Sanat okulundan gelen talebenin 'eli kırık'

18.12.2021

Ebru sanatçısı Hikmet Barutçugil: "Sanat okullarında sanatçıların ders vermesi çok mühim konu. Mimar Sinan Üniversitesinde otuz seneyi aşkın zamandır hocayım. Bizim üniversiteye gelen öğrenciler yani düz liseyi bitiren öğrencilerle sanat liselerini tamamlayıp gelen öğrenciler çok farklı. Çünkü sanat okullarından mezun olan öğrencilerin tabiri caizse "elleri kırık". Fırça tutmayı, efendim kalem tutmayı biliyorlar."


Sanat okulundan gelen talebenin 'eli kırık'

Güzel sanatlar liseleri, sanatı yaşayan ve yapan, sanat eserlerini tanıyan ve yorumlayan, özel yetenek gerektiren yükseköğretim programlarına etkin olarak hazırlayan, sanatsal yeniliklere açık bireyler yetiştirmek anlayışıyla eğitim çalışmalarını sürdürüyor. Değişen sanat anlayışlarıyla birlikte geleneksel sanatları kavrayan ve farklı tarzlar ortaya koyabilen öğrenciler yetiştirmeyi amaçlayan güzel sanatlar liselerinde akademik iş birlikleri yanında alanın duayen isimlerinin katkı sunduğu eğitimler veriliyor. Bu bağlamda ömrünü ebru sanatına adayan ve adı aynı zamanda Bağcılar Güzel Sanatlar Lisesine verilen Hikmet Barutçigil ile sanat eğitimini ve güzel sanatlar liselerindeki yeni gelişmeleri konuştuk.

n Akademik iş birlikleri ve duayen isimlerle beraber ders yapılıyor olması oldukça önemli. Hikmet Barutçugil Güzel Sanatlar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi bağlamında sanat eğitimindeki yeni gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, efendim, çok sevindirici bir olay tabii ki güzel sanatlar liselerinin açılıp yaygınlaştırılması. Önceden diğer liselere oranla çok düşük bir seviyede idi bu okulların sayısı. İstanbul'da sadece bir iki tane vardı. Çok başarılı bir güzel sanatlar lisesi Diyarbakır'da çalışmalarına devam ediyordu. Şimdi bunun yaygınlaştırılması özellikle de Türk müziğine ve Türk sanatlarına, kadim Türk sanatlarına daha yatkın bir şekilde yapılandırılmaları yeni dönemdeki çalışmaların en önemli yanı bence. Sanat eğitimini geliştirmek için bize bir imkân yaratıyor bu okullar.

Biliyorsunuz Türkiye uluslararası alanda önemli hedefleri olan bir ülke... Zaten işte küreselleşme diye bir olgu var. Hepimiz tecrübe edip, yaşıyoruz. Dünya küçüldü. Dünyanın en ücra köşesinde meydana gelen olaylardan anında haberimiz oluyor. Şimdi kültür ve sanatta uluslararası olmanın ilk ve temel kuralı, önce ulusal olmaktır. Bizim dışarıdan ithal ettiğimiz bir kültürle kendi medeniyetimizi kurma şansımız yok. Kabul edersiniz ki bu bizim değil, onların medeniyeti olur ve bu yönde de çok etkili araçlar, çabalar var zaten. Malum bizim kendi öz sanatlarımız, farklı kaidelere, farklı temellere dayanıyor. Sadece bununla da sınırlı değil mesele. Farklı matematiklerle, farklı görüşlerle, farklı geleneklerle, göreneklerle teşekkül etmiş sanatlarımız. Biz de bunları genetik olarak yaşadığımız duygularla birleştirip, geliştirirsek ancak kendimize ait bir medeniyetimiz, sanatımız olur. Bağcılar'daki Güzel Sanatlar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinin bu yönde faaliyet göstermesi, müfredatlarının buna göre ayarlanması bizi çok mesut ve bahtiyar ediyor, çok sevindiriyor. Demek istiyorum ki bizim sanatlarımız yaşasın. Öteden beri bizim sanatlarımızın şöyle bir sıkıntısı oldu, bazı dar kalıplar içine sokuldu. O dar kalıplar değişmez kanunlar gibi, katı kurallara dönüştürülüp benimsendi. Söylemek gerekir ki bu da tabii sanat açısından çok yanlış, çok sakıncalı bir durum... Sanatı dar kalıplara sokmak, onun tekâmülünü engelliyor aslında.

Ananevi değil, an an nevi sanatlar

Bir bakıma sanatın kendi doğasıyla çelişen bir durum diyebiliriz buna sanırım...

Tabii, dolayısıyla geleneksel sanatlara karşı tepki oldu. İnsanlar aynı sanatsal ürünlerini görmekten usandı, sıkıldı, bıktı, terk etmeye başladılar. Başka bir ifadeyle bunu daha farklı bir şekilde anlaşılır kılmaya çalışalım. Diyelim ki enfes bir baklava, mis gibi, tereyağlı, bol fıstıklı, özü kıtır kıtır, hışır hışır bir baklava düşünün. Üç ay süreyle her gün üç öğün yiyin bakalım ne oluyor? Belki bir daha baklava görmek istemezsiniz, bu da onun gibi bir şey. Dolayısıyla tüm sanatlar, geleneksel sanatlar kendi içinde bir şekilde yenilenmeli. Eskiden buna, geleneksele "ananevi" derlerdi biliyorsunuz. Ananevi işte eskiden beri gelen, devam eden... Ben ise onu şöyle çözüyorum; "an an nevi" nevi yeni demek, yani her an, an an yenilenen bir şey olmalı. Şimdi ebruya gelelim, ebru Orta Asya'dan getirilip, efendim işte 17. yüzyılın başında "Türk kâğıdı" adıyla Avrupa'ya götürdüğümüz bir sanatımız. Ne yazık ki yakın tarihte ilgilileri çok azaldı. Hatta Türkiye yurt dışından ebru ithal eden bir ülke duruma geldi. Bunu da maalesef devlet arşivlerinde işte eski ciltleri tamir ederken Fransa'dan ithal matbaa baskı ebrular kullandılar.(gülüyor) Bu dereceye düştük ki dünyaya ebruyu tanıtan bizleriz. Ebru sanatı bizde ciddi seviyelere ulaşmıştı oysa.

Doğrusu çok şaşırdım buna. Buradan güzel sanatlar liselerindeki eğitim çalışmalarının ne kadar önemli olduğu çıkarımını yapmak mümkün.

Şimdi sanat okullarında bu eğitimlerin verilmesinin şöyle bir önemi de var: Ben Mimar Sinan Üniversitesinde otuz seneyi aşkın bir zamandan beri hocayım. Bizim üniversiteye gelen öğrenciler yani düz liseyi bitiren öğrencilerle sanat liselerini tamamlayıp gelen öğrenciler çok farklı. Çünkü sanat okullarından mezun olan öğrencilerin işte tabiri caizse "elleri kırık". Fırça tutmayı, efendim kalem tutmayı biliyorlar. Çizgi çizmeyi biliyorlar. Ama düz liseden gelenlerde bu nispeten daha az oluyor.

Yeni fırsatlar yaratmak

Buna bağlı olarak da sanat okullarından yahut günümüzdeki adıyla güzel sanatlar liselerinden gelen öğrencilerin çok daha başarılı oldukların vurgulamak lazım. Bu kapsamda bizim Bağcılar'daki lisemizi Yıldız Teknik Üniversitesinin Sanat ve Tasarım Fakültesiyle, efendim işte başarabilirsek Mimar Sinan Üniversitesinin Geleneksel Türk Sanatları ya da Resim Bölümüyle bir protokol imzalayıp, oradaki hocaların okulun imkânlarını buradaki pırıl pırıl gençlerle paylaşılmasına imkân vereceğiz. Müsaadenizle bir hususu hatırlatmak isterim: Benim sanat okuma sebebim Mimar Sinan Üniversitesi o zamanki adıyla Güzel Sanatlar Akademisinin binasını görmek oldu. Deniz kenarında, muhteşem bir bina, insanlar çalışıyorlar ediyorlar, ben ona tav oldum, hayran kaldım da. Böylece bu alanda 1973'te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulunda eğitim almaya başladım. İşte güzel sanatlar liselerindeki çocuklar da o okullara gitse, belki orada okuma arzuları doğacak. Öyle bir karar verecekler. Ona yönelip çalışmalarını geliştirecekler ve o okullarda diğer arkadaşlarına göre bir tık daha üst düzeyde olacaklar temel sanat eğitimi açısından.

Bir röportajınızda şu an içinde bulunduğumuz Hikmet Barutçugil Güzel Sanatlar Lisesi ile ilgili olarak "hayalimdi" demiştiniz. "Hayalimdi" uzak bir hayal miydi?

Evet, uzak hayalimdi. Bu kadar hızlı gelişmeler yaşanacağını doğrusu tahmin etmiyordum. Bu benim çok eski bir hayalimdir. Yani bir geleneksel sanatlar lisesinin açılması. Şimdi bu sanatlar yaygınlaşmaya başladı şükür. Ama bu yeni yaygınlaşmanın getirdiği bazı sıkıntılar yaşanmıyor değil. Mesela meydan boş olunca değişik yerlerde iki buçuk ay bir kurs görüp, sanatçı kartviziti bastıranlara bile rastladım.(gülüyor) Tabi bu olmuyor böyle, bir iki aylık işle yapılacak iş değil zaten. Ama bu boşluktan, doğal olarak birileri yararlanıp, fırsatçılık yapıyor. Oysa ben istedim ki bu işin temel sanat eğitimi verilsin. Temel altyapıya sahip, onlarla donanmış biri gelip de sanatlarımızı ilgi duysun, ardından seçtiği yolda ilerlesin. Böyle olduğunda hakikaten işin rengi çok değişiyor.

Ebru gibi derinliği olan bir sanat alanında bir kaç aylık eğitimden/kurs programından sonra yapılan "ebru sanatçısı" tanımlaması en çok bu sanata haksızlık.

Bir eksikliği hep gördüm, ben sanat eğitimi aldım. Temel eğitim aldım. Bunun üzerine inşa ettiğim ebru bilgileri yerine oturdu ama hep görüyorum ki bir eksiklik var, bir noksanlık var. İşte oranda, dengede, kompozisyonda ışık, renk gibi sanatın temelleriyle alakalı durumlar var. Geleneksel sanatların yaygınlaştırılması açısından da bir lisenin olması çok önemli... Şimdiki Sayın Millî Eğitim Bakanımız daha evvel Bülent Ecevit Üniversitesinin rektörüyken 13 Kasım 2017'de orada bir geleneksel sanatlar sergisi açtık. "Türk Sanatının Yapı Taşları" adını taşıyordu bu sergi. Çok harika bir katalog da yaptılar. Orda kendileriyle uzun uzun konuşma fırsatı yakaladım. Böyle bir eksikliğin olduğunu, işte bir lise bazında bu sanat eğitiminin verilmesi gerektiğinden bahsettim.

Daha sonra Mahmut Özer beyefendi Millî Eğitim Bakan Yardımcısı olduğu dönemde Cağaloğlu'ndaki kız meslek lisesinde geleneksel sanatlarımızı yeni nesillere aktaran ve alanında bir ilk olan Cağaloğlu Geleneksel Türk Sanatları Meslek Lisesini açtı. Şimdi buna en çok ben memnun oldum doğrusu.(gülüyor) Üsküdar'da tarihî bir konağı restore ettim. 1830'lardan kalan bir konak bahsettiğim... Orayı bir ebru müzesi, bir ebru okulu hâline getirmek istiyordum. Dünyada bir ebru müzesi yok biliyorsunuz. İstiyoruz ki, ebru sanatının merkezi İstanbul'da bu müze olsun. Ama bu lise çok daha önemliydi çünkü ortaöğretim seviyesinde geleneksel Türk sanatlarına yönelik eğitimin verilmesi gelecek nesillerin kültürel mirasımızı kavramalarına vesile olacaktı. Orayı satıp bir okul yaptırma hayalim vardı. Şimdi böyle bir okul açılınca da orayı kurtardık diye hanım çok memnun oldu (gülüyor). Mahmut Bey'e de özel teşekkür etti. Bahsettiğim lisenin müfredatlarını hazırladık, okulumuz eğitim öğretim çalışmalarına devam ediyor. Yani önemli bir başlangıç oldu.

Sanatsal farklılıklar

Çok önemli başlayıp yola koyulmak... Gerisi bir şekilde geliyor. Başlamak bitirmenin yarısıdır derler ya. Sanatın temel eğitimini inşa etmek hakikaten önemli...

Tabii, yaygınlaşarak devam ediyor bu süreç. Daha sonra da işte bu güzel sanatlar liseleri açılmaya devam etti. Farklı iş birliği protokolleri imzalandı. Okullarla birlikte Türk müziği, Türk sanatları müfredata girdi. Daha evvelki sanat okullarında Romen ve Grek estetik kurallarına göre Batı sanatının temel alındığı bir uygulama söz konusuydu. Onlar yanlış değil, doğru. Türk sanatları ile ilgili farklı bir yaklaşıma hiç yer olmadığını kolayca tahmin edebiliriz. Oysa bizim sanatlarımız başka kurallara göre değerlendiriliyor. Şimdi şöyle diyelim; biri elma biri portakal ikisi de meyve değil mi? Ama birinin vasıflarıyla ötekine baktığımız zaman yanlış anlarız, değil mi? Şimdi diyelim ki biri iyi diğeri kötü demek istemiyorum, bakın biri farklı diğeri farklı onu vurgulamak istiyorum. Portakal kalıbıyla elmaya baktığınız zaman "Aa dersin bunun rengi yanlış", Niye? "Turuncu değil. Aa bunun içi beyaz, içi sulu değil". Aynı kalıplarla ikisine baktığımız zaman farkı görmek imkânsız.

Ama çok uzun zamandır görmedik biz sadece portakaldan baktık elmaya ya da elmadan baktık portakala, görmedik bunları...

Mesela müzikte, Batı müziğinde iki nota arasında iki yarım ses vardır, do ile re arasında do diyez re bemol vardır. Ama Türk müziğinde çok basit bir kural bu... İki ses iki nota arasında dokuz ses var. Şimdi Batı kurallarıyla o dokuz sesi duyduğunuz zaman "Aa bu yanlış!" Niye? "Notası olmayan ses var." Hâlbuki o ayrı bilmek lazım. İşte bunu anlatmak için, bunu korumak için bu sanatlarımızın bir şekilde bilimsel bazda işte müfredatlara girerek, liseler bazında daha sonra üniversiteler bazında anlaşılması, tanıtılması, yaygınlaştırılması lazım.

Röportaj: HAKKI AYDOĞAN