Said Halim Paşa'da İslamcılık, hilafet ve laiklik

İsmail Küçükkılınç / Avukat
11.12.2020


Said Halim Paşa'da İslamcılık, hilafet ve laiklik

Meşrutiyet devrinin İttihadçılığı tartışmasız ilk sadrazamı ve İslamcılığın rakip ve hasımlarında dahi hayranlık uyandıran mütefekkiri Said Halim Paşa, İslamcılığa dair birbirinden kıymetli ve entelektüel kalitesi hayli yüksek risaleleri ile tanınmış, bunların bir kısmını da yine kendisi gibi İslamcılığın mühim mihmandarlarından Mehmed Akif tercüme etmiştir. Meşrutiyet İslamcılığının da temel kaynaklarından olan merhumun külliyatı Said Halim Paşa Külliyatı unvanıyla tıpkıbasım ve çeviriziyazı bir arada Ketebe Yayınları’ndan, I. Dünya Harbi’ne girişimizi en iyi izah ve müdafaa eden bir telif olan Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Savaşı unvanlı eseri de Kronik Kitap’tan çıktı. Bu kitabı esasen beka meselesini merkeze alarak Osmanlı Devleti’nin I. Cihan Harbi’ne girişinin haklılık ve meşruluğunu mevzu edinmekteyse de hilafet meselesine de hassaten ve hasreten bir yer ayırdığı görülmektedir.

Hilafet ve laiklik meselesi

Merhum Paşa İngiliz yetkililer kadar İngiliz milleti aleyhinde de çok sert ithamlarda bulunmakta, ancak en ziyade hilafet ve laiklik hususunda sertleşmektedir.

Paşa, İslamiyet’i tarif ederken “İslâmiyet kendisine hâs i‘tikâdiyâtı, o i‘tikâdiyât üzerine müesses ahlâkiyâtı, o ahlâkiyâtdan mütevellid ictimâiyâtı, el-hâsıl o ictimâiyâtdan doğan siyâsiyâtı ihtiva etmek itibâriyle en mükemmel ve en nihâî-i kemâli hâiz bir dîn-i insânîdir” demektedir. Tabiatıyla kendisinin İslamlaşmak olarak tavsif ettiği İslamcılığı da bu tarife uygun bir şekilde izah edeceği tartışmasızdır: “Bizim içün İslâmlaşmak demek, İslâm’ın i‘tikâdiyâtını, ahlâkiyâtını, ictimâ‘iyâtını, siyâsiyâtını dâimâ zaman ve muhîtin ihtiyâcâtına en muvâfık bir sûretde tefsîr ederek bunlara gereği gibi tevfîk-i hareket etmekden ibâretdir”. Neticede Paşa’ya göre ne İslam parçalanma kabul eder ne de bir Müslüman İslam’ı bütünden ayrı telakki eder: “Kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen bir adam kabul etmiş olduğu dînin mebâdi’-i esâsîsine[temel prensiplerine]göre hissetmedikçe, ona göre düşünüb ona göre hareket eylemedikçe, yani İslâm’ın ahlâkiyâtına, ictimâiyâtına, siyasiyâtına tamâmıyla kendini uydurmadıkça yalnız Müslümanlığını itirâf etmekle bir şey kazanamaz, hiçbir saadet elde edemez”.

Net ifade: Küfür

Bir İslamcının, İslamcı mütefekkir ve mihmandarın elbette ki hilafet yanlısı ve laiklik aleyhtarı olması kadar tabii bir durum düşünülemez, ancak Paşa laikliğin veya bu manaya gelecek bir telakkinin “küfür” olduğunu da net bir şekilde ifade etmektedir. Demokrasi ise, idarecilerin seçim yoluyla işbaşına gelmesi olduğu ve ilk halifeler de bu şekilde seçildiği için makbul bir tabir olarak görülmektedir.

Merhum Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Savaşı unvanlı eserini Malta’da esarette kaleme aldığı tartışmasız olduğuna göre kendisi saltanat ile hilafetin birbirinden ayrılması niyetinden bir şekilde haberdar olmuş olmalı ki, kitabının “Türkiye ve Hilafet” bölümünde bilhassa hilafetin hanedan desteğinden mahrum bırakılması halinde kıymet ve işlevinden uzaklaşacağı ima, hatta ikazında bulunmaktadır.

Said Halim Paşa, Hz. Peygamberin sünnetinin, hususî ve içtimaî hayatın- ne kadar önemsiz ya da mahrem olursa olsun- her meselesiyle alakalı unsurlara sahip olduğunu, bu bakımdan bir Müslümanın bütün hareketlerinin hangi mesele ve tabiatta olursa olsun dinî bir mahiyet ve veçheyi haiz olduğunu ifade etmektedir. İslam bir nevi teokratik bir din olsa da asla bir ruhban sınıfına cevaz vermemektedir.

Tanzimat hakkında ithamlar

İslam, hayatı dinî ve dünyevî diye ayırmaz. “İslamiyet, bir dinden fazlasıdır yahut da özünde siyasî, sivil ve içtimaî bir yasa olan bir dindir. Bu, dinî formüllerle ifade edilen ve âdetlerin çerçevesini çizdiği bir dindir”.

Paşa, şu satırlarda çok keskin ve nettir: “Dinî müessese ve Devlet’in bir olduğu İslamiyet’te bu ikisini birbirinden ayırmak imkânsızdır. Bu emelin taraftarları, bunun vukuunun İslamiyet’in ortadan kalkması manasına geldiğini unutmaktadırlar ya da bunun farkında değillerdir. Dolayısıyla Türkiye’deki bazı Müslümanların bu gayenin peşinden gitmeleri sadece yanlış yola sapmak değildir, bir küfürdür; ülkelerini Peygamber’in yasasının tatbikinden çıkardığı büyük gücü kaybetmesine mahkûm etmektir”. Paşa, bu meyanda Tanzimat hakkında da ağır ithamlarda bulunmaktadır.

Paşa, sanki bazı duyumlar almış ya da ferasetiyle bazı şeyleri öngörmüş gibidir: “Bugün Türkiye, İslamiyet’in buyruğu altındaymış görüntüsüne rağmen, aydınları tarafından İslamiyet’in temel kaidelerini reddetmeye yönlendirilmektedir. Fakat milletin yığınları, orta sınıflar da buna dâhil olmak üzere, bu kaidelere sadık kalmaktadır. Yakın bir gelecek, bu iki zihniyetten hangisinin galip çıkacağını gösterecektir. Barışın tesisinden sonra olağan şartlara dönülüp iç ve dış egemenliğin geri kazanıldığı zaman, bu iki tarafın arasında kesin surette bir çarpışma sahne alacaktır”. Paşa, aslında İTC içindeki koalisyona ve TBMM’deki üye profiline bakarak aslında bir tahminde daha doğrusu imada bulunmuş ancak kendisi şehit olduğu için yanıldığını görememiştir.

Said Halim Paşa, İslamiyet, hilafet, devlet ve Müslümanlar arasında şaşmaz bir bağ olduğu inancındadır. “İslamiyet, siyasî ve içtimaî bir yasa olmasından dolayı yapısı itibariyle ancak bir Devlet şekliyle mevcut olabilir. Nasıl dinî müessese ve Devlet İslamiyet’in işleyişinde bir oluyorsa, cemaatin dinî reisi de aynı şekilde onun siyasî reisidir. Diğer bir ifadeyle bir Halifelik vasfı mecburen, kaçınılmaz bir surette hükümdarlık vasfıyla beraber yürümelidir”.

Paşa’ya göre Müslüman’ın vatanı tektir, merkezi ise Halifelik Makamı’dır. Bazı üstadlar, merhumun çerçevesini ve çevresini çizdiği vatanın, merkezinin “Halifelik Makamı” olduğu gerçeğini unutup onun “ Müslüman’ın vatanı şeriatın hâkim olduğu yerdir” ifadesinden “çok ince ve ustalıklı” bir şekilde imalarda bulunuyor, istifhamlara yol açıyor. Bu, çok doğru bir usul olmasa gerektir. Merhumun aşağıya derc edeceğimiz bazı görüşleri bu meseleyi “herkes” için vazıh hale getirecek netliktedir.

İslam’ın siyasi birliği

Merhum paşa, “İslam’ın siyasî birliği ilkesini tanımayan bu Müslüman Devletlerin hiçbirisi hayatlarını bağımsız olarak sürdürememiştir. Bazılarıysa Hıristiyanlığın tahakkümü altına girmiştir” diyerek Osmanlı hilafetine bağlılık ve onun korunması için ikaz gücü yüksek tespitlerde bulunuyor ve ilave ediyor “Hangi yetki altında yaşıyor olursa olsun, iyi bir Müslüman’ın hükümdarı Halife’dir”. Yani paşa, “her Müslüman’ın vatanı Osmanlı Devleti, tabi olacağı başkent İstanbul, hükümdarı da Osmanlı padişahıdır” demek istiyor. Ayrıca merhum Paşa, “hakâik-i İslamiye’nin de vatanı yoktur” der. Ona göre ayrı ayrı Türk, Arap, Acem veya Hint Müslümanlığı olamaz. Ancak hakikatlerin vatanı yoksa da bu hakikatlerin tecellilerinin tefsir ve tatbik edildiği muhite tabi olduğu da muhakkaktır.

Paşa için cihad ve mücadele Müslüman’ın en mühim şiarlarındandır: “Hakikatte, bir Müslüman’ın, Müslüman bir toprağın tahakküm altına alınmasıyla gayri-Müslim bir idareye tâbi hâle getirilmesine boyun eğmesi, sadece geçici olmak üzere, mücbir sebep zuhuru şartıyla olabilir. Özgürlüğü ve Halife’nin imparatorluğuyla birleşmek gayesiyle, bu teşebbüsünde başarı ihtimalini gördüğü andan itibaren gücünün sonuna kadar bu duruma karşı çıkmak onun buyruğudur”. Paşa’nın İslamcılık telakkisinde Hıristiyanların İslamiyet’e ve Müslümanlara yönelik tavırlarında öz ve niyet açısından değil sadece şekil açısından farklılık olduğuna vurgu yapılır. İslam topraklarının işgali artık Haçlı zihniyeti görünümünden ziyade daha rafine bir şekilde yani medeniyet ve beşeriyeti yani sömürü suretindedir: “Âlem-i Şark artık salîb[Haç/Hıristiyanlık]nâmına degil, medeniyet ve beşeriyet uğrunda dûçâr-ı tearruz oluyor. Müslümânlar artık dinlerinden dolayı hedef-i ta‘n ve teşni‘[Kınama ve kötüleme hedefi]edilmiyor lâkin buna mukâbil Avrupa Pazar-ı ihtirâsâtında lâzım-ı vücûd mahlûkât hükmünde tutuluyor”. Ancak Paşa, işgale yol açan sebepler arasında dahilî amillere de merkezî bir yer verir.

Paşa, halifeliğin Osmanlılıkla ilişkisini tartışmaya açanlara karşı çok serttir. “Halifenin Kureyş’ten olması” tarihsel bir durumdur ve Kureyş’in gücü sebebiyledir. Hz. Peygamber, şayet başka bir gaye ile hareket etseydi hilafeti ailesine bırakırdı. “Hazret-i Muhammed, kendi yolundan gidenlere[halifeyi]Kureyş Kabilesi’nden tayin etmelerini tavsiye etmesinin sebebi, İslamiyet’in henüz kuvvetli Devletleri ortaya çıkarmadığı zamanda, kendi de mensubu olduğu bu kabilenin en sağlam şekilde teşkil edilmiş ve bunun neticesinde Halifeliğin bağımsızlığını devam ettirmeye ve imanın çıkarlarını müdafaa etmeye en muktedir Müslüman müessesesi olmasıydı”. Halifelik bir daha hiç çıkmamak üzere Osmanlı’ya geçmiştir: “Halifeliğin bir daha çıkmamak üzere Osmanlı Hanedanı’na intikali de güç sayesinde vuku bulmuştur. Bu bakımdan Türkiye, en başından beri olduğu üzere, en kuvvetli Müslüman Devletidir”. Merhum Paşa’nın bu görüşleri, muhterem hocamız Mehmed Said Hatiboğlu’nun Hilafetin Kureyşliliği tezinin/eserinin mukaddimesi gibidir.

Türkiye ve İslam

Paşa için Türkiye ve İslamiyet eşanlamlıdır: “Bu tarihî bir gerçektir: İslam’ın bayraktarı olan Türkiye ümmetin ebediyen medar-ı iftiharı mevkiini koruyacaktır… Tam da bu sebeplerden dolayı İngiltere, İslam âleminin ayaklanmaması için Halifeliğin Türkiye’nin dışındaki bir hanedana geçmesine uğraşmış ve bunda başarılı olamayınca da Türk’ün gücünü ortadan kaldırmaya uğraşmıştır… Türkiye’nin ve İslam’ın kaderi birbirlerinden ayrılmamak üzere birleşmiştir”.

Said Halim Paşa Ankara idaresine karşı da kızgındır. Çünkü hiç kimsenin Hilafet Makamı’nın sınırlarını Türkiye’nin dışına çıkarmaya hakkı yoktur ve Osmanlı Devleti’nin sınırlarını korumada Ankara Hükümeti de en az Hindistan Müslümanları kadar hassas olmalıdır. Türkiye; Hicaz, Suriye, Filistin ve Mezopotamya’yı halifeliği kendi hanedanında deruhte ederek geri almaya mecburdur. Bu, dinî bir meseledir; buna karşı haricî müdahaleler, İslam âlemi tarafından hem halkların kendi kaderlerini tayin hakkının hem de Hz. Peygamberin sünnetinin, yasasının ihlali manasında telakki edilecektir.

Gelişmeleri göremedi

Merhum Paşa, malum olduğu üzere Malta’dan serbest bırakıldıktan sonra İtalya’da şehit edilmiş, hilafet ve laiklik ile ilgili gelişmeleri görmemiştir.

Not:1-Ahmet Şeyhun, Said Halim Paşa hakkında yazdığı doktora tezinde “Afgani, Pan-İslamist hareketi en temelde Batılı sömürgeci saldırılara Müslümanların cevap verebilmeleri için bir birleştirici ideoloji olarak ele alırken, Said Halim Paşa Pan-İslamizmin geçmiş başarıların uyanışı dolayımıyla Müslüman toplumlarına yeniden hayat vereceğine inanıyordu. Bu fikir, Müslüman dünyasının kurtuluşunu, sömürgeci güçlere karşı anti-emperyalist siyasi bir mücadele yerine entelektüel ve dini bir reformda arayan Muhammed Abduh’un pozisyonunu andırır” derken zannımca biraz aşırı genelleme yapar gibidir. Bunun sebebi, yazarın Pan-İslamizm[İttihad-i İslam]ile İslamcılık arasında bir tefrikte bulunmaması gibi görünmektedir.

2-Said Halim Paşa hakkında yazılan ve yayınlanan diğer iki akademik çalışma da Hanefi Bostan’ın Bir İslamcı Düşünür Said Halim Paşa’sı ve Kudret Bülbül’ün Siyasal Bir düşünür ve Devlet Adamı Said Halim Paşa’sıdır.

[email protected]