Almanya'nın yeni savunma hamleleri, drone tehditleri, içerideki protesto yasakları ve dışarıdaki silah ambargoları ışığında, BM'ye aktif katılım yalnızca bir diplomatik tercih değil, stratejik bir zorunluluk olarak öne çıkıyor. Berlin, İsrail politikası ve ABD ile ilişkilerini zedelemeden uluslararası arenada görünürlüğünü korumak zorunda.
M. Emin Şimşek/ Yazar
Avrupa'nın lokomotif ülkesi olan Almanya, Gazze'deki insanlık dramı karşısında sessizliğe bürünmüş durumda. Berlin'deki diplomatik koridorlarda yankılanan "Staatsräson" (Devlet Aklı) ve "antisemitizmle mücadele" söylemleri, Ukrayna Savaşı'nın gölgesinde Rusya korkusuyla birleşince, ülkenin dış politikasını adeta felç etmiş görünüyor. Bu sessizlik, Almanya'yı ve AB'nin diğer büyük aktörlerini insani değerler ve uluslararası hukuk konusunda çelişkili bir konuma itiyor.
Merz BM'ye katılmadı: Resmî gerekçeler yetersiz
Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) lideri Friedrich Merz, Gazze krizi en yoğun yaşanırken BM Genel Kurulu'na katılmadı. Resmî gerekçe: "Bütçe görüşmelerine katılmak zorunluluğu." Ancak gözlemciler, bu açıklamayı yetersiz buluyor. Merz'in yokluğu, Almanya'nın İsrail-Filistin çatışması karşısındaki çelişkilerini görünür kılıyor.
Almanya için İsrail, yalnızca bir dış politika aktörü değil. Holokost'un yarattığı yük, İsrail'in varlığını ve güvenliğini korumayı bir devlet politikası hâline getiriyor. Merz'in BM'den uzak durması, Gazze'yi eleştirirken İsrail'in güvenlik haklarını savunma zorunluluğundan kaynaklanan bir gerilimi yönetme çabası olarak yorumlanıyor. Açık bir karşı karşıya geliş, hem siyasi hem ekonomik risk anlamına geliyor.
Rusya tehdidi ise tabloyu daha da karmaşık hâle getiriyor. Ukrayna savaşı ve doğu sınırlarında artan riskler, Almanya'yı NATO ve ABD ile ittifakını güçlendirmeye mecbur bırakıyor. Gazze, bu bağlamda bir paravan görevi görüyor; insan hakları söylemi, Rusya'ya karşı bir araç hâline geliyor.
İç siyasetin gölgesi: Yahudi Lobisi ve antisemitizm korkusu
Almanya'nın Gazze konusunda sert adım atamamasının bir nedeni, içerideki güçlü Yahudi lobisi ve 2. Dünya Savaşı'nın yarattığı travmalar. İsrail karşıtı bir duruş, yeniden filizlenecek antisemitizm korkusunu tetikleyebilir.
Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) köşe yazarı Patrick Bahners, İsrail eleştirisinin sınırlarını ve antisemitizme dönüşme riskini vurgularken, Die Zeit'de Meron Mendel, eleştirinin ifade özgürlüğünü kısıtlamaması gerektiğini savunuyor. Ancak her iki durumda da politikacılar daha net bir tutum sergilemekten çekiniyor.
Alman Medyasının yaklaşımı: Axel Springer'ın rolü
Gazze meselesi yalnızca siyasetçiler değil, medya için de bir turnusol işlevi görüyor. Bu noktada Axel Springer SE — Bild, Die Welt gibi en etkili yayınların sahibi — ülke kamuoyunun hem yönlendiren hem de tartışma sınırlarını çizen aktörü konumunda.
Axel Springer, kurumsal ilkeleri arasında "Yahudi halkının desteklenmesi" ve "İsrail'in varlık hakkının tanınması"nı açıkça beyan eden bir medya devi. Bu nedenle Bild ve Welt gazeteleri, Gazze meselesinde çoğu zaman İsrail'in güvenlik söylemlerini merkeze alan bir yayın çizgisi izliyor.
Bild gazetesi, BM'nin Gazze'de açlık tehlikesine dair uyarılarını "Hamas'ın açlık planı" başlığıyla aktardı; sivil kayıpları ikincil bir mesele olarak çerçeveledi. Axel Springer yöneticisi Mathias Döpfner, İsrail bayrağını şirket binasına çektirerek, çalışanların itirazlarına rağmen İsrail desteğini sembolik düzeyde de pekiştirdi. Springer'in ilan platformu Yad2'de Batı Şeria'daki yerleşimlerin emlak ilanları yer alırken, insan hakları örgütleri bunu "işgalin normalleştirilmesi" olarak eleştirdi.
Böylece Almanya'da medya çizgisi, hükümetin manevra alanını daraltıyor. Axel Springer, İsrail lehine pozisyonunu kurumsal ilkesine dönüştürmüş durumda; bu da BM'de Almanya'nın neden sessiz kaldığını açıklayan unsurlardan biri. Çünkü Gazze konusunda hükümetin söyleyeceği her cümle, Axel Springer basını üzerinden iç siyasete geri dönüyor.
Yeni tehdit algısı: Drone vakaları ve silahlanma gündemi
Berlin'in sessizliği sürerken, Almanya'nın askeri kapasitesine yönelik adımları giderek artıyor. Merz hükümeti, iç reform ve savunma öncelikleri arasında 80 maddelik bir "bürokrasiden arındırma ve modern devlet" planı açıkladı. Bu planın yalnızca verimliliği değil, aynı zamanda stratejik karar alma hızını artırmayı da hedeflediği belirtiliyor.
Aynı dönemde, kimliği belirsiz drone'ların Alman kritik altyapısı üzerinde uçuş yaptığı haberleri gündeme oturdu. Schleswig-Holstein'da bir termik santral ve ThyssenKrupp tersanesi üzerinde görülen şüpheli drone'lar, casusluk girişimi şüphesini doğurdu. WELT'in özel haberine göre ise Almanya genelinde drone sürülerinin kritik altyapıyı gözetlediği iddia ediliyor ve AB çapında yeni güvenlik önlemleri gündemde.
Tüm bu gelişmeler, Almanya'nın yalnızca klasik savaş tehditlerine değil, aynı zamanda görünmez ve teknolojik saldırılara karşı hazırlık yapma baskısı altında olduğunu gösteriyor. Bu nedenle Berlin, insansız hava araçları ve yeni nesil savaş teknolojilerine milyarlarca avroluk yatırım planlıyor.
Bunun en somut örneği, "Europa" adlı yeni insansız savaş uçağı projesi. 2027'de ilk uçuşunu yapması beklenen bu platform, Avrupa savunma sanayiinde bir dönüm noktası olarak görülüyor. Ayrıca Airbus'ın ABD'li Kratos firmasıyla yaptığı anlaşma kapsamında, 2029'a kadar Alman ordusuna yüksek kapasiteli insansız hava araçlarının tedarik edilmesi planlanıyor. Bu hamle, Berlin'in yalnızca Rusya'ya değil, küresel tehditlere karşı askeri caydırıcılığını artırma arayışını gösteriyor.
Ayrıca, zorunlu askerlik yasasının yeniden gündeme getirilmesi, Almanya'nın güvenlik önceliklerinin nasıl değiştiğini gösteriyor. Askeri hazırlıkların yoğunlaştığı bir atmosferde, Gazze'de insani dramı öne çıkarmak Berlin için giderek daha zor bir denkleme dönüşüyor.
İçeride yasak, dışarıda ambargo: Almanya'nın çelişkisi
Almanya'nın çelişkili tutumunun bir başka boyutu, içeride Filistin yanlısı gösterileri yasaklarken dışarıda İsrail'e silah satışlarını durdurması. Berlin polisi son aylarda birçok Filistin yanlısı yürüyüşe izin vermedi, "antisemitizm riski" gerekçesiyle geniş yasaklar uyguladı. Buna rağmen Almanya'nın, Netanyahu hükümetinin Gazze operasyonlarını protesto eden uluslararası çağrılar eşliğinde, İsrail'e bazı silah ihracat izinlerini askıya alması dikkat çekti.
Bir tarafta ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir Almanya; diğer tarafta İsrail'e silah satışını durdurarak Tel Aviv'den sert eleştiriler alan bir Almanya. Bu çelişkiler, Berlin'in içeride ve dışarıda hangi dengeyi korumaya çalıştığını gözler önüne seriyor.
İç siyaset: AfD'nin yükselişi
Bu tabloya eklenen bir diğer unsur ise Almanya'da sağ popülist AfD partisinin yükselişi. Sachsen-Anhalt eyaletinde AfD'nin yüzde 39 ile birinci parti konumuna geldiği anket sonuçları, Berlin'de alarm zillerini çaldırdı. CDU'lu Başbakan Reiner Haseloff, "Es geht ums Ganze. Wir oder die." (Her şey söz konusu — ya biz ya onlar) diyerek toplumsal kutuplaşmaya dikkat çekti.
AfD'nin yükselişi, Berlin'in dış politikada sert çıkışlar yapma kapasitesini sınırlıyor. Çünkü Filistin lehine atılacak bir adım, antisemitizm tartışmalarını alevlendirebilir; İsrail lehine atılacak sert bir adım ise toplumsal muhalefeti artırabilir. Bu nedenle hükümet, dış politikada "kontrollü sessizlik" stratejisini tercih ediyor.
Sonuç: Diplomatik sessizlik mi, stratejik tercih mi?
Almanya'nın yeni savunma hamleleri, drone tehditleri, içerideki protesto yasakları ve dışarıdaki silah ambargoları ışığında, BM'ye aktif katılım yalnızca bir diplomatik tercih değil, stratejik bir zorunluluk olarak öne çıkıyor. Berlin, İsrail politikası ve ABD ile ilişkilerini zedelemeden uluslararası arenada görünürlüğünü korumak zorunda.
Netanyahu'nun BM konuşmasında sık sık Nazi dönemine atıf yapması, Almanya'nın bu tartışmaların merkezinde kalmak istemediğini gösteriyor. Zira Berlin, tarihsel sorumlulukları hatırlatıldıkça daha da savunmacı bir pozisyona itiliyor.
Bugün Almanya, Gazze meselesinde sessizliğiyle eleştirilse de bu sessizlik yalnızca bir ahlaki tutum değil, aynı zamanda tarihsel yükler, iç siyasi dengeler, güvenlik riskleri ve küresel ittifaklar arasında sıkışmış bir stratejik zorunluluğun sonucu olarak okunmalı.