paletlerini bedenleriyle durdurdu.

İtiraf etmek gerekirse toplumumuz çoğu zaman darbelere karşı görece stratejik davranarak ilk etapta sessiz kalmayı tercih eder. Daha sonra eline fırsat geçtiğinde cevap verme eğilimindedir. Evet, bugüne kadar tankın üstüne çıkmadı ama silahını halkına doğrultan cuntacıları asla unutmadı ve onları ülkede siyaseten de hiç söz sahibi etmedi.

Suikast, iç savaş ve işgal

Ancak bu kez yapılan darbe girişimine farklı bir tepki gösterdi. Çünkü hem bu çetenin ne kadar hain olduğunu hem de bu darbenin sadece bir “iktidar” kavgası olmadığını gördü. Zira bu darbe sadece yönetimi ele geçirmek için yapılmıyordu. Bu darbe girişimi iktidarı aşan başka amaçları da olan bir kalkışmaydı. Amaç, sayın Reis-i Cumhurumuza suikast, ardından iç savaşın çıkarılması ve sonra da ruhunu sattıkları ağababalarının gelip ülkeyi işgal etmesine zemin hazırlamaktı.

Sanıyorum son dönemlerde PKK’nın da aynı amaçlar için çalıştığını ayrıca detaylandırmaya gerek yok. Cumhurbaşkanına mümkünse fiili, değilse siyasi bir suikast düzenlemek, çukur siyaseti ile iç savaş çıkarmak ve nihayetinde dış güçlerin gelip burayı dizayn etmesini sağlamak amacı gün gibi aşikardır.

O halde “paralel” hedeflere sahip olan her iki terör örgütünün bahsi geçen ortak paydalarda buluşup birlikte yürüdüklerinden bahsedilebilir. Dikkat edilirse HDP/PKK, darbe esnasında herhangi bir açıklama yapmadı. Sadece ertesi gün yarım ağız bir ifade ile “Ne askeri darbe ne saray darbesi” sloganıyla bir açıklama yaptı. Sarayın savaş uçaklarıyla bombalandığı ve insanların katledildiği bir operasyon için yapılan resmi açıklamada “Saray darbesi” ifadesinin merkeze alınması gibi bir edepsizliği ve milletin zekasıyla dalga geçme cüretini gösterecek alçaklığı da ancak PKK ve bileşenleri yapabilirdi zaten.

ABD kolluyor

Zaten bahsi geçen kaos ve iç savaş çıkarma konularına dair uluslararası bir ihaleyi farklı enstrümanlar ve alanlardaki faaliyetleriyle gönüllü bir şekilde alan PKK terör örgütünün bu kalkışmada yer almaması düşünülemezdi. Kaldı ki her iki örgütün de son dönemlerde özellikle ABD tarafından hem kollandıkları hem de desteklendikleri bilinmektedir. Kısaca suikast, iç savaş-kaos ve işgal için çalışan bir terör örgütünün aynı hedefler için çalışan bir başka terör örgütü olan PKK ile bir ilişkisinin olmaması sizce mümkün müdür?

PKK, Kürt meselesi ve buna bağlı olarak var olan terör ve şiddetin bitirilmesi konusuna kafa yormaya ve insani projeler üretmeye başladığı andan itibaren sayın Cumhurbaşkanı’na kin kusmaya başladı. Hatta AK Parti iktidarı ile birlikte tüm yapılanmasını ve stratejisini tamamen Tayyip Erdoğan nefreti üzerine kurdu. Peki niçin? Çünkü Cumhurbaşkanı onların rüyasını gördükleri kaotik ortamın oluşmasını engelleyen işler yaptı. Elini de kafasını da bedenini de taşın altına koyarak PKK’nın tüm tezlerini yapı sökümüne uğrattı, uğratıyor.

Örgüt, bu coğrafyada Kürtlerin adına ama içinde Kürtlerin olmadığı bir “PKK devletinin” kurulması için Kürtlerin yaşadığı her coğrafyada bir iç savaş çıkarmayı hedeflemiş durmda ve var olan istikrar da bu rüyanın gerçekleşmesini engellemektedir.

Kendi başına yapacağı hamlelerle kan dökmekten başka bir iş göremeyeceğini fark edince bu coğrafyaya bir dış gücün müdahale etmesini sağlayacak bir strateji izlemeye başladı. Hatırlayın, İmralı görüşmeleri esnasında PKK, hep bir üçüncü “göz”ün olmasını talep ediyordu.

Bu talebin asıl amacı yaşanan kötü anıların ve acıların unutulmasını sağlayacak bir uzlaşma bulmak değil aksine dışarıdan bir gücün buraları işgal etmesini sağlamaktı. Tabii işgalin iki amacı olacaktı: Birincisi bu coğrafyanın sahip olduğu asli unsurları temizlemek, ikincisi yönetimi devredeceği aktörleri canlandırıp meşrulaştırmak. Eğer bu darbe başarılı olmuş ve Amerika bize de ‘demokrasiyi getirmiş’ olsaydı önce bir yolunu bulup hepimizi temizleyecek sonra da Gülen çetesi ile PKK’yı bu ülkenin asli unsuru haline getirip ülke yönetimini onlara devredecekti. Bu mizansene paralel bir senaryonun şu an yine Amerika tarafından Suriye’de yürütüldüğünü ayrıca söylemeye gerek yok sanırım. Bugün Suriye’de lokal olarak da olsa eğer herhangi bir bölgeye ‘demokrasi’ götürülecekse orasını önce canavarlar çetesi DAEŞ zapt eder sonra Batılı barışçıl güçlerin yardımı ile PKK orayı özgürleştirir (!). Bu özgürlük savaşının bahşişi olarak da oranın yönetimi PKK’ya devredilir.

Aynı hedefler için çalıştılar

Birbirinden uzak gibi görünen ama üstlenilen rol ve yerine getirmesi planlanan işlevlere dikkatlice bakıldığında her iki örgütün bugüne kadar hep aynı hedefler için çalıştığı görülür. Keza izledikleri yollar ve enstrümanlar tamamen farklı olsa da nihayetinde her ikisinin de bugün beslendiği kaynak aynıdır.

Gerçekleşen bu darbe girişiminin alt yapısını oluşturma konusunda PKK’nın Haziran seçimlerinden bu yana çok özel bir gayret gösterdiğini ve doğrusu işini iyi yaptığını da söyleyebiliriz.

Dahası darbe gecesi Ceylanpınar’da yakalanan PKK’lı bir teröristin, güvenlik güçlerine “Arkadaşlar işi başarmış olsaydı biz de gelip buraya konuşlanacak ve burayı zapt edecektik” itirafı ve ifadesi de bu birlikteliği gösterir. Ayrıca, her ne kadar kamuoyu daha çok Yunanistan’a sığınan askeri elbise içindeki darbeci teröristlerden haberdar ise de aynı zamanda bunların bazılarının muharip bir unsur olarak şu an Suriye’deki PKK/PYD saflarına katıldıklarını da hatırlatmak isterim.Bütün bunları birer komplo teorisi veya örgütsel işleyişin benzerliği gibi görebilirsiniz ama benim için en önemli veri İmralı Notları’nda bebek katili Öcalan’ın söyleminden çıkardığım sonuçtur.

Bu notlarda Öcalan özetle, PKK üzerindeki hakimiyetinin devam etmesinin esas işlevinin sivil siyaseti ve sayın Cumhurbaşkanı’nı gelmekte olan darbeden korumak olduğunu söyler hep.

“Ben engelledim”

Öcalan bu görüşmelerde çok sık “Darbe olacaktı ben engelledim, darbeleri ben engelliyorum” gibi ifadeler kullanır. Türkiye’yi Mısır, Libya ve Suriye gibi olmakla tehdit eder. “Eğer ben darbeyi engellemeseydim burası Mısır gibi olacaktı” der. Şimdi sormak lazım, eğer bebek katili Öcalan darbelerin ve özellikle de bu darbenin bir parçası değilse hangi cesaretle sivil siyaseti sürekli darbe ile tehdit edebilmektedir? Üstelik hükmü ve konumu belli olan bir idam mahkumu olarak bu mizansenleri nereden biliyor?

Bana göre şuradan biliyor: Öcalan elinde bulundurduğu ve sürekli yönlendirdiği örgütü tam anlamıyla millet iradesini boğacak bir mekanizmaya dönüştürdü. PKK’nın bir cuntacı yapılanma olduğunu ondan daha iyi bilen de yoktur. Çünkü bizzat yönlendiren kendisidir. Bunu bilerek konuşmaktadır.

PKK’yı bile şaşırttılar

Ancak Gülenci terör örgütü PKK’nın bile yapamayacağı işler yaptı. Bundan dolayı da PKK bile yapılanlar karşısında şaşırdı. Siz bugüne kadar ülkede meydana gelen darbelerde hiç meclisin bombalandığını duydunuz mu? Hatta ülkenin varlığına kast eden terör örgütlerinin bile meclise bomba attığına şahit oldunuz mu? Vaktiyle “Bu Fethullahçı terör örgütü, Batı’nın en kanlı istihbarat organizasyonu olan DAEŞ’ten daha aşağılıktır dediğimde mavra yapanlar bugün “DAEŞ gözünü kırpmadan kelle keser... Fethullah ise gözünü kırpmadan tankla ezer” demeye başladı. Oysa toplum esasında bu yapıyı çok iyi okuyabilmiş ve analiz edebilmiştir. Bugün darbe girişiminin üzerinden 15 gün geçti ve insanlarımız hala sokakta. Çünkü esas niyetin bir işgal olduğunu biliyorlar.

İnsanlar Cumhurbaşkanı’nın çağrısını, başkomutanın emri olarak görmekte ve bir askeri disiplin içinde nöbetleri aksatmadan ve uyumadan tutmaktadır. Tüm ülke günlerdir teyakkuzda. Çünkü sahiden “yedi düvelin” coğrafyamızı işgale geldikleri günleri hatırlatmakta.

Son olarak, darbenin sloganının “Yurtta Sulh” olması asla bir tesadüf değildir. FETÖ, sahip olduğu çirkinlikleri ve alçak mizansenleri hep sevimli ve sıcak çağrışımlar yapan maskelerle ve kavramlarla yapar. PKK da kanlı çatışmalarını ve derebeyliklerini barış ve demokrasi ile maskeler. FETÖ-PKK koalisyonu da iç savaşı da bize “sulh” olarak göstermek istedi. Ez cümle, bugün hem siyasi olarak hem de toplumsal olarak Türkiye’nin normalleşme sürecini engelleyen iki aktör var. Bunlardan birisi PKK diğeri de FETÖ’dür.

Bu her iki aktörün kendilerine düşman olarak gördükleri siyasi bir yapıya ve topluma karşı ittifak etmemiş olmaları mümkün mü? Hele ki hedefe varmak için her yolun mubah olduğunu düşünüyorlarsa...

[email protected]