Rusya sahadan çekiliyor mu? Suriye’de tünelin ucu

Cihangir İşbilir / Uluslararası Rabia Platformu Koordinatörü
19.03.2016

Çok boyutlu operasyonlarıyla Esed rejimine ciddi alan açan Rusya’nın, Suriye’den kısmî çekilme kararı alması, uluslararası çevrelerde olumlu karşılansa bile Cenevre görüşmelerinin hemen başında gerçekleşen bu inisiyatif sahada ‘oyun değiştirecek’ bir hamle olarak okunmuyor.


Rusya sahadan çekiliyor mu? Suriye’de tünelin ucu

Beş sene önce Mart ayında halkın ‘yönetimde reform’ talepleriyle başlayan Suriye krizi, Esed rejiminin bu taleplere ateşle karşılık vermesi sonucu kanlı bir savaşı tetikledi. Bu süreçte Suriye halkının talebi ise ‘yönetimde reform’dan ‘yönetimin düşmesi’ne dönüştü. Bugüne gelindiğinde, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük insani trajediyi doğuran ve bölgesel/küresel aktörlerin müdahil olmasıyla âdeta kördüğüme dönüşen Suriye krizinde tünelin ucu henüz görünmüyor. Çok boyutlu operasyonlarıyla Esed rejimine ciddi alan açan Rusya’nın, Suriye’den kısmî çekilme kararı alması, uluslararası çevrelerde olumlu karşılansa bile Cenevre görüşmelerinin hemen başında gerçekleşen bu inisiyatif sahada ‘oyun değiştirecek’ bir hamle olarak okunmuyor. Sahada ağırlıkları değiştirip hakimiyeti pekiştirecek araçları tesis ettikten sonra masada avantaj kazanmak için yapılan bu ‘taktik ricat’ın ne anlama geldiği, Cenevre’deki görüşmelerin seyrine ve cephelerdeki dengelerin durumuna göre önümüzdeki haftalarda daha açık okunabilecek. ‘Federatif Suriye’ planı, başından beri Esed rejiminin seçenekleri arasında olsa ve bugün için birçok fiili şartı oluşturulsa da başta Türkiye için olmak üzere Esed rejimini kırmızı çizgi olarak gören İran için de tehdit teşkil ettiğinden, gerçekleşme ihtimali hâlâ çok zayıf. Bununla birlikte sahayı ‘oldu-bitti siyaseti’ ile terörize eden Rusya ve İran gibi aktörlerin masaya da tahakküm etmek istemesi ve asıl aktör olan Suriye halkının taleplerini gözardı etmesi krizi derinleştirmekle kalmıyor, siyasi tüm seçenekleri de geçersiz kılıyor.

Bilanço ağır

Altıncı yılına giren ve kelimenin tam anlamıyla bir ‘jeotrajedi’ye dönüşen Suriye krizindeki ‘çok katmanlı’ ve insanoğlunun bildiği tüm işkence ve cinayet tekniklerinin uygulandığı ve bulduğu tüm silahların acımasızca kullanıldığı çatışmalar, yakın tarihin en ağır bilançosunu ortaya çıkarttı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) verilerine göre Mart 2011’den beri 271.138 kişi hayatını kaybetti. Kayıplarla birlikte ve konuyla ilgili diğer raporlardaki veriler dikkate alındığında bu sayı 500 bini aşıyor. 3.7 milyon Suriyeli çocuk bu süre içerisinde sığınmacı olarak dünyaya geldi. 5 milyon Suriyeli, komşu ülkelere sığındı, milyonlarcası ülke içinde defalarca yer değiştirdi.

Rakamların ve istatistik verilerinin, boyutlarını anlatmakta yetersiz kaldığı bu insanlık trajedisi, Akdeniz ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmak isteyen Suriyelilerin sayısı artınca ancak küresel aktörler tarafından farkedilebildi. Son beş yıldır “Esed mutlaka gitmeli” tezini savunan ABD yönetiminin kırmızı çizgi olarak ilan ettiği kimyasal silah kullanımı defalarca gerçekleştirildiği ve ispatlandığı halde Esed’e karşı hiçbir harekâta kapı açmaması, uçuşa yasak bölge ve güvenli bölge kurulmasına bir türlü yanaşmaması da insani dramı artıran unsurların başında geldi.   

‘Kullanışlı’ terör örgütleri

Her geçen ay krizin sebep olduğu insani dram derinleşirken, uluslararası aktörlerin başarısız Suriye politikalarının ve Esed rejiminin imdadına ‘kullanışlı’ terör örgütleri yetişti. Özellikle Nisan 2013’te Suriye’de varlığını ilan eden DAEŞ, Esed rejiminin katliamlarına ve Batılı aktörlerin ikircikli Suriye politikalarına ‘kullanışlı’ gerekçeler üretmeye başladı. Günlerce vahşi infazları küresel medya tarafından servis edilen DAEŞ, rejim güçleriyle savaşmak ve Suriyelilerin haklı ve meşrû taleplerini savunmak yerine muhalifleri zayıflatacak ve uluslararası kamuoyunda Suriyelilerin direnişini lekeleyecek bir fonksiyon icra etti.

Eylül 2014’te ABD liderliğindeki koalisyon ve Eylül 2015’te Rusya, Suriye’de DAEŞ bahanesiyle askeri operasyonlara başladı. Bu süreçte uluslararası aktörlerin birinci hedefi olmaktan kurtulan Esed rejimi rahat bir nefes alıp alan kazandığı gibi, terör örgütleri mağduriyetten kendi tabanlarında meşruiyet devşirerek daha da palazlandı. DAEŞ bahanesiyle koalisyon güçleri ve Rusya tafarından muhalif birliklere yönelik saldırılar düzenlendi, siviller Esed rejimi tarafından fosfor ve varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla vahşice katledildi; muhaliflere destek veren bölgeler ablukaya alınarak sivil halk açlığa mahkûm edildi. Bu süreçte derin ve karanlık kökenlere sahip DAEŞ terör örgütünün kontrol ettiği noktalar neredeyse Suriye’deki en güvenli bölgeler haline geldi. Bu süreçte tarihte hiç olmadığı kadar terör ‘kısır döngüsü’ küresel siyasetin en acımasız aracı oldu.

Esed rejiminin sınır tanımaz katliamları, ABD liderliğindeki koalisyonun saldırıları, Rusya’nın operasyonları ve DAEŞ, İran destekli Şii milisler, Hizbullah militanları ve PYD’nin terörü arasında sıkışan muhalifler ele geçirdikleri toprakları kaybetmemeye ve mevcut durumu muhafaza etmeye çalıştılar.

Irak’tan Libya’ya alan genişleten DAEŞ ve türevi örgütler bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen küresel aktörlere de elverişli bir zemin hazırlamış oldu. Sözde ‘Terörizmle mücadele’ adına başlatılan operasyonlar ve uluslararası hukuku hiçe sayan uygulamalar bölgenin yeni gerçekliği oldu. Terörle mücadele adına terörize edilen Irak’tan Libya’ya kadar uzanan bölgede mihrak noktası ise daima Suriye oldu.

Arap Yarımadası’nı Asya kıtasına bağlayan, Afro-Avrasya’nın merkezinde bulunan ‘Suriye kıstağı’, enerji zengini Doğu Akdeniz’le Mezopotamya arasında kalan ‘bereketli hilal’, hem vekâleten hem asaleten savaşlarla birlikte kanlı bir hesaplaşmaya sahne olurken, Suriyeliler üzerinden bölge halklarının da istiklal ve onur mücadelesinin merkezi haline geldi. 

Türkiye’nin politikası

Türkiye, krizin başlangıcında Suriye hükümetini reform yapması yönünde ikna etmeye çalışmakla birlikte, kriz öncesinde bölgede yürüttüğü barışı tesis etme ve entegrasyon odaklı politikalarının devamı adına ilkesel bir çizgi takip ederek yatışıtırıcı, arabulucu, himaye edici bir tavır takındı. Ancak Esed rejiminin halkına karşı katliamlara başlaması, Irak, İran, PYD ve Hizbullah’ı yanına alarak bölgesel bir angajmanla hareket etmesi Türkiye’yi Suriyelilerden ve Suriyelilerin meşru temsilcileri olan rejim muhalifi gruplardan yana pozisyon almaya yöneltti.

Türkiye, en baştan beri ‘açık kapı politikası’ ile hükümete bağlı kuruluşlardan sivil toplum kuruluşlarına, yerel yönetimlerden merkezi hükümete kadar her kesimiyle insani yardım konusunda seferberlik halinde oldu. Yine, Suriye içinde mağdur ve muhtaçlara ulaşılması için insani yardım koridorları kurulmasını, rejim güçlerinin hava saldırılarından sivilleri korumak için ‘uçuşa yasak bölge’ ilan edilmesini ve nihayet ‘güvenli bölge’ kurulmasını her mahfilde dile getirdi ve bunun için uluslararası örgütlerin mekanizmalarını harekete geçirmeye ve konunun taraflarını ikna etmeye çalıştı.

Son beş yıldır yapılan operasyonlarla Suriye’deki terör örgütlerine sürekli manevra imkanı verilmesi, Esed rejiminin katliamlarına göz yumulması ile eşzamanlı olarak Türkiye’de terörün tırmandırılması, DAEŞ’le mücadele gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılan ve teknik ve lojistik olarak desteklenen PYD üzerinden PKK terör örgütünün takviye edilmesi Suriye üzerinden Türkiye’nin de hedef olma ihtimalini daha da kuvvetlendirdi. Bu sayede Türkiye’nin sınır güvenliği ve iç istikrarı kırılgan ve hassas bir zemine doğru sürüklendi. 

Devrim devam ediyor

Terörle mücadele adına bölgeyi terörize eden aktörlerin Suriye meselesinde Esed rejimi aleyhine politika yürüten Türkiye’yi terörle teslim alma hedefi son zamanlarda iyice gün yüzüne çıktı. Aynı aktörler bu süreçte Türkiye’yi terör örgütlerine yardım etmekle suçlayıp, Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ve FETÖ vasıtasıyla Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, dikkat ve enerjisini manipüle etmek ve uluslararası operasyona müsait hale getirmek istediler.

Tüm bunların sonunda, Suriye krizinin başında Türkiye’nin Suriyelileri himaye etme ve bölgesel barışı tesis etme hedefi, şimdiki konjonktürde, bilhassa tırmandırılan terör sebebiyle varoluşşal bir çerçeve kazandı ve güvenlik konseptli yeni bir evreye geçti denebilir. Bu durum Türkiye’yi önümüzdeki dönemde söylem-eylem dengesinin daha da ötesine geçmeye ve kapasite-güç-inisiyatif zincirinde sınırları zorlamaya sevk edebilir.

Suriyelilere hemen her sahada destek veren Türkiye’nin çekilmek istendiği girdap ve kurulan tuzaklar dikkate alındığında Suriyelilerin devriminin neticelenmesinden başka krizden kalıcı ve meşru çıkış yolunun olmadığı görünüyor. Suriye’de ‘sıfır toplamlı bir oyun’dan bahsetmek artık imkânsız ama tüm iyi senaryolarda Esed’e kesinlikle yer yok diyebiliriz. ‘İran’ın zırhı, İsrail’in kalkanı’ gibi olan Esed rejimi ise hiç şüphesiz Esed’in gitmesiyle yerle bir olmayacak ancak bu sayede en önemli sembolik figür ortadan kalkmış ve baba Esed’den beri Suriye’de devam eden yarım asırlık zulüm süreci en azından psikolojik olarak sona ermiş olacak.

Bugün, sahadaki oldu-bitti siyaseti ve Suriye halkını cezalandıran barbar katliamlardan daha ziyade Suriyelilerin devrimini çalmak için kurulan masalar Suriyelileri endişelendiriyor.

Cenevre’de görüşmeler devam ederken bile Esed rejimi Birleşmiş Milletler (BM)’ye ait ilaç yardımlarının Suriyeli sivillere ulaşmasını engelliyor, Rusya bir yandan dünyaya çekilme mesajları verirken yeni kurduğu üslerindeki yoğun varlığını sürdürüyor, Hizbullah Arap ülkeleri tarafından ‘terör örgütü’ ilan edilmenin psikolojik baskısı ile Suriye’den çekilme mesajları veriyor, İran tüm gücüyle Suriye’de operasyonlar yapmaya devam ediyor, DAEŞ ve PYD ise farklı hesaplarla bölgede terör rüzgarları estirmeye devam ediyor. Böyle bir ortamda Cenevre’den adil bir sonucun çıkması, Suriye’de seçimlerin barış ve huzur içerisinde gerçekleşebilmesi ve sığınmacıların ülkelerine güvenle dönebilmeleri mümkün değil. Suriye halkının kısmen ateşkes sağlanan bölgelerde gerçekleştirdiği gösteriler tüm olumsuzluklara rağmen devrim ruhunun ölmediğini ve beş sene önce Deraa’da yakılan ateşin hâlâ canlı olduğunu gösteriyor.     

Son söz Suriyelilerin

100 sene önce çizilen sun’î sınırların anlamsızlaştığı Ortadoğu’da beş sene önce başlayan Suriye krizi çözüldüğünde haritalarla birlikte bölgedeki dengeler büyük oranda değişecek. Bu değişimde son sözü söylemek isteyen bölge halklarının cezalandırıldığı bir süreçten geçiyoruz. En büyük acıları ve fedakarlıkları ise Suriyeliler yaşıyor. Suriyelilerin en çok güvendiği ve bel bağladığı ülke ise hiç şüphesiz Türkiye. Yeni ve doğru bir okumayla Suriye krizinde etkin inisiyatifler almak zorunda olan Türkiye, merkezî ve etkin bir aktör olmak için fırsatları henüz kaçırmış değil. Küresel statükoya direndiği için terörle ve küresel algı operasyonlarıyla dize getirilmeye çalışılan Türkiye’nin istiklal ve istikbali Suriye imtihanını atlatmasından geçiyor. Yeni Şark kurulurken ancak eski Garb’ın tasallutundan ve tuzaklarından kurtulabilen aktörler ayakta kalabilecek. Suriye bu mücadelenin verildiği harp meydanı bugün için...   

[email protected]