Salgın, emek ve sosyal adalet: Batı ve Türkiye

Buğrahan Bilgin / Hukukçu – Çalışma Hayatı Uzmanı
11.04.2020

Salgın öncesi durumda dahi çalıştıracak işçi bulamayan yaşlı Avrupa'nın üretimini ve çalışma hayatını bu salgında devam ettirmesi zor görünmektedir. Çalışma şartlarının tek düzeleşeceği, mevcut alışılmış hakların ve tarihsel kazanımların bir kenara bırakılacağı bir durum belki de salgının yanında Batı'nın etkileneceği ikinci bir alan olarak ortaya çıkacaktır.


Salgın, emek ve sosyal adalet: Batı ve Türkiye

Tüm dünyanın koronavirüs salgını nedeniyle evlerine kapandığı, işletmelerini kapattığı, işyerlerinin vardiyalı çalışmaya, uzaktan çalışmaya ya da çalışma saatlerini azaltmaya gittiği bir dönem geçirmekteyiz. Bu salgın döneminin daha ne kadar devam edeceğine, hastalık tehlikesinin ne kadar süreceğine ilişkin de tahminlerden öteye bir bilgi henüz bulunmamaktadır. Bu nedenle salgın düzeninin uzun sürmesi durumunda, bunun modern dünyaya etkilerinin ne olacağını ele almak gerekmektedir.

Endüstri her sürecinde kendini geliştirmenin yanında çalışanları da şekillendirmiş, kendi işçi yapısını da beraberinde değiştirerek geliştirmiştir. Tarihsel süreç içerisinde işçi sınıfı da farklılaşmaya uğrayarak yeni toplumsal tabakalara ayrılmıştır. Burada en temel bilindik ayrım mavi ve beyaz yakalı işçilerdir. Bunun yanında çok fazla kullanılmamakla birlikte altın yakalı, pembe yakalı gibi kategorizasyonlar da yapılmaktadır. Bu post-fordist aşamada ayrıca ortaya çıkan yeni çalışma ilişkilerinin içinde prekarya da denilen eğreti istihdam modelinden de bahsedilebilir.

Bir de Sanayi 4.0 ile yeni yakalı denilmeye başlanan, benim yakasız işçiler diye nitelendirdiğim yeni bir grup ortaya çıkmıştır. Bu grupta bağımsız ve uzaktan çalışan yazılım, bilgisayar teknolojileri ve bilgi teknolojisi uzmanları yer almaktadır.

İşçinin salgınla imtihanı

Salgın dönemi ile birlikte özellikle tüketim alışkanlıklarının değişmesi ve büyük oranda azalması üretimi etkileyeceğinden mevcut endüstri ilişkileri üzerinden sürecin devam etmeyeceği açıktır. Özellikle lüks tüketimin ortadan kalkacağı ve bu sektörlerin tamamının etkileneceği söylenebilir. Turizm-otelcilik, kafe-restoran-eğlence sektörü, kuyum, kozmetik, lüks tekstil, otomobil, inşaat, sportif tüm faaliyetler, ulaşım gibi salgının etkilerini doğrudan hissedecek sektörler ya kendilerine mevcut durum içerisinde yeni bir stratejik program ile ürün ve hizmet alanı oluşturarak ayakta kalmaya çalışacak ya da tarihteki yerlerini alacaktır. Değişen şartlara dönüşümünü sağlama imkânı hiç olmayan veya yanlış plan ve strateji nedeniyle dönüşümünü sağlayamayarak ayakta kalamayacak endüstrilerde ise bu yıkım ilk etapta özellikle uzaktan çalışma imkânı olmayan mavi yakalı sanayi çalışanlarında gerçekleşecektir. Beyaz yakalı ve yakasız olarak tabir ettiğim çalışan kesimin verdiği hizmeti/emeği, mavi yakalıların ürettiği mal/ürün üzerinden gerçekleştirdiği düşünüldüğünde çok geçmeden yıkım etkisi onlara da yansıyacaktır.

Salgın sürecinin uzaması veya sürekli hale gelmesinde ise gerekli dönüşümün sağlanamadığı veya imkânsız olduğu sektörlerin işçileriyle birlikte çalışma hayatından çekilmesi, bunun büyük bir alana yayılması durumunda da sınıfların dönüştüğü, yalnızca çalışan ve işsiz ayrımının kalacağı bir durumu ortaya çıkarması mümkündür. Bu süreçte yeni meslek ihtiyaçlarının ortaya çıkması ihtimali de bulunmaktadır. Ancak bu mesleklerin sayısı kaybolan mesleklerde çalışanların tamamının istihdamına yetmeyecek, sınırlı alanlarda gerçekleşmekten öteye gidemeyecektir.

Sanayileşme süreçlerini tamamlamış ülkelerde işçilerin karşılaşacağı tehlike, işveren ve sermaye grupları için de evleviyetle geçerlidir. Çünkü bu sermaye grupları küresel anlamda büyük yatırımlar yapmıştır, üretimlerinin önemli bir bölümünü işçilik ücreti düşük, gelişmemiş ülkelerde gerçekleştirmektedirler. Sınırların ve geçişlerin kapatıldığı lojistiğin olmadığı bir düzende bu sistemi devam ettirmeleri imkânsızdır. Bunun yanında tüketimin asgariye inmesi üretim teknolojisi gelişmiş büyük küresel sermaye ve işveren gruplarının da büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalmasına neden olacaktır.

Mevzuat düzenlemeleri

Özellikle vatandaşına verdiği hizmetlerden dolayı alım yapmaya ve kamu çalışanları ile hizmet vermeye devam eden devletler bu salgın düzeninde belirleyici olabileceğini göstermektedir. Küresel sermaye grupları ile devletler arasında yaşanılan ticaret savaşlarında da bunun etkisinin olacağını düşünmemiz gerekir. Hatta burada devletlerin ön plana çıkarak sermayeden daha çok işçi ve emek kesimi ile ilişki düzenlemesi gereken bir dönem oluşacağını söyleyebiliriz. Salgın sürecinin sürekli bir hal alması durumunda, mevcut iş kanunları ve hukuk düzenleriyle çalışma hayatının yönetilemeyeceği de görülmektedir. Yeni mevzuat düzenlemeleri ve çalışma saatlerinden, vardiyalı çalışma sistemlerine geçişe, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatlarından, işyeri fiziki şartlarına, gelirlerinden emekliliklerine, sigortalarına kadar çalışma hayatına yönelik yeni endüstri ilişkileri sistemi oluşturulması gerekeceğini tahmin etmek hiç zor değil. Bunun yanında devletlerin birçok sektörde doğrudan işveren sıfatını da üstlenerek yeni bir düzeni doğrudan yönetebilme ihtimali de bulunmaktadır.

Sosyal kesimlerin durumu

Türkiye’nin burada Batılı devletlerle karşılaştırıldığında süreci daha doğru analiz ederek hamlelerini gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. İlk olarak salgınla mücadele sürecini oluşturduğu Bilim Kurulu ile yürütüyor olması en önemli alan olarak karşımıza çıkmakta. Salgınla verdiği mücadelenin yanında aldığı tedbir ve destek kararlarıyla da hem ekonomiyi hem de üretimi ve istihdamı koruması, sürecin doğru analiz edildiğinin birer göstergesidir. Çalışanlar için sektör ayırt etmeksizin verdiği kısa çalışma ödeneği ile salgın nedeniyle üretimini geçici olarak tamamen durduran veya en az 1/3 oranında azaltan firma işçilerine ortalama brüt ücretinin yüzde 60’ına kadar sigorta primleriyle birlikte ödemesi ve başvuru prim gün şartlarını 1080 günde 600 gün prim şartını 450 güne ve hizmet akdi günü de 120 günden 60 hizmet akdi gününe düşürerek kolaylaştırmış olması, 2 ay olan telafi çalışma süresini 4 aya çıkarması, yıl sonuna kadar asgari ücrete verdiği desteği devam ettirmesi, 10 aya kadar asgari ücrete kadar çıkan işsizlik maaşı ödemesi sağlanması, toplu alanlarda ve işyerlerinde maske kullanımını zorunlu hale getirmesi, sosyal güvencesine bakılmaksızın herkese ücretsiz tedavi ve ilaç imkânı sunması, yevmiyeyle veya günlük kazancıyla hayatını sürdürmek zorunda olan veya hiçbir geliri olmayanlara destek sağlaması, geliri olmayanlara mevcut verilen sosyal yardımlara ek destek ödemelerinin yapılması, en düşük emekli maaşlarının bin 500 TL’ye çıkartılması, işverenlere kamu bankaları aracılığıyla kredi imkânı sunması, vergi ve sigorta primi ödeme yükümlülüklerini ertelemesi, hali hazırda devam eden 43 sosyal yardım programı ile vakıf ödemelerini 135 milyon TL’den 180 milyon TL’ye arttırılması gibi birçok uygulamanın hayata geçirildiğini görmekteyiz.

Burada ekonomiye ve üretime verilen desteklerin önemini tüketimde kullanılabilirliğine bakarak da değerlendirmekte özellikle fayda bulunmaktadır. Avrupa veya ABD’de yaşanılan örneklerde görüleceği üzere üretimin durduğu, vatandaşların dükkanlarda tıbbi malzeme, gıda veya temizlik ürünü bulamadığı bir durumda vatandaşına maaş bağlamasının bir anlam ifade etmediği ortadadır.

Bunların yanında sermaye ve üretim yapısı, devletin halihazırda ekonomideki etkin rolü ile üretimini ham maddesinden fabrikasına kendi sınırları içerisinde gerçekleştiren, yerli bir sermaye ve üretim yapısına sahip olması öne çıkmaktadır. Dahası büyük yatırımlarla sağlık, eğitim ve üretim gücünü artırmış ve yetişmiş genç insan gücüyle Türkiye’nin geleceğe umutla baktığını söylemek mümkün. Salgın öncesi durumda dahi çalıştıracak işçi bulamayan yaşlı Avrupa’nın üretimini ve çalışma hayatını bu salgında devam ettirmesi zor görünmektedir.

 

[email protected]