Rus rüyası: Bir jeopolitiğin çöküşü

Necati Anaz / Polis Akademisi Öğretim Üyesi, Uluslararası Güvenlik Bölümü Başkanı
26.03.2016

Yayılmacılığın bir bedeli olarak kazandığından fazlasını harcamak zorunda olan Rusya, jeo-politik/ekonomik derinliğinde krize doğru sürüklenmektedir. Ayrıca Putin’in rüyasının bedelini alkol, sağlıksız beslenme, ekonomik sıkıntı ve demografik dengesizlikler gibi sorunlarla boğuşan Rus halkının daha ne kadar ödemek isteyeceği soru işaretidir.


Rus rüyası: Bir jeopolitiğin çöküşü

Sınırları Baltık Denizi’nden Japon Denizi’ne ve Sibirya’dan Karadeniz’e kadar yaklaşık 16 milyon kilometrekare alanı kaplayan devasa bir ülkedir Rusya. Üzerinde 11 zaman dilimi vardır; bir köşesinde daha mesai başlamadan diğer ucunda biter. Rusya, Amerika Birleşik Devletleri’nin iki katı, Hindistan’ın beş ve İngiltere’nin ise 25 katıdır. Bu yüzdendir ki Rusya, özellikle Soğuk Savaş döneminde yırtıcı pençeleri, kaba gövdesi ve korkunç sesiyle dehşet saçan ayı figüründe sembolize edilmiştir. Bu hayvan soğuğa karşı dayanıklı ve evcilleştirilmesi en zor yabani hayvanlardandır. Bu cüsseli yaratık en çok da irrasyonel tavır ve anlamsız saldırganlığıyla bilinir. Özellikle NATO’nun Batı bloğu Rusya’yı coğrafya kitaplarında işte böyle tanımlar.

İki kimlikli ülke

Bu devasa ülkenin doğusuyla batısını iki tren yolu bağlar. Bunlar Trans-Siberya ve Baykal-Amur anahat demiryollarıdır. Bu yolların ulaşımdan ziyade ticari malların taşınmasında sağladığı kolaylık nedeniyle jeopolitik önemi daha yüksektir. Kuzey-Güney hattında uzanan Ural Dağları ise ülkeyi sanki tam ikiye böler gibi keser. Bu bölünme sadece coğrafi olarak değil kimlik anlamında da ülkeyi Asya ve Avrupa olarak ayıran bir sınır oluşturur. Ural’ın batısı Rusya için hep savunulması zor ancak verimli ovaların engin genişliğinin başladığı coğrafyayı ifade eder. Bu genişliktir ki Rusya Batı’dan gelebilecek saldırılara karşı hep tedirgin hissetmiştir. Aslında bu hissinde de çok haksız değildir. Rusya, bu geniş düzlükleri üzerinden Napolyon’dan Hitler’e kadar birçok istilanın hedefi olmuştur. Enteresandır ki bu düzlükler Rusya’nın yumuşak karnını oluştururken aynı zamanda da ülkenin doğal savunma alanı sayılır. Geniş düzlükler ve uçsuz bucaksız arazi işgal kuvvetlerini lojistik destekten yoksun bırakırken işgalciler Rusya’nın savunmasından önce coğrafyanın gazabına uğrar. O yüzden Rusya bir taraftan işgale elverişli iken diğer taraftan aynı coğrafyasının korumasında güvenliğin keyfini çıkartır.

Bu devasa coğrafya ülkeye bereketli bir yeraltı zenginliğini de hediye eder. Dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz kaynakları bu büyük kara ve deniz parçasının altındadır. Rusya yeryüzünün insan habitasyonundan uzak Kuzey buzullarının doğal zenginlikleri üzerinde de hak iddia eder. Ekonomisinin bel kemiğini yeraltı zenginliklerinin oluşturduğu bir ülkede buzullar gibi stratejik enerji kaynaklarının bulunduğu bölge hiç kuşkusuz Rusya için hayati bir önemdedir. Çünkü enerji kaynağı zenginliği Rusya’ya sadece jeo-ekonomik çıkarlar sağlamamakta aynı zamanda enerjide Rus petrol ve doğal gazına bağımlı ulusların uluslararası hareket alanlarına müdahale edici imkanlar sunmaktadır. Ukrayna krizinde de görüldüğü üzere Rusya, Avrupa’ya aktarılan enerji kaynaklarını siyasal bir silah olarak kullanmaktan çekinmemektedir. Bugün Avrupa’nın birçok ülkesi yüzde 100’e varan enerji (doğal gaz) bağımlılığı ile Rusya’ya mecbur ise bu hiç kuşkusuz Rusya’nın Avrupa’da hareket alanını genişletmekte ve Avrupa’nın Rusya’ya karşı opsiyonlarını da daraltmaktadır (Letonya, Slovakya, Finlandiya ve Estonya yüzde 100; Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan ve Litvanya yüzde 80; Yunanistan, Avusturya ve Macaristan yüzde 60 Rus doğal gazına muhtaçtır).

Neden çökme gündemde?

Peki bu kadar muazzam kara parçasına ve zengin enerji kaynaklarına sahip olan bir ülke için neden netameli bir jeopolitikten bahsedebiliriz? Neden Rusya için halen ikinci bir çökmenin olasılığından konuşabiliyoruz? Bunu belki birbirine bağlı üç önemli nedenle açıklayabiliriz. Birincisi, Rusya’nın devasa coğrafyasına rağmen azalarak devam eden bir nüfus yapısının olmasıdır. Çin’in iki katı toprağa sahip olmasına rağmen Rusya’nın Nijerya’dan, Pakistan’dan daha az nüfusunun olması ve doğum artış oranının sıfırın altında (-0.04) yani azalarak devam etmesi Rusya için ciddi endişe verici bir durumdur. Ortalama yaşam beklentisi kadınlarda 76.57 iken erkeklerde 64.7’tir. Bu durum Rusya’da demografik dengeyi alt üst ederken ülkenin geleceğini de belirsizleştirmektedir. Bundan daha fazla endişe verici olanı ise Rusların alkolü ölümüne tüketmeleri ve yakın zamanda da bundan vazgeçeceğe benzememeleridir. Bugün Rusya’da ölümlerin yüzde 30’u alkole bağlıdır (Dünya Sağlık Örgütü). Tabii aşırı alkol tüketimi sadece ölümleri tetiklememekte aynı zamanda çalışan iş gücünü yani ekonominin motoru olan üretken nüfusu da kalitesizleştirmektedir. Putin her ne kadar çocuk sahibi olanlara yüksek destekler sunsa ve Ortodoks Hıristiyanlığını kurtarıcı mesih olarak görse de kötü gidişatı henüz tersine çevirebilmiş değildir. Buna gelişmiş ülkelere olan göçleri de ekleyince Rus jeopolitiğinin büyük bir tehdit altında olduğunu söyleyebiliriz.

Rus jeopolitiğini netameli kılan ikinci durum ise Rusya’nın devasa coğrafyası ve doğal enerji kaynaklarıyla dünya nüfusunun neredeyse beşte birine sahip ve ABD’den sonra enerjiye en fazla ihtiyacı olan Çin’in yayılma ve istilacı siyasetiyle karşı karşıya olmasıdır. Bu ihtimal Rusya’yı oldukça tedirgin etmektedir. Bugün Çin restoranları ve işçileri Sibirya düzlüklerine ve Ural Dağları’na kadar Rus kasaba ve şehirlerine yayılmış durumdaysa Rusya’nın bu durumdan endişelenmesi anlaşılır olmaktadır. Her geçen gün boşalan şehirleri Çinliler doldururken Rusya Yenisey havzasından Urallara kadar Çin kültürünün kontrolü altına girmektedir. Kültürel-ekonomik kontrolün ardından siyasal kontrolün gelmesi ise hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Rus çekirdek bölgesinin dışarısına çıkıldığında etnik yapı olarak Rusların dışında Rus kültür ve sosyal yapısıyla çok da özdeş olmayan toplumların varlığı Rusya’yı elbette tedirgin etmekte ve güvenlik çıkmazına itmektedir. Çin’in ekonomik kalkınmasını sürdürme ve kalabalık nüfusunu doyurma mecburiyeti ideolojik olarak birbirlerine çok da uzak olmayan bu iki devasa gücü nihai olarak birbirlerinin rakibi yapmaktadır. Bu durum Rusya’yı güvenlik krizine sokarken silahlanmayı çare olarak görmeyi zorlamakta ve ülkeyi kazandığından daha fazla harcamaya itmektedir. Bu durumda Rus jeopolitiği kaçınılmaz olarak Çin’in yayılmacı ve istilacı jeopolitiğinin kuşatması altında bilinmez bir çıkmazla karşı karşıya kalmaktadır.

Bir diğer çetrefilli jeopolitik de Rusya’nın devasa kara ve deniz bölgesine sahip olmasına rağmen coğrafi olarak kendisini halen kuşatılmış hissetmesidir. Aslında bu sadece bir histen ibaret de değildir. NATO yapılanmasıyla kuşatılmış Rusya, Soğuk Savaş döneminin ‘sınırlandırma’ (containment) politikası ile geniş coğrafyasının mahkumu kılınmıştır. Kuzeyde verimsiz ve yılın önemli bir kısmında dönmüş kara ve deniz parçasıyla sınırlanmış Rusya doğusunda Japonya ve Çin’le karşı karşıyadır. Batıda Skagerrak Boğazı’nda NATO üyesi Norveç ve Danimarka ile muhatap olan Rusya, güneyde ise yine bir başka NATO üyesi Türkiye karasuları içerisinde olan Boğazlardan dünyaya açılmak zorundadır. İşte bu coğrafi konjonktürde Rusya, NATO’nun kuşatmacı politikasını kendi güvenliği için tehdit olarak algılamakta ve özellikle sınırlarına yaklaşan NATO üyeliğine karşı saldırgan/askeri önlemleri kaçınılmaz görmektedir. Örneğin, Rusya Ukrayna’nın NATO üyeliğini kendisi için bir kırmızı çizgi olarak görmektedir.

Hint Okyanusu hayali

Kendisinin coğrafyasının mahkumu olduğunu düşünen Rusya, bu yüzdendir ki tarihi boyunca tüm enerjisini sıcak sulara açılmaya vermiştir. ‘Büyük Rusya rüyası’ olarak da bilinen bir gün ‘botların Hint Okyanusu’nda yıkanacağı’ rüyası hala Rus jeopolitiğinin temelini oluşturmaktadır. Ancak bu rüya Sovyet Rusya’sına birliğin dağılmasına mal olurken Putin Rusya’sına daha maliyetli bir bedelle karşılık bulacağa benzemektedir. Sovyetler Birliği’nin son başkanı Mikhail Gorbachev’un birliği dağıtmasını ‘yüzyılın en büyük jeopolitik faciası’ olarak bulan Putin, bu daralmacı siyaseti, ülkenin güvenliği için en büyük tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle Rusya, güvenliği için coğrafyasının mahrumiyetinden kurtulmayı ve sıcak-açık denizlerde ve bölgelerde koşullanmayı zorunlu saymaktadır. Rusya’nın Suriye çıkmazına dahil olmasındaki en önemli saiklerden birisi de yine bu sıcak denizlere ve stratejik geçitlere sahip olma arzusudur. Böylece Rusya, coğrafyasının çıkmazına da bu şekilde bir çözüm bulmuş olacaktır. Bu bağlamda Putin rüyasına dönüşen Rus rüyası, ülkeyi Akdeniz’in sıcaklığına çekerken kendisine tehdit olacak her unsura askeri cevabının olduğunu da göstermek isteyecektir. Rusya, NATO üyesi olmak isteyen komşu ülkelerine de Moskova’nın Washington’dan daha yakın olduğunu hatırlatmaktadır. Fakat yayılmacılığın bir bedeli olarak kazandığından daha fazlasını harcamak zorunda olan Rusya, jeo-politik/ekonomik derinliğinde büyük bir krize doğru da sürüklenmektedir. Ayrıca Putin’in rüyasının bedelini alkol, sağlıksız beslenme, ekonomik sıkıntılar ve demografik dengesizlikler gibi sorunlarla boğuşan Rus halkının daha ne kadar ve ne şekilde ödemek isteyeceği ise başka bir soru işaretidir.

[email protected]