Hız o kadar hızlıdır ki, sürekli üretmeyi kabul ettirir. Zaman ve mekânın yokluğunda hız, yeniyi gündeme getirir. Yeni olan şey, acıdan münezzeh olacaktır. Çünkü acı bir zayıflık belirtisidir. Byung-Chul Han'ın ifadesiyle “gizlenmesi veya optimize edilerek ortadan kaldırılması gereken bir şeydir. Performansla asla uyuşmaz.”
Prof. Dr. Celalettin Yanık/ Uludağ Üniversitesi
Teknolojinin hayatımızda değişime ve dönüşüme uğratmadığı pek az alan kaldı. Hatta birçok defalar biz bu noktaya ne zaman geldik diyerek kendimize sorular sormaya başladık. Bu soru ilginçtir, çünkü teknolojik dönüşümler çağında bizim için oluşturulan şeylerde tarihsellik aramayı ifade eder. Fakat her ne kadar teknolojik alanlarda iz oluşturmak ve hatta bu alanlarda meydana getirdiklerimizle bir hatıra bırakmak düşüncesi ile yayınlar yapıyor olsak bile aslında durum hiç de öyle değil. Yapılan şey, hatıradan ziyade şimdiye odaklanmayı talep etmekte. Benimle kal! Benim yayınımı izlemeyi bırakma! Bu yayını beğeniyorsanız beğen butonuna tıklamayı ve beni takip etmeyi unutmayın! ifadelerini kaç defa yayın başlangıcında dinlemenin belki sıkıcı, ancak çoğu zaman tarihsellik talebinin ne kadar nahif olduğunu akılda tutalım. Bu ifadeler aslında sizden talep edilmemekte. Sizin varlığınız yayını yapan için bir anlam ifade etmiyor. Anlam ancak onun yayınının tıklanması ile vücuda gelecektir. Somut değil; soyut, akış halinde, tamamlanma çabası içerisinde olmayıp tamamlanmayarak nihayete erememe ihtimali bu. Katı olamadan buharlaşmaya başlayan, tamlığın yerini tamamlanmamışlığın aldığı bir âlemle yüz yüzeyiz. Bu durum hem yayını yapanın ve yazıyı yazanın hem de izler kitlenin önem verdiği bir husus mu? Elbette ki hayır. Her ikisinin de istediği tek şey, tamamlanmadan yenisine yönelmek, daha uzun olmadan daha kısasına yönelmek. Adeta küçük olan her şey güzeldir mottosu ile donatılan bir hayattır bu.
Her şey akış içerisinde. Bu akışta yönünü bulmaya çalışan orientler değiliz; oriente edilebilecek ne bir zemin ne bir zaman var. Orijinallik dahi anlam yitimine uğruyor bu âlemde. Orijinal olmak, "sadece kendine eşit olmaktır, sadece kendisiyle tanımlanmak, dahası kendi yazarı ve yaratıcısı olmaktır" çünkü.
Her şey hızla sanal haline evrildi. İlişkiler, tanışmalar, tartışmalar ve çalışmalar sanal oldu. Buna karşı çıkabilmek akıntıya karşı yüzmek olarak görüldü. Hepimiz bu akışın ve akışkanlığın birer suretleri haline geldik. Başlangıçta boş zamanın doldurulması olarak düşünülen ve tasarlanan şey, boşluk kabul etmedi. Aksine boşluğun doluluğu haline dönüştü. Kapitalist düşüncenin tasavvur ettiği; her şeyi ve her bedeni çalışabilen bir nesne haline dönüştürmekti. Artık somut bedenler dahi onun için kâfi değil. Soyut ve sanal olan her ne var ise onlar dahi çalışmanın "şey"i haline dönüştürülebilir. Algoritmalar bunun gerçekleşmesi için uygulanması gereken metot konusunda yol göstericidir. Ama bu dünyada tıklama, okuma ve izleme oranınız gerçekte somut bir anlam ifade etmez.
Sanal âlem, büyüdükçe, bir çalışma/emek platformu haline de dönüştü. Bunun bir ihtiyaç olup olmadığı başka bir tartışma konusu, fakat sanal çalışma adı altında bir realite ile karşı karşıyayız. Buradaki çalışma/emek, algoritmalara bağlı distopyanın tezahürü gibi. Algoritmalar, sizin ne kadar izlendiğinize, ne kadar beğeni aldığınıza bağlı olarak bazı kararlar verir. Yani burada karar verici üretici ya da tüketici değil. Onlar algoritmaların kararı doğrultusunda hareket eden şeyler olarak sistem içinde yer alır.
Bu mecrada bedenlerin performatif eylemleri, somut bir eylem biçiminden çıkarak izleniyor olabilmenin performansına ve dahi kelimelerin performansına dönüşüyor. Byung-Chul Han'ın ifade ettiği gibi bedenler, "günümüzde ancak görüldüklerinde, sergilendiklerinde ve dikkat çektiklerinde değer kazanıyor. Bugün Facebook'ta kendimizi sergileyerek meta haline geliyoruz." Sadece bedenler değil, kelimeler, sözler, ifade biçimleri, jestler vb. her biri sözde değer kazanıyor veya meta haline geliyor. Sanal veya sosyal ağlarda emek bir dönüşüm geçiriyor. Bu durum, teknolojideki hız ve hızlanma ile doğrudan bağlantılı. Hız ve hızlanma bireyi ve bireyin yaşamla başa çıkma biçimini etkileyen değişimleri beraberinde getiriyor. Bu mücadelede birey, teknolojik olanda sadece bir 'şey'dir. Sergilenen emeğin birer tüketicisi konumundaki diğerlerinin tıklamaları ise davranışları takibe dönüktür. Bu durum güvenliğin ve şeffaflığın kaybına neden olmaktadır.
Kaybolan sadece güvenlik ve şeffaflık değildir. Acının kaybı da konuşulması gereken önemli bir husustur. Hız o kadar hızlıdır ki, her zaman bir şey üretmeyi kabul ettirir. Zaman ve mekânın yokluğunda hız, yeniyi gündeme getirir. Yeni olan şey, acıdan münezzeh olacaktır. Acı bir zayıflık belirtisidir. Han'ın ifadesiyle "gizlenmesi veya optimize edilerek ortadan kaldırılması gereken bir şeydir. Performansla asla uyuşmaz."
Sanal emek, emeği ortaya koyanlar açısından sosyal ilişkilerin teknoloji aracılığıyla şekillendirilmesini sağlamaktadır. Emek ile oluşan veri setleri ise izler kitlenin bir rehberi haline dönüşmektedir. Sanal emeğin üretiminin gayesi haline dönüştürülen izler kitle, her performatif eylemi sorgulayabileceğine ve belki de istekleri doğrultusunda bir gerçeklik inşa edebileceğine inanan bir kitle haline dönüştürülmektedir. Han'ın ifade ettiği gibi bu kitle ancak bir kalabalıktır, çünkü sanal emeği üretenlerin "narsisistik duygularını artırır ve bir meta gibi sergilenen egoya alkış tutanlardan oluşur."
Sanal emeği üretmeye çalışan özne, kesin olmayanın tecrübesine doğru yöneltmektedir. Bu emek türünde üretim her şeyi kapsayabilmektedir. Bu veriler dünyaya açılan bir pencereler penceresi mahiyetindedir. Ve en önemli özelliklerinden biri bu üretimin asla tekrar içermemesidir. Sanalda tekrara yer yoktur. Çünkü tekrar, heyecan verici değildir.
Sanal ağda sanal emek ile enformasyon ağı oluşturulur. Fakat bir tahkiye oluşturulamaz. Sanal emekle üretilen şey, açık uçlu, nihayete eremeyen, sessizliği olmayan ve bütünleştirici bir kimlikten, yani hikâyeden mahrum bir emek biçimidir. Bu emek biçimi kesintisizdir, dinlenmeyi ve sessizliği talep etmez. Çünkü "dinlenme ve sessizlik, düz bir dikkat gerektiren dijital yapıda yer bulmaz."
Tiktok ve bilumum diğer sosyal medya öğeleri, sanal emeğin dünyaya açılan pencerelerinden. Buralarda üretim olarak sunulan her bir performatif eylem, hıza ve hazza dayalı. Mevcut emek algısı ise yitime uğruyor. Yelkenlerin narsisizmle doldurulduğu bu sanal gemide bazen bir dijital emek üretici bazen izler kitle olarak maalesef hepimiz yer alıyoruz.