Rusya ile Türkiye Libya’da karşı karşıya gelir mi?

Doç. Dr. İsmail Şahin/ Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
12.12.2019

Afrika’da enerji alanında geniş yatırım imkânları, Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynakları üzerinde üstünlük sağlama ve Afrika ülkelerinin savunma sanayi ürünlerine yönelik artan talepleri gibi menfaatler Rusya’nın Libya politikasının özünü oluşturuyor. Rusya ve Mısır arasında Kasım 2017’de hava sahasının ve hava üslerinin iki ülkenin ortak kullanımına açılması için varılan mutabakat göz önüne alındığında Rusya’nın Suriye, Mısır ve Libya ekseninde jeopolitik denklemi kendi lehine çevirecek kayda değer hamleler yaptığı fark edilmektedir.


Rusya ile Türkiye Libya’da karşı karşıya gelir mi?

Doç. Dr. İsmail Şahin, Bandırma Onyedi Eylül Üniv. Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı, Akdeniz Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü

Muammer Kaddafi sonrası Libya’da bir türlü siyasi ve toplumsal istikrar sağlanamadı. 2011 yılından bu yana iç çatışmalarla büyük bir kaosa sürüklenen ülkenin geleceği hakkında tahminler yürütmek oldukça güç bir durum. Ülkenin doğusunu kontrolü altında tutan General Halife Hafter, Nisan 2019’den beri ülkenin batısını ve başkent Trablus'u ele geçirmek ve Birleşmiş Milletler nezdinde meşru otorite kabul edilen Fayez al-Sarraj hükümetini devirmek için silahlı saldırılar düzenliyor. 76 yaşındaki Hafter, iktidara gelir gelmez kısa sürede hem Libya’daki istikrarsızlığı hem de DEAŞ vari radikal İslamcı unsurları bitireceğini vaat ederek uluslararası toplumun desteğini sağlamaya çalışıyor. Hafter’e göre Afrika’dan Avrupa’ya yapılan düzensiz göçlerde bir köprü vazifesi gören Libya’da istikrarsızlığın ve buna bağlı olarak güç kazanan radikal İslamcı hareketlerin müsebbibi Trablus’taki hükümettir.

Sovyetler Birliği'nde askeri eğitim alan ve sonrasında CIA bağlantıları ile şüpheleri üzerine çeken Hafter’in uluslararası konjonktüre uygun pragmatik bir üslup kullandığı görülmektedir. Hafter’in 2014'te Bingazi'deki İslamcı grupları hedef alan "Onur Operasyonu" adıyla silahlı bir mücadele başlatması ile 2015'te Tobruk merkezli bir Temsilciler Meclisi kurup ardından kendisini "Libya Ulusal Ordusu"na komutan sıfatıyla atattırmasının altında bu pragmatizm yatmaktadır. Hafter’in Libya’da herhangi bir şekilde iktidara gelmesiyle birlikte ülkede İkinci Kaddafi döneminin başlama olasılığı yüksektir. Demokratik eğilimler dikkate alındığında demokrat bir kişiliğe sahip Fayez al-Sarraj’ın açık ara önde olduğu kamuoyunun malumudur.

Hafter’in birçok devletten maddi ve manevi destek aldığı bilinmektedir. Kuzey Afrika’nın petrol zengini ve Doğu Akdeniz’de jeopolitik bakımdan önemli bir mevkie sahip Libya üzerine geliştirilen birçok siyasi, askeri ve ticari hesap, Hafter’e verilen desteklerin ana nedenidir. Bu desteklerin başında Rusya geliyor. Moskova Yönetimi’nin Libya’ya yönelik yaklaşımı tamamen faydacı bir anlayışa dayanmaktadır. Hafter’in ülkenin doğusunda yer alan önemli petrol sahaları ile limanları kontrol altında tutuyor olması, Rusya’nın Libya’ya ilişkin siyasetinin ana yörüngesini oluşturuyor. Bu sebeple Rusya Akdeniz’deki konumunu pekiştirmede Suriye’den sonra Libya’yı bir fırsat olarak görüyor. Bu doğrultuda Hafter’in kontrolü altındaki bölgelerde Rusya’nın deniz ve hava üsleri tesis etmek istediği ve bu taleplere de Hafter’in olumlu baktığı basına yansıyan haberler arasında yer almaktadır. Moskova’nın uzun soluklu bir diğer planı ise Libya’nın enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmaya çalışmasıdır. Özellikle ülkenin deniz alanlarında doğalgaz keşif çalışmaları yürütmek, mevcut petrol kaynaklarının Avrupa'ya nakli konusunda belirleyici bir nüfuza sahip olmak, Rusya’nın Akdeniz’deki varlığına bir hayli güç katacak projeler olarak Moskova’yı heyecanlandırmaktadır.

Rusya’nın Afrika hedefleri

Tüm bunların yanında uluslararası politikanın yeni mücadele sahası Afrika’da, Rusya Libya üzerinden bir köşe başı elde etmeye çalışıyor. Böylece küresel rekabetin kıyasıya arttığı Afrika’da güvenlik, enerji ve madencilik alanlarında ciddi yatırımlar yapmayı planlıyor.  Şüphesiz bu yöndeki adımlar Rusya’nın uluslararası düzeydeki ekonomik, askeri ve siyasi gücünü Afrika’ya transfer etmesine olanak sağlayacaktır. Bu beklentilerden dolayı Rusya’nın Hafter'e askeri güç ve silah desteği sağladığı ifade ediliyor. Ancak daha önce Kırım’da da olduğu gibi Moskova öne sürülen iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirtiyor.

Rusya’nın Libya'da resmi olarak askeri bulunmuyor. Kremlin bu noktada zekice davranarak resmi askerleri kullanmak yerine özel güvenlik şirketleri üzerinden Libya'ya asker gönderiyor. Özellikle Rus askeri istihbarat servisi ile sıkı bağlantıları olan şirketler bu amaçla kullanılıyor. Rus hükümeti Libya’ya asker ve silah göndermediğini, Hafter'e bağlı silahlı güçleri eğitmediğini ısrarla açıklasa da, Rusya’nın bu açıklamasına itibar edilmediği anlaşılmaktadır. Kaldı ki BM Güvenlik Konseyi’nin Nisan 2019’da Hafter'e bağlı güçlere tüm askeri faaliyetleri durdurma çağrısı Rusya'nın vetosu nedeniyle kabul edilmedi. Bu vaziyet dikkate alındığında Moskova-Hafter ilişkisinin derinliği hakkında bir fikir yürütülebilir. Ayrıca hemen belirtmek gerekir ki Afrika’nın en büyük silah tedarikçisi Rusya’nın Libya’daki silahlı çatışmaların uzağında kalması da pek olası değildir.

İnsan hakları ve demokrasi söylemi

Afrika’da enerji alanında geniş yatırım imkânları, Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynakları üzerinde üstünlük sağlama ve Afrika ülkelerinin savunma sanayi ürünlerine yönelik artan talepleri gibi menfaatler Rusya’nın Libya politikasının özünü oluşturuyor. Küresel aktörler nezdinde, başta Libya olmak üzere Afrika ülkelerinde insan hakları, demokrasi ve barışın yaygınlaştırılması şeklinde bir önceliğin olmadığı anlaşılıyor. Hafter açısından konu ele alındığında, diplomatik tecritten kurtulmanın tek yolu dış desteğin sayısını ve etki gücünü artırmaktan geçmektedir. Bu bağlamda, darbeci Hafter için Rusya bulunmaz bir nimettir.

Rusya ve Mısır arasında Kasım 2017’de hava sahasının ve hava üslerinin iki ülkenin ortak kullanımına açılması için varılan mutabakat göz önüne alındığında Rusya’nın Suriye, Mısır ve Libya ekseninde jeopolitik denklemi kendi lehine çevirecek kayda değer hamleler yaptığı fark edilmektedir. Her şeyden önemlisi kısa zaman zarfında Moskova’nın Akdeniz’deki donanma nüfuz sahasını hızla genişletmeye gayret ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

Bilindiği üzere Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında 27 Kasım’da “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası ile Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” adında iki önemli anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalar içinde en çok deniz yetki alanlarına ilişkin olanı Türk medyasını meşgul etti. Çünkü Türkiye Doğu Akdeniz’de 2003 yılından beri devam eden deniz yetki alanları sınırlandırma sorunlarıyla meşgul oluyordu ve Libya ile varılan anlaşma Türkiye’ye ilk kez öne geçme fırsatı sunuyordu.

Fakat “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” en az “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” kadar mühim bir anlaşmadır. Belki daha da kıymetli olduğu söylenebilir. Doğu Akdeniz’de süregiden kriz başta olmak üzere birçok uluslararası kriz, etkin bir diplomasinin ancak caydırıcılığı yüksek bir askeri güçle desteklendiği müddetçe sonuç verdiğini ortaya koymuştur. Bu yönüyle gelişmeler irdelendiğinde, deniz yetki alanlarına ilişkin anlaşmanın güvenlik ve askeri işbirliği anlaşmasıyla güçlendirildiği veya garanti altına alındığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki bu anlaşmalarla Türkiye iki ayrı hukuk tesis etti. Birincisi, meşru bir anlaşmayla kıta sahanlığının batı sınırını karara bağladı. Böylece kıta sahanlığındaki egemenlik haklarına hukuki bir güvence sağladı. Peki, bu hukuku kim koruyup kollayacak? İşte bu noktada ikinci anlaşma devreye girecek. Yani Türkiye “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile hukuki kazanımlarına askeri bir güvence de getirmiş oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin gerekirse Libya’ya asker gönderebileceğini söylemesinin meşru zemininde bu anlaşma bulunmaktadır.

Neden Türkiye Libya’ya asker göndersin? İki ülke imzaladıkları her iki anlaşmayla meşru çerçevede bir uluslararası hukuk yarattılar. Dolayısıyla bu anlaşmalardan doğan hakların muhafazası için Türkiye Libya hükümetinin çağrısı üzerine bu ülkeye asker gönderebilir. Başka bir açıdan konuya bakılacak olursa Türkiye güvenlik ve askeri işbirliği anlaşmasıyla Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin meşru garantörü durumuna geldi. O halde her kim bu hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik gayrimeşru bir girişimde bulunacak olursa karşısında doğrudan Türk ordusunu görebilir. Türkiye, Libya hükümetiyle yaptığı anlaşmalarla Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarına ne denli önem verdiğini tüm ciddiyetiyle bir kez daha alenen ilan etti. Bu hususta Türkiye’yi geri adım attırabilecek tek olası durum, Doğu Akdeniz’in sahildar devletleriyle ikili veya çok taraflı anlaşmalar yapmaktır.

Türkiye’nin elindeki en güçlü koz ise uluslararası tüm baskılara rağmen başarılı bir şekilde gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarıdır. Adı geçen bu üç askeri operasyon Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan hak ve menfaatlerini koruyup kollamak için askeri tedbirlere başvurmaktan geri durmayacağını işaret etmesi bakımından önemlidir.

Rusya Türkiye’yi göz ardı edemez

Rusya ile Türkiye Libya’da karşı karşıya gelir mi? Rusya’nın Hafter’le ilişkisi karşılıklı çıkara dayanıyor. En azından rasyonaliteyi ortadan kaldıracak ideolojik bir ilişkiden pek fazla söz edilemez. Rusya, Suriye ve Doğu Akdeniz’deki krizlere Türkiye’nin, “egemenlik ve milli güvenlik” penceresinden baktığını çok iyi biliyor. Hal böyle olunca Rusya’nın Türkiye’ye karşı kayıtsız şartsız Hafter’i desteklemesi akılcı bir davranış olmaz. Rusya için Libya şu an iyi bir silah pazarı ve bu pazarın en büyük alıcısı Hafter. Bu nedenle bu ticari ilişkinin bir müddet daha devam etmesi muhtemeldir. Rusya’nın tüm riskleri aynı sepete koyma zorunluluğu olmadığına göre bu noktada Türkiye’yi göz ardı edemez.

ABD ise Libya’nın egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasına dair pozisyonunu büyük ölçüde koruyacaktır. Bu kapsamda ülke genelinde ateşkesin sağlanması için çaba harcamaya devam edecektir. Yunanistan, İsrail, Güney Kıbrıs ve Mısır muhakkak Hafter’in desteklenmesi için ABD nezdinde önemli lobi faaliyetleri yürütecektir. ABD Yönetimi bu dört devletin Doğu Akdeniz’de yaşadığı derin hayal kırıklığı nedeniyle Türk-ABD ilişkilerini zedeleme adına hareket ettiğini tahmin edebilme yeteneğine sahiptir. Dolayısıyla ABD’nin Hafter’e uzlaşı çağrısı yapmaktan öte bir davranış modeli benimsemesi şimdilik pek kolay görülmüyor.

Sonuç olarak birçok uluslararası ve bölgesel aktörün Libya politikası "bekle-gör" şeklinde cereyan edecektir. Türkiye bu aşamada tüm caydırıcı gücünü Libya’daki meşru hükümeti korumak ve güçlendirmek üzere kurgulamalıdır. Bu sayede, uluslararası hukuk çerçevesinde milli menfaatlerini ve milli güvenliğini koruma adına Doğu Akdeniz’deki konumunu pekiştirmelidir.

[email protected]