Rusya-NATO ilişkilerinin geleceği ABD seçimlerine bağlı

Prof. Dr. Birol Akgün/ Yıldırım Beyazıt Üni. Öğr. Üyesi
17.09.2016

Soğuk Savaş’ın bitişinin üzerinden bir çeyrek asır geçmesine rağmen, küresel sistemde kalıcı barış ve güvenliği garanti edecek jeopolitik güç dengesi kurulabilmiş değil.


Rusya-NATO ilişkilerinin geleceği ABD seçimlerine bağlı

Soğuk Savaş’ın bitişinin üzerinden bir çeyrek asır geçmesine rağmen, küresel sistemde kalıcı  barış ve güvenliği garanti edecek jeopolitik güç dengesi kurulabilmiş değil. ABD’nin Baba Bush eliyle yeni dünya düzenini ilan ettiği, Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezini ortaya attığı ve Rusya’nın Gorbaçov ve Yeltsin gibi liderler eliyle yönetildiği ve Soğuk Savaş’ı kaybeden ülke psikolojisiyle hareket ettiği günler çoktan geride kaldı. Son birkaç yıldır ABD (NATO) ve Rusya yeniden askeri anlamda tam bir jeopolitik rekabete girmiş gözüküyor. Yakın tarihin en kanlı iç çatışmalarının yaşandığı Suriye’de, Washington ve Moskova siyasi ve diplomatik anlamda zorunlu işbirliği yapsalar da aslında iki küresel güç arasında kıyasıya bir rekabet yaşanıyor. ABD, NATO eliyle Rusya’nın askeri genişleme stratejisini Doğu Avrupa’da durdurmaya (çevreleme siyaseti) çalışırken; Rusya ise NATO’nun Baltık ülkelerine ve Ukrayna’ya yönelik askeri tahkimatını ve sıklaşan askeri tatbikatları kendisine karşı girişilen provokasyonlar olarak okuyor. Türkiye ise bir taraftan NATO üyesi olarak ittifakın gerektirdiği askeri yükümlülükleri yerine getirirken, diğer yandan komşu ülke olan Rusya ile geliştirdiği siyasi ve ticari ilişkilerinin zarar görmemesi için son derece ihtiyatlı bir siyasi çizgi takip etmeye çalışıyor. Peki, bu stratejik rekabet nereye doğru eviriliyor? Obama sonrası dönem için ne öngörebiliriz?

NATO-Rusya ilişkileri 90’lı yıllarda oldukça umutlu bir başlangıç yapmıştı. NATO, Varşova Paktı’nın dağılmasına rağmen kendini feshetmemiş, yeni misyon ve vizyonla yoluna devam etme kararı almıştı. Amaç Balkanlar başta olmak üzere artan istikrarsızlıklarla mücadele etmek ve geçiş aşamasındaki eski sosyalist ülkeler için güvenlik şemsiyesi sağlamaktı. Nitekim Barış için ortaklık planları geliştirerek bu ülkelerle askeri işbirliğini artırdı. Bir süre sonra bu plana Rusya da katıldı. Daha sonraki yıllarda NATO-Rusya ortaklık konseyi kurularak, Rusya’nın NATO’nun tüm toplantılarına katılması sağlandı. O kadar ki, NATO karargahının koridorlarında beş yıldızlı Rus Generaller dolaşmaya başlamıştı. Kosova gibi operasyonlarda artık NATO ve Rusya sahada da fiilen işbirliği yapıyor ve hatta Rusya’nın NATO’ya tam üyeliği konuşuluyordu. Bu siyasi atmosferden hoşnut olmayanlar da vardı. Bunların başında ise V. Putin geliyordu.

Putin’in rolü

Putin eski bir KGB ajanı olarak tüm mesleki kariyerini Batı’yla mücadele ekseninde yapmıştı. Siyasi kodları düşmanla uzlaşmak değil, rekabet etmeye ayarlı idi. Sovyetler Birliği’ne haksızlık yapıldığını düşünüyor ve Sovyetlerin dağılmasını “20. Yüzyılın en büyük trajedisi” olarak nitelendiriyordu. Özellikle NATO’nun Polonya ve Baltık ülkelerine doğru genişlemesini Rusya’nın güvenlik alanını daraltmaya yönelik bir saldırı ve provokasyon olarak tanımlıyordu. 2007’deki Münih Güvenlik Konferansı konuşması bu anlamda NATO ve Rusya ilişkilerindeki olumlu havayı bozdu. Nisan 2008’de yapılan NATO’nun Bükreş zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’a verilmesi beklenen NATO üyeliği için yol haritası Almanya ve Fransa’nın müdahalesi ile akamete uğradı....

Aynı yılın Ağustos ayında Rusya ilk kez soğuk savaş sonrası dönemde yakın çevresindeki ülkelere yönelik askeri güç kullandı. Batı ve NATO nasıl tepki göstereceği konusunda tereddüt gösterdi. 2009 başında görevi devralan ABD Başkanı Obama’nın reset (dünya ile ilişkileri yeniden tanımlama)  politikası nedeniyle Rusya ile Gürcistan üzerinden yaşanan gerginlikler kısmen unutulmaya terk edildi. Ancak Rusya, 2010 yılında NATO’nun Lizbon zirvesinde kabul ettiği füze savunma stratejisi ve bu çerçevede Türkiye ve Polonya gibi ülkelere füze sistemleri ve radar istasyonları kurulması kararına sert tepki gösterdi.

Bununla birlikte Obama yönetiminin müdahale etmeme (non-intervention) politikası Putin için en azından jeopolitik gerginlikleri tolere etme imkanı sağlıyordu. Örneğin Afganistan’da NATO’nun Taliban rejimine karşı üstlendiği askeri misyonu Rusya belli ölçüde destekledi. Ancak ABD’nin, Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü Orta Asya’daki bazı ülkelerde (Kırgızistan gibi) askeri üsler kurmasından rahatsız olmuştu ve nitekim bu ülkeler de üsleri zamanla kapattı. Arap Baharı süreci NATO ve Rusya ilişkilerinde yeni bir sayfa açtı. Önceleri, Rusya ihtiyatlı davrandı, örneğin Libya’daki devrim sürecinde sivillerin korunmasına ilişkin NATO öncülüğündeki görev gücünün oluşturulması kararını veto etmedi. Ancak Fransa öncülüğündeki NATO operasyonları Libya’da Kaddafi rejimini devirmeye yönelik olarak uygulanmaya başlayınca Putin karşı çıktı. Nitekim, daha sonra Suriye krizi konusunda benzer kararların alınmasına ilişkin tüm karar tasarılarını BM Güvenlik Konseyi’nde her defasında Çin ile beraber veto etti ve Esed rejiminin hamiliğini üstlendi. 

Ukrayna krizi dönüm noktası

 Suriye’deki Batı’nın kararsızlığı ve ABD yönetiminin ilgisizliği Rusya için oldukça öğretici oldu. Batı’nın içinden geçtiği ekonomik kriz şartlarında sergilediği stratejik zafiyet görüntüsü Rusya’nın jeopolitik iştahını kabarttı. Rusya lideri Putin, zayıflayan ABD hegemonyasının Avrasya ve Ortadoğu coğrafyasında bıraktığı güç boşluğunu iyi değerlendirdi ve karşı hamlelere girişti. Bir yandan Avrasya Ekonomik Birliği’ni kurarak eski Sovyet coğrafyasındaki ülkeleri kendi etrafında toplanmaya ikna ederken, diğer yandan direnen ülkelere karşı da askeri güç kullanma tehdidini kullanmaya başladı. Nitekim 2014 yılında, Kiev’in AB ile imzaladığı ortaklık antlaşmasını bahane ederek Karadeniz’in doğusundaki çok önemli stratejik konumu bulunan Kırım’ı çeşitli bahaneler göstererek kısa sürede tüm dünyanın gözleri önünde ilhak etti. Dahası, hibrid savaş yöntemlerini kullanarak Ukrayna’nın Rusya sınırında bulunan topraklarındaki isyancıları destekledi ve dolaylı olarak kendi kontrolü altına aldı.

Ukrayna krizi NATO ve Rusya ilişkileri bakımından tam bir dönüm noktası oldu. Nisan 2014’te NATO Rusya ile tüm askeri ilişkilerini kesme kararı aldı. Ardından ABD ve AB ülkeleri Rusya’ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Bu arada NATO, ittifakın doğu sınırındaki üyelerinin güvenliği için askeri yardımlara ve özel güvenlik tedbirleri uygulamaya başladı. Buna karşın Rusya Baltık bölgesindeki hava ve deniz kuvvetlerinin faaliyetlerini artırdı. Örneğin NATO ve Rus jetlerinin bölgedeki uçuşları sırasında “it dalaşları” neredeyse günlük rutin haline geldi. NATO, doğu bloğu ülkeleri için acil müdahale gücü oluştururken, ortak  tatbikatlar sıklaştı ve genişletildi. Rusya 2015 Nisan ayında AKKA silahsızlanma antlaşmasından çekildi. Her iki tarafın eskalasyon stratejisi 2016 yılında zirve yaptı. Temmuz 2016’daki NATO’nun Varşova zirvesinde, ittifak Baltık ülkelerinde 4 bin kişilik özel askeri birliğin konuşlanmasını kararlaştırırken, Rusya da Kırım’a S-400 füzelerini yerleştireceğini açıklıyordu. Dahası 2016 Haziran’ında NATO geleneksel Anakondo tatbikatını Soğuk Savaş sonrasının en geniş katılımıyla gerçekleştirirken, Rusya da buna Kafkasya tatbikatları ile cevap verdi. Uzmanlar Avrasya coğrafyasında NATO ve Rusya arasındaki güç savaşının Soğuk Savaş şartlarını çoktan aştığını söylüyor. ABD’de unutulmaya yüz tutan Sovyetologlar göreve çağırılırken, Kremlin’in savaş propaganda makinesi çoktan çalışmaya başladı.

Peki, bu gerginlik sürdürülebilir mi? Kanaatimizce burada belirleyici olacak olan, Kasım ayında ABD’de yapılacak seçimleri kimin kazanacağıdır. Putin için gerginlik kendi iktidarını güçlendirmeye hizmet ettiği için, yakın gelecekte kendiliğinden bu güç yarışını tavsatması beklenememelidir. AB ülkeleri (bir ortak ordu kurmaktan söz etseler de) Avrupa hala güvenlik çıkarları bakımından ABD’nin askeri gücüne dayanmaktadır ve Brexit sonrasında Rusya ile tek başına mücadele edecek durumda değildir. Bayan Clinton büyük ölçüde Obama döneminin ölçülü eskalasyon stratejisini takip ederek, NATO’nun caydırıcılık kapasitesini artırmaya devam edecektir. Buna karşın, Cumhuriyetçi maverik aday Trump’ın iş başına gelmesi durumunda nasıl bir politika izleyeceği çok bariz değildir. Zira Trump şahsen Putin’i sempatik bulurken, geleneksel olarak Rusya karşıtı olan muhafazakar savunma bürokrasisinin Trump’ın dış politikası üzerindeki etkisinin ne olacağını ise bekleyip görmek gerekecektir.

[email protected]