Rusya ‘Soğuk Savaş’ı mı özledi?

Cengiz Sözübek - Araştırmacı Yazar
26.09.2015

Rusya’nın gizliden yürüttüğü Suriye savaşında aniden açığa çıkmasını ve ABD’nin de bunu artık gizlememesini nasıl okumalıyız? Bu yeni Soğuk Savaş’ı Putin’in Rusya’sı ile finans-kapitale karşı kurgulayan “Obamarika”, cumhuriyetçilerin önümüzdeki ABD seçimlerde kazanma ihtimali öncesinde Rusya’ya mümkün olabildiği kadar alan açmak istiyor. 40 yıldır konservede saklanıp “piyasaya” sürülen İran konusunda acele edilmesinin sebebi de bu.


Rusya ‘Soğuk Savaş’ı mı özledi?

1. Dünya Savaşı bir Sırp milliyetçisinin suikastıyla başlamamıştı; Arap Baharı’nın Aralık 2010’da Tunuslu bir gencin kendisini yakmasıyla başlamaması gibi. Her büyük tarihî olayın kümülatif bir arka planı ve jeopolitiğin boşluk kabul etmeyen keskin bir kuralı vardı.

Arap Baharı; I. Dünya Savaşı’nın taraflarının Kuzey Afrika-Ortadoğu hattındaki yarım kalan hesaplarının Soğuk Savaş dengeleriyle dondurulduğu vekalet/vesayet düzenlerine halkların isyanıydı. ABD Başkanı Eisenhower’in “asıl tehlike halklardan gelecek bir nefret dalgası” dediği döneme gelinmiş ve mızrak çuvala sığmamıştı.

Tunus’tan kısa sürede Mısır’a sıçrayan kıvılcım tüm bölgeye yayılırken, türlü komplolar ve tezviratlarla süreç “işte bunlar hep BOP”a bağlanıyordu. Suriye henüz yangın yerine dönmemişken ve Mısır’da Mursi’ye darbe yapılmamışken, “Ortadoğu’da Mısır’sız savaş ve Suriye’siz barış yapılamaz” sözünün sahibi Henry Kissinger Haziran 2010’da -Mursi’nin iktidara gelme arifesinde- Washington Post’a yazdığı makalede yeni bir manifesto yayımlayacaktı: “Suriye’ye müdahale küresel düzeni yıkma riski taşıyor”

Mursi’nin Mısır’ına Esed’siz Suriye’nin de ekleneceği yeni bir düzene gidileceği görülürken, Henry Kissinger’ın “düzen yıkılıyor”u bir tespitten öte bir uyarı mesajı taşıyordu. Müdahale edildiğinde küresel sistemi yıkma riski taşıyacak kadar kritik bir yerde duran Esed düzeninin nasıl bir jeopolitik anlamı vardı? Bu sorunun cevabı için Henry Kissinger’ın izlerini takip etmeye devam edersek ilk olarak, resmî görevi olmadan da onlarca kez ziyaret edecek kadar sıkı ilişkilerinin olduğu ve geçtiğimiz Ağustos ayında “O’na büyük bir güçmüş gibi yaklaşın” dediği Rusya’ya ulaşabiliriz. Rusya’nın Kissinger’ın kafasındaki küresel sistemdeki anlamını da, Soğuk Savaş yıllarında muhatabını aşağılamak için kullandığı bilinen şu ifadesinde bulabiliriz: “Avrupa’nın fikrini almamız gerekiyorsa, bana kiminle görüşmem gerekiyorsa onun telefon numarasını verin.”

Sevgili Rusya geri dön!

Soğuk Savaş Amerika’nın galibiyetiyle bitmişti; her şey beklendiği ve istendiği gibi olmuş, yıkılması mukadder olan hantal/akıl dışı yönetimiyle Sovyetler hem Amerikan hegemonyası için tüm dünyada jeopolitik meşruiyet sağlamış hem de günün birinde karşısına güçlü bir rakip olarak çıkamamıştı. Amerika “devleti” Sovyetlerle oynadığı bu oyunla, Churchill’in “ABD’ye emanet olarak verdik” ifadesinde saklanan ihtiraslarıyla İngiltere susturulmuş ve ekonomik olarak dev “Merkezî Avrupa ülkeleri” siyasi/askerî alanlarda kötürüm bırakılmıştı. Amerika’nın önderliğinde NATO “Rusya tehdidi” için genişliyordu, ama son tahlilde hep Avrupa’nın nüfuz alanlarında onu kıskaca alıyordu. Sovyetler Soğuk Savaş’ın sonunda ne kadar güçlense de yenilmeye mahkûmdu, ama güçlü ekonomileriyle Avrupa hep Amerikan hegemonyası için tehdit olabilecek potansiyele sahipti.

Rusya yaklaşık 75 yıllık “Sovyet konservesi”nde tutulduktan sonra kapağı açıldığında, “Amerika devleti”nin küresel rakibi olan ve “finans-kapital” olarak tanımlayabileceğimiz küresel kanadının eline geçmişti. Rusya’nın yeni sahipleri Yahudi-İngiliz konsorsiyomunun oligarkları olacak ve “sarhoş Yeltsin” simgesiyle de Rusya “devleti” tamamen felç edilecekti. On yıllık bu meşum süreç, bir başka simge isim Putin ile bitirilecek ve Rusya devleti “Putinizm” ile oligarklardan temizlenecekti. Putin’in iktidara gelişi, yeni Soğuk Savaşın işaret fişeğiydi; 2007’de Putin meşhur (TSK’nın internet sitesinde de bir süre kalan) Münih konuşmasını yapacak ve “tek kutuplu dünya yok, biz de varız” diyecekti.

Rusya devleti içeride oligarkları tasfiye ederek Putin’in eski meslektaşlarıyla devletin gücünü tahkim ederken, dışarıda ise Çeçenistan bir şekilde çözüme kavuşturulduktan sonra Gürcistan’la ve Ukrayna’yla devam eden ve son olarak da Suriye’ye geçerek eskisine benzer bir misyonla yeni jeopolitik konumlanmasını göstermeye başladı. Ukrayna’nın bir kısmını Avrupa’nın elinden alarak ABD’yi rahatlatan Rusya; tıpkı eski Soğuk Savaş’ta olduğu gibi yeni Soğuk Savaş’ta da hem Rusya’nın hem de Amerika’nın kazandığı “oyun”da var olduğunu gösterdi.

ABD’nin “derin”lerindeki fay hatlarında yaşanan kırılmalar, Amerikan seçimlerindeki cumhuriyetçiler-demokratlar arasındaki “Rusya’ya biçilen misyon” kavgalarında gün yüzüne çıkıyor. Rusya’nın Amerika devleti ile yeni “Soğuk Savaş”ta düşmanlaştırılıp güçlendirileceği yeni Soğuk Savaş’ın iki hedefi olarak Avrupa ve -finans kapital’in adeta fethettiği- Çin-Uzakdoğu ekonomileri söylenebilir.

Rusya’nın gizliden yürüttüğü Suriye savaşında aniden açığa çıkmasını ve ABD’nin de bunu artık gizlememesini nasıl okumalıyız?

Obama’nın şahsında bu yeni Soğuk Savaşı Putin’in Rusya’sı (ve Erdoğan’lı Türkiye) ile finans-kapitale karşı kurgulayan “Obamarika”; cumhuriyetçilerin önümüzdeki ABD seçimlerde kazanma ihtimali artarken öncesinde Rusya’ya mümkün olabildiği kadar alan açmak istiyor. Bu kaygı, John Kerry’nin/Obamarika’nın 40 yıldır konservede saklanıp “piyasaya” sürülen İran konusunda acele etmesinde de görüldü.

Suriye savaşında aynı cephede birlikte savaşan İran varken, Rusya neden sahneye çıktı?

Bunun için, İran’la müzakerelerin başlamasının yani İran’ın dünyaya açılmasının küresel dengeler açısından anlamını sorgulamalıyız. İran, şer eksenindeki yaramaz çocuk kaprisleri ile yaratılan enerji piyasalarındaki dalgalanmalarla kasasını (Rusya da) dolduruyordu. Suudiler üzerinden “görünmez bir el” petrol piyasasına müdahale etti, Avrupa-Çin gibi enerjiye bağımlı ülkelerin girdi maliyetlerini düşürdü. Diğer yandan ise Rusya ve İran, “petrol uykusu”ndan kâbusla uyanan Arap ülkelerinin kaderine doğru giderken ekonomilerini “gaz uykusu”ndan uyandıracakları bir sürece girdiler.

Rusya’nın İran’la yapılan müzakerelerde isteksizliği sadece, İran’ın “şerlikleri” üzerinden artan petrol-doğal gaz fiyatlarından faydalanamayacak olması değildi. İran konservesinin kapağının açılmasıyla İran ekonomisinde ve İran’ın dünyaya açılmasında kendisi değil (Amerika da en azından kısa vadede İran’la ticaret yapamayacağına göre) Avrupa ülkeleri söz sahibi olacaktı. Suriye’de İran’dan mevzi kapan Rusya, İran’ın Avrupa-Çin blokuna kayması ihtimaline karşı ön almıştı. Amerika-Rusya ittifakı Avrupa’ya karşı konumlanıyor, bu durum Ukrayna’dan sonra da Suriye’de iyice perçinleşiyordu.

Suriye Afganistan olur mu?

Rusya çok büyük bir risk alarak Suriye’de “her şeyimle ben de varım” dedi. Ukrayna’da benzer bir pozisyon almış olsa da, Suriye denkleminin parametreleri çok daha farklı ve yakıcı olabilecek potansiyele sahip.

Suriye’nin Afganistan gibi zorlu bir coğrafya olmaması, 79’un konvansiyonel askerî konseptine karşın şimdi Ukrayna’da kazandığı sokak savaşları tecrübesi, uzun süredir Baas-Esed istihbaratlarının beyni olması avantajları olarak sayılabilir. Hatta Rusya, IŞİD’in bir kanadını oluşturan Saddam’ın/Baas’ın istihbaratçıları-komutanları ile bağlarını hâlâ devam ettiriyor olabilir. Ancak Rusya’nı  tüm bu avantajları, savaşan taraflar hesaba katıldığında aslında küçük bir Kafkasya olan bölgede uzun dönemde işe yaramayabilir. Kafkasya savaşlarının “yarım kalmış” olduğunu ve ISİD’in operasyonel finansörü Vahhabiliğin yarım kalan hesaplarıyla Suriye’deki Rusya üzerine geri dönebileceğini düşündüğümüzde, yaklaşık 10 yıldır biriken enerjinin Moskova’da boşalması sürpriz olmayabilir.

Diğer yandan, 11 Eylül’den sonra Rus Genelkurmay Başkanı’nın “biz de ABD gibi radikal islâmcılarla mücadele ediyoruz” stratejisinin devamında Rusya benzer bir refleks geliştirerek bunu jeopolitik bir argüman olarak kullanabilir. IŞİD etiketi üzerinden Kafkasya-Hazar-Fergana Vadisi hattını “IŞİD belasından kurtarmak” için kendisine meşruiyet sağlayacağı bir sürece çevirebilir.

Rusya Suriye hamlesiyle, Esed’i en azından şimdilik yıkmayı düşünmediğini alenen söyleyen ABD’nin “kötü imajı”nı üzerine alarak kendisini “feda” etse de, elbette bunun mükâfatını da isteyecek. Esed’in devrilmesi durumunda Suriye’nin bir kısmını “yeni İran”a ve aslında “yeni İran”ın sahipleri olacak olan Avrupa’ya bırakmaması karşılığında; Suriye’nin bölünen parçalarından bir kısmını, Esed sonrası Rusya’ya bağımlı bir yönetimle Rusya’ya bırakılacağı bir anlaşma yapıldığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan, küresel bir operasyonla “insanlığı IŞİD tehlikesinden kurtaran PYD” imajı üzerinden kurgulanan “PYD projesi”ne Amerika’yla birlikte Rusya’nın da sahipleneceği görülmektedir.

Türkiye Rusya ile Kırım’dan Kafkasya’ya ve Balkan’lardan Moğolistan’a kadar “sınır komşusu” ve uzun yıllardır iki ülke -Rusya eski Başbakanlarından Primakov’un tabiriyle- “camdan evi olanlar bir başkasının evine taş atmasın” prensibine göre ilişkilerini geliştirdi ve son tahlilde küresel finans-kapitalin tazyiklerine karşı birlikte mücadele ediyorlar.

Rusya, önümüzdeki yirmi yılda Müslümanların çoğunlukta olacağı ön görülen bir ülke. Kahır ekseriyeti Sünni olan İslâm dünyasıyla ilişkileri, İran’ın Şii hilâli jeopolitiğiyle yaptığı ortaklığın kıskacına hapsoldu. Rusya’nın devlet aklı, “Putin Müslüman oldu” gibi asparagas haberlerle psikolojik operasyonlar yapmak yerine Suriye’de Esed’in arkasında durmanın milyonlarca Müslüman tarafından nasıl karşılanacağını düşünmeli. Hâlâ acıları taze olan Kafkasya tecrübesini Suriye’ye -Arap’lara taşıyabilecek bir kara deliğin içerisine girmemeli. Moskova Merkez Camii’nin açılışını Şia-Vahhabi teopolitiği yerine Türkiye ve Filistin ile birlikte yapması güzel bir başlangıç olabilir.

Kaddafi, Saddam, Mübarek, Esed, Sisi ve hatta -eski- İran... Sel gider kum kalır. Ya da, bir Rus atasözünde söylendiği gibi: “Barda bulduğunu barda kaybedersin.”

[email protected]