Rumeli’de boşuna ölmedik!

RÖPORTAJ / İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ
4.02.2017

Rumeli’de dolaşırken hiç ummadığınız bir anda Osmanlı’nın hayaleti ile karşı karşıya gelebilirsiniz. Bir sarıklı mezar taşı, kırık bir minare veya namazgah, akmayan çeşme, kullanılmayan taş köprü, Slav dillerinde yoğun Türkçe kelimeler…


Rumeli’de boşuna ölmedik!

Geçtiğimiz ay yayınlanan “Osmanlı’nın Son 40 Yılında Rumeli Türkleri ve Müslümanları 1878-1918” kitabıyla ilgili olarak FSMVÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasip Saygılı ile bir söyleşi yaptık. Kurmay subay olarak 24 ay süreyle Bosna Hersek ve Kosova’da görev yapan Saygılı, kitabında gözlemlerine de yer veriyor.

l Hocam, Rumeli Türkiye’sine ilginiz ne zaman başladı? Balkanlarda bir subay olarak görev yapmanızı başlangıç alabilir misiniz?

Kendimi bildim bileli uğradığımız felaketlerin sebeplerini anlamaya çalışma merakımı  alçak gönüllülüğü zorlayarak ifade edebilirim. Harp Akademileri’nde kurmay subay adayı öğrencilerimize Harp Tarihi Hocası olarak hizmet etme bahtiyarlığımın da ilgimi artırdığını söylemeyelim. Ancak 1996’da Bosna Hersek’i, 2007 yılında Kosova ve Makedonya’yı yerinde görmenin beni derinden sarstığını söylemeliyim. İmkânım ve nüfuzum olsa topluma kayda değer hizmet etme potansiyeli taşıyan eğitim dönemindeki gençlerimizi 48 saat veya 72 saat süreyle de olsa Rumeli coğrafyamızda gezdiririm. Üsküp, Prizren, Belgrad, Saraybosna veya Niş’e ayak basan gençlerimiz trajik hikâyemizin farkına varacaktır. Bu da neredeyse hafızasını kaybedecek derecede şuursuzluk içindeki milletimize hayat iksir tesiri yaratabilecektir. İnandırıcılığı olmayan dayanıksız söylemlerinin yerini bilgi, kültür, mukayese ve  yerinde ziyaret ile sağlam, tutarlı bir bilinçlenme almalıdır. Bu mümkündür.

Balkanlarda Türk mirası

l Son görev yeriniz Kosova, sizi hayal kırıklığına uğrattı mı?

Bu sualinize tek kelimelik bir cevabım yok. Soydaşlarımız ve dindaşlarımızın hali maalesef yüz ağartacak vaziyette değil. Bunun açıklıkla bilinmesi ve birbirimizi aldatmayı terk etmemiz gerekir. Ancak Rumeli’deki bakiyelerimizi eleştirirken Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı biz Türklerin eğitim, ahlak, kültür, nezaket ve estetik açıdan övünülecek bir yerde olmadığımıza da işaret etmeliyiz.

l “Balkanlar Osmanlı mirasının bizatihi kendisidir” şeklinde bir Bulgar akademisyenin görüşüne ne dersiniz? Mesela Prizren için pek çok Anadolu şehrinden daha Osmanlı’dır diyebilir misiniz?

Rumeli’de dolaşırken hiç ummadığınız bir anda Osmanlı’nın hayaleti ile karşı karşıya gelebilirsiniz. Bir sarıklı mezar taşı, kırık bir minare veya namazgah, akmayan çeşme, kullanılmayan taş köprü, Slav dillerinde yoğun Türkçe kelimeler…  Üsküp’te, İpek’te Türkçe bilmeyen bir Arnavut’la sohbet edebilirsiniz. “Dilden dile bin tercüman/ varken neylesin bu lisan” mısralarının ne manaya geldiğine aynel yakin vakıf olursunuz. Ücra dağ köylerinde selamün aleyküm dediğinizde insanların gözlerinin ışıdığına hayretle tanık olursunuz.

Yakova’da tarik-i nazenin şeyhi Mümin Lama Baba’yı geleneksel kıyafeti içinde gördüğünüzde rüyada mıyım diyebilirsiniz. Daha bir nesil öncesine kadar Bektaşi babalarının Türkçe divan sahibi olduklarını öğrendiğinizde Mümin Baba’nın “Bu vazifenin nasip olacağını bilseydim, Türkçeyi muhakkak öğrenirdim” şeklindeki iç geçirmesinden müteessir olursunuz. Hayal gücünüz genişse 1927’de Yakova’ya hicret eden Bektaşi Tekkesini Prizren’de ihya hülyasını kurarsınız…

Prizren’e gelince, 1912 Kasımındaki uğursuz günden beriye Türkçe’nin ve Türklüğün ağır kan kaybına rağmen yaşadığını görürsünüz. Soydaşlarımızın nüfusunun birkaç katı kadar nüfusun lisanı halen konuştuğuna tanık olmak baştan çıkarıcı gelebilir. Şar Dağı eteklerindeki Arkangel (Baş melek Cebrail demek) Manastırına NATO izniyle Sırbistan’dan koruma altında gelip ayin yapan bazı Sırpların Prizren ağzıyla Türkçe konuştuklarını duyup benim gibi “dumur” olabilirsiniz.

l Bırakın Türkiye’deki ortalama bir Türk’ü, Kosova’da görev yaptığınız Türk personelin dahi Kosova, Balkanlar gibi konularda yeterince bilgi sahibi olduğunu düşünüyor musunuz?

Maalesef olumlu cevap veremiyorum. Çok küçük bir sayı dışında general rütbesi ile gelenler dahil yeterli bilgi ve bakış açısından uzak olduğumuzu söylemeliyim. 600 senelik hınçla Sultan Murat Kışlası’nın adını değiştirmesini talep edenlere karşı dönemin en yüksek askeri makamının “Papazlarla iyi geçinin, kilise ve manastırların boya ve badana işlerini yapın” mealindeki tavsiyesi ibretliktir. Neyi niçin yaptığını/yapacağını bilmeyenlerin olumlu bir sonuç almaları beklenebilir mi?

Ama bu yetersizlik kendi çıkar ve haklarımızı takip ve tahakkuk etmeleri beklenen hemen her seviyedeki yurtiçi ve dışındaki kadrolarımız için de geçerlidir. Makamlarının hakkını vermekten uzak formasyondaki insan kalitemiz millet ve devlet olarak uğradığımız ağır hakaretlerin sebebidir.

Türk-Arnavut birlikteliği

l Arnavutluk Arnavutları ile Kosovalı hatta Makedonyalı Arnavutların Türk algıları aynı mıdır?

Bugünkü Makedonya Arnavutlarını da kapsayacak şekilde Kosova Arnavutları Osmanlı devrinden beri kültür ve anlayış olarak bize daha yakın olmuştur. Eğitim yoluyla Kosova Arnavutları nüfuslarının çok üzerinde bir oranda Osmanlı bürokrasisinde hizmet fırsatı bulmuştur. Elbette Türkçe Kosova Arnavutlarında daha yaygındı. Ama haksızlık etmeyelim, bizim zor zamanlarımızda Arnavutluk Arnavutları da cihat çağrımıza Türk sancağının gölgesinde toplanarak cevap verdiler.

Arnavut kardeşlerimize Balkanlarda hangi ülke vatandaşı olursa olsunlar genel çıkarları ve geleceklerinin Türkiye ile olduğunu her fırsatta göstermeliyiz. Kosova ve Makedonya’da nüfus ve ağırlıkları önemli ölçüde eriyen Türklerin asimilasyon ve Türkiye’ye göçe zorlanmasının da orta vadede Arnavutların çıkarına hizmet etmeyeceğini Arnavut dostlarımıza kabul ettirmek zorundayız. Osmanlı devri kültür, sanat ve mimari eserlerinin dar fikirli fanatiklerin düşmanlıkları sonucu imhasının önlenmesi için gereken tedbirler geliştirilmelidir.

Diğer taraftan 600 küsur senelik Türk–Arnavut ilişkilerin her iki taraf için de artılarının problem sahalarından daha fazla olduğunu hatırda tutarak halimiz ve geleceğimize balta vuran tutarsız ve faydasız söylemlerden de uzak durulması gerekir, fikrindeyim.

l Hocam, daha somut konuşursak?

Balkan Harbi’nde bazı Arnavutların ordumuza yönelik dostça olmayan tavırlarını sabah akşam konuşmaya gerek yoktur. Unutmayalım; daha 1903’te Arnavut ihtiyat askerlerimiz harmanını, çiftini, çubuğunu terk ederek Bulgar isyanını bastırmak üzere Türk sancağının altında silahbaşı yapmamış olsaydı, Balkan bozgununu 9 yıl önce yaşayacaktık. Yine Avrupa topraklarımızı kaybedip bölgeden çekilmemizden sonra Arnavutluk’ta Türkiye’ye sadık eşraf ve halk resmi daireler Türk bayrağı çekti, Sultan Reşad’ın doğum gününü kutladı. Siyasi gücümüz yetseydi Sultan Abdülhamid’in şehzadesi Burhaneddin Efendi Arnavut kralı oluyordu.

Bölgeden on binlerce Arnavut gönüllünün Seferberlik senelerinde Osmanlı ordusuna katıldığını unutamayız. Kimse boş yere ölmedi.

l Kitapta da bahsettiğiniz, Türk olmak/Müslüman olmak mevzuunu biraz daha açar mısınız? Çünkü aynı şey bütün Balkanlarda var. Bosna’da da birisi Müslüman olduğunda Türk oldu denilir. Hatta Bosna katliamlarında Çetnikler, Boşnakları Türk’sünüz diye öldürüyorlardı…

Rumeli’de yakın bir zamana kadar Türk ile Müslüman birbirlerinin yerine kullanılan kelimelerdi. 1903 yılında dış devletlerin baskısı ile Sultan Abdülhamid reform yapmak zorunda kalınca Osmanlı murtat (mürted- dinden dönme) oldu diye Arnavutlarımız Mitroviça’daki tümenimize saldırdılar. Tümene silahla saldıran binlerce Arnavut birbirlerini “Hakiki Türkoğlular hücum!...” diye teşvik ediyorlar. Bu müthiş bir trajedidir. Kışlamıza saldıran Arnavutlar devlet elden gidiyor diye bize kurşun sıkıyor. Ölüyor, öldürüyor…

Rumeli söz konusu olunca Türklüğü etnik bir aidiyetten ziyade kültürel bir üst kimlik olarak görmek gerekir. Arnavut. Boşnak, Pomak, Torbeş, Goralı, Kıpt-yi müslimin’in hepsi için Türklük sıyrılmak icap eden rakip bir kimlik değil, işbirliği zemini olarak ele alınırsa daha uygun olur, fikrindeyim.

Rumeli’deki büyüklerimiz

l Müşir Mehmed Ali Paşa’nın mezarının tanzimi konusunda olumlu bir gelişme olabilir mi?

Karar vericiler meselenin önemini idrak ettiği gün mesele çözülür. Bugüne kadar rahmetli şehit mareşalimizin kabrinin düzenlenmemesinin vebali Arnavut dostlarımızdan ziyade kendi mefahir ve davalarından uzak olan ilgililer yüzündendir.

Hariciyemiz ve diğer ilgili kamu kuruluşları konuya sahip çıkmalı. Kosova örneğinden gidersek Prizren’de Suzi Çelebi merkatı da düzenlenmelidir.

l Suzi Çelebi?

500 yıl öncesinin kalem ve kılıç sahibi bir gönül eridir. Kadıdır, öğretmendir, şairdir, muharip askerdir. “Türk azdır diye bulma bahane/ Odun bir şulesi besdir bahane” diyebilecek yüksek bir şahsiyettir. Camii şerifinin haziresindeki kabrinin metruk halini Prizren’de vazife yaptığım 2009/2010 döneminde utançla hatırlıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı dahil hiçbir kurum Suzi Çelebi’nin kabrinin onarılması vazifesine sıcak bakmadı. Geçen yıllarda ne olduğunu bilmiyorum.

Mitroviça’da da Hafız Arif Efendi hatırası için mutlaka bir şeyler yapmalıyız. Rahmetli 1914 yazında Sırp ordusuna Müslümanlardan asker toplanmasına “Sırbistan gibi ecnebi bir hükümete muavenet etmek mugayir-i diyanettir.” dediği için vazifeli olduğu camide süngülenerek şehit edilmiştir. Hafız Arif Efendi merhumu 100 senedir unuttuğumuzun ayıbı bize yeter. Artık aziz adı için bir şeyler yapmalıyız.

[email protected]