Rusya’nın Kudüs politikası

Prof. Dr. Salih Yılmaz / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
16.12.2017

Rus Ortodoks Kilisesi, tarihte elde ettiği kazanımları İsrail’in tümden hiçe saymasına, Kudüs’ün tek başına İsrail’e bırakılmasına razı olmayacaktır. Rusya’nın Kudüs politikasını anlamak için konuya tarihi perspektiften bakmak gerekmektedir. Bu tek taraflı sahiplenme politikasına karşı durabilecek en büyük güç Rusya ve Türkiye’dir.


Rusya’nın Kudüs politikası

Rusların, Hristiyan Ortodoksluğu Bizans üzerinden kabul ettiği bilinen bir gerçektir. Ruslar, Doğu Roma Kilisesi ile ilk dönemlerde yakın ilişkiler kurarken zamanla Altın Orda Devleti’nin de etkisiyle kendine özgü bir Ortodoksluk oluşturmuştur. Rus Ortodoks Kilisesi zamanla Doğu Roma Kilisesinin kontrolünden çıkmıştır. Rusya Rum Başpiskoposu Isidor’un 1439 yılında Floransa (Basel) Konsili’ne katılmasıyla ayrılık derinleşmiştir. Ruslar bu tarihte itibaren Rumların Ortodoksluğa ihanet ettiğini ilan etmişlerdir. Zaten 1453’te İstanbul’un fethi de Tanrı’nın Rum Ortodokslara cezası olarak nitelendiril-miştir.

SSCB, Slavofiller ve Kudüs

Rusya’da günümüzde var olan “Üçüncü Roma” teorisinin başlangıcı da budur. Ruslar arasında 16. yüzyılın ortasında “Moskova Üçüncü Roma” felsefesi, siyasi bir doktrin olarak kullanılmıştır. Bu doktrinin müellifi rahip Filofey’dir. Rahip Filofey’e göre Birinci Roma cahillerin darbelerinden dolayı yıkıldı. Bu darbeler sonrasında Latinler, Hıristiyanlığın hakiki temellerini içeren Ortodoksluktan vazgeçip Katolik sapkınlığa inandılar. İkinci Roma, Konstantinopolis (İstanbul)’tir. İkinci Roma, 1439 yılında Katoliklerle yaptığı Floranca ittifakından sonra yolundan saptı. Bu sapkınlığın neticesinde ilahi ola-rak 1453 yılında Osmanlılar tarafından fetih ile cezalandırıldılar. Bundan sonra Roma’nın misyonu dünyada tek bağımsız Ortodoks devlet olan Moskova’ya geçmiştir. Rahip Filofey: “İki Roma düştü, üçüncü duruyor, dördüncü ise olamaz” diyerek tarihi Rus doktrinini belirlemiştir. Bu doktrin birkaç yüzyıl Rusya’nın hem ruhi hem jeopolitik programı olmuştur.  Rusya tarihi olarak 17. yüzyılın sonuna kadar Altın Orda’nın hukuki mirasçısının Moskova olduğunda ısrar etmiştir. Hatta Rus Ortodoks Kilisesi, kendisinin mali haklarını hukuki temele oturturken Altın Orda Hanlarının kiliseye verdiği yarlıkları referans göstermiştir.

Ortodoksluk SSCB döneminde de etkinliğini devam ettirmeye çalışmıştır. Hatta 1930’lu yıllarda Slavofil akım ortaya çık-mıştır. Rusların tarihi süreçte oynadıkları rollerin felsefi yönleri 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren incelenmeye başlanmıştır. Rusya’nın Batı Avrupa’dan farklı bir medeniyet olduğu, Avrupa’nın medeniyet tecrübesinin Rusya’da geçerli olamayacağına dair fikirler ileri süren felsefi ve siyasi bir akım olarak Slavofiller doğmuştur.  Bu akım 19. yüzyılın ortasın-da doğmuş ve en önemli temsilcileri de İvan Kireyevskiy, Aleksey Homiakov, Konstantin Aksakov, Yuriy Samarin olmuştur. Slavofiller ilk olarak Rusya’nın kendine özgü kültürünü ve doğallığını koruması gerektiğine dair görüşler ileri sürmüşlerdir. Slavofiller, Batıcılarla tartışırken Rus medeniyetinin esası olarak “sobornost”, yani insanların manevi birliğini özellikle vurgulamışlar ve Batılı bireyciliğe ve akılcılığa karşı durmuşlardır. Slavofiller bütün Slav topluluklarının tek bir mede-niyete sahip olduklarını ileri sürüyordu. Fakat bazı dönemlerde Polonyalılar bu sınıfın dışında tutulmuştur. Çünkü Polon-yalıların Batı Avrupa tesiriyle tamamıyla bozulduğuna inanılıyordu. Slavofillere göre Rusya’nın ana misyonu bütün dün-yaya Ortodoksluk ölçüsünde yol göstermektir. Dünyayı Batı tarafından gösterilen yalancı fikirlerden ve kötü yollardan korumaktır.

Uzak Doğu’da özerk bölge

Rusya’nın Kudüs ve Pan-Ortodoks politikalarını kendileri için tehdit gören İngiltere ve Fransa tarihte bu ülke ile rekabete girişmişlerdir. Filistin’de Fransa Katoliklerin, İngiltere Protestan olmamasından dolayı Yahudilerin, Rusya ise Ortodoksların hamiliğini elde etmiştir. Fakat SSCB’nin kurulmasıyla Rusya devreden çıkarılmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yahudilerin en çok yaşadığı ülke SSCB desek yeridir. 1917 Bolşevik Devriminden sonra Yahudilere ülkede özgürlük hakkı verilmişse de çoğunlukta oldukları bir bölge olmadığından Yahudilere özgür bir Sovyet ülkesi kurulmamıştı. Fakat SSCB içerisinde tıpkı günümüzde Rusya Federasyonunda olduğu gibi devlet bürokrasisinde, ekonomide ve kültürel hayat içerisinde Yahudilerin önemli bir etkinliği mevcuttu. SSCB Döneminde Uzakdoğu bölgesinde Yahudi Özerk Bölgesi kurulmuşsa da Yahudiler arasında bir çekim gücü oluşturmadı. SSCB, İkinci Dünya savaşında soykı-rıma uğrayan Yahudilerin devlet kurması politikasını desteklemişti. SSCB, İsrail devletinin 1948’de kurulmasını BM’de destekleyen ülkelerdendi. Hatta BM’de 3/2 oy oranına ulaşılmasında SSCB ülkelerinin desteği etkili olmuştur. SSCB’nin bu dönemdeki politikasının amacı İngilizlerin hem Yahudiler hem de Araplar üzerindeki etkinliğini İsrail devletinin kurulmasıyla sona erdirmekti. Fakat bu politika bekledikleri gibi olmadı. İsrail’i ilk tanıyan ülke ABD ise ikincisi de SSCB’ydi. SSCB, İsrail’i tanısa da dengeli bir politika yürüterek Filistin’deki gruplarla da iyi ilişkiler kurmuş ve Kudüs’ün uluslararası şehir varlığını ön plana çıkarmıştı. İsrail, SSCB’nin bu politikasını bildiği için Kudüs konusunda yeni atılım yaparak gerginlik çıkarmaktan kaçınıyordu.

1960’tan sonra SSCB’nin istediği gibi İngiltere, Ortadoğu’da etkinliğini kaybederken ABD yeni güç olarak Ortadoğu’ya hâkim olmaya başladı. Böylece Ortadoğu’da ABD-SSCB yarışı başladı. İsrail ise ABD’nin yanında yer alıyordu. SSCB ise Mısır, Suriye ve Irak’ta etkin oldu. İsrail’in ABD ile hareket etmesiyle SSCB’de yaşayan Yahudiler arasında da ayrışma başladı. 1967 yılında Sovyetler Birliği İsrail ile olan diplomatik ilişkilerini kesti. Arap-İsrail savaşlarında 24 Ekim 1973’te Sovyet lideri Brejnev ABD Başkanı Nixon’a gönderdiği mektupta İsrail ilerlemesini durdurmazsa SSCB’nin askeri müdahalede bulunacağını bildirmesi, SSCB ile İsrail arasındaki ayrılığı derinleştirdi. Bu derinleşme zaten SSCB içerisinde muhalif olan Yahudilerin SSCB’nin dağılmasında gösterdikleri rol ile açığa çıktı. Sovyetler, 1991 yılına kadar Arap ülkelerinin büyük silah destekçilerinden biriydi.

İPPO’nun faaliyetleri

Rum Ortodoks Kilisesinin Rus Ortodokslara karşı yürüttüğü siyasete karşılık Ruslar 1881 yılında İmparatorluk Rus Orto-doks Filistin Cemiyetini kurmuşlardır. Bu cemiyet kutsal topraklar hakkında bilimsel çalışmalar yapmıştır. Rus Ortodoks Filistin Cemiyeti bu dönemde birçok kitap yayımlayarak Kudüs’e hac ziyaretlerini teşvik etmiştir. Bu ilginin artmasıyla Rusya Çarlığı, Ortodoks Doğu ile kültürel ve dinî iletişim de kurmuştur. Böylece Rusya Çarlığı Balkan Slavlığı dışında Pan-Ortodoks siyasetine taraftar bulmuştur. Rus Ortodoks Filistin Cemiyeti o dönemde Kudüs’e Rus elitleri ve kilise mensup-larının yaptığı hac ziyaretini köylülerin de yapmasına olanak tanımıştır. Rusya İmparatorluk Ortodoks Filistin Cemiyeti (İPPO) günümüzde eski Rusya Federasyonu Başbakanı Sergey Stepaşin tarafından yeniden faaliyete geçirilmiştir. Sergey Stepaşin’in başkanlığını yaptığı İPPO, Kudüs’te etkinliğini sürdürmek ve Rus Ortodokslarının haklarını korumak amacıyla çalışmalar yürütmektedir. Hatta İPPO’nun Türkiye’de İstanbul Temsilciliğinin kuruluşu için başvuru yapılmıştır. Stepaşin, İPPO’nun 135. kuruluş yıl dönümünü dolayısıyla İstanbul’a da gelmiştir. 18 ülkede temsilcilikleri bulunan İPPO’nun Türkiye-Rusya arasındaki işbirliğini Kudüs’te etkin kılabileceğine dair görüşleri de mevcuttur.

Rusya Patriği Kirill, 2012 yılında Kudüs’e yaptığı ziyarette, ziyaretin amaçlarından birinin kutsal topraklarda Rus Ortodoks Kilisesi’nin varlığını artırmak olduğunu söylemiştir. Kirill’in İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Filistin lideri Mahmud Abbas ve Ürdün Kralı Abdullah ile bir araya geldiği bu ziyaret Rusya’nın, Kudüs’ün tek başına İsrail’e ait olamayacağı düşüncesinin yön verdiği politikasının bir sonucudur. Kudüs’teki Kutsal Kabir Kilisesi’nin ödenmeyen su faturalarının Rusya tara-fından üstlenilmesi de Rus Ortodoks Kilisesi’nin bölgedeki varlığını kabul ettirme çabalarındandır.

İPPO, Rus Ortodoksluğunun Kudüs’te kültürel varlığının günümüzdeki temsilcisidir. Bu cemiyet aynı zamanda Arap Ortodoksların da temsilcisi olma hedefindedir. Birinci Dünya Savaşı döneminde Kudüs’te önemli topraklar satın alan cemiyetin mal varlıkları günümüzde İsrail hâkimiyetindedir. Günümüzde Suriye ve Lübnan’da da etkin olan cemiyetin Kudüs’te İsrail tarafından tehdit olarak algılanması Ortodoksluk ile Yahudilik arasında bir mücadeleye de neden olabilecek potan-siyele sahiptir. O dönemde kutsal topraklarda 101 okula sahip cemiyetin faaliyetleri 1914 yılında sona ermiştir. Günü-müzde yeniden açılan ve faaliyetlerine devam eden cemiyet Rus Ortodoks Kilisesi tarafından desteklenmektedir ve Rusya için çok önemlidir.

Rus Ortodoks Kilisesi tarihte elde ettiği kazanımları İsrail’in tümden hiçe saymasına karşı duracağa benziyor. Bu şartlarda, Kudüs’ün İsrail tarafından tek taraflı sahiplenilmesine karşı durabilecek en büyük güç Rusya ve Türkiye gibi durmaktadır. Bu nedenle de tıpkı Suriye’de olduğu gibi Kudüs konusunda da bu iki ülkenin ortak hareket etmesi beklenmektedir. Bu şartlarda Arap dünyasından güçlü bir refleksin geleceğini beklemek nafiledir. Çünkü zaten ABD tarafından paramparça edilmiş Arap ülkeleri kendi sorunlarını çözmek için ABD’ye muhtaç hale getirilmiştir.

@TR_SalihYilmaz