Savaş Çağı beklentisi içinde barış diplomasisi

Prof. Dr. Metin Aksoy / Selçuk Üniversitesi Rektörü
19.11.2022

Dünyanın en güçlü 20 ekonomisinin çağrısına bakılırsa 21. yüzyıl için potansiyel nitelendirme olarak "Savaş Çağı" öne çıkmaktadır. Küresel krizlerde tutarlı, insani, yapıcı, arabulucu ve normatif bir sorumluluğu kendiliğinden üstlenen Türkiye gibi devletlerin varlığı ve bu devletlerin diplomatik girişimleri Savaş Çağı'nın barış çağına geç olmadan evrilmesine katkı sağlayabilecektir.


Savaş Çağı beklentisi içinde barış diplomasisi

15-16 Kasım 2022 tarihlerinde Endonezya'da gerçekleştirilen G-20 zirvesinin sonuç bildirgesinde 21. yüzyıla yönelik "savaş çağı olmasın" çağrısı aslında zirvede ele alınan konuların genel temasını yansıtmaktadır. Nitekim Covid-19 pandemisinin küresel ekonomide yarattığı daraltıcı sonuçlar, küresel enerji ve gıda krizi, Rusya-Ukrayna savaşı olarak sıralanabilecek olan zirve başlıkları; çözümsüzlük, yönetilemezlik ve yönetişimsizlik sebepleriyle 21. yüzyılın "savaş çağı" olarak anılmasını sağlayabilecek kadar kiriktir. Bununla birlikte Zirve'nin sonuç bildirgesinde yer alan bahse konu çağrı, ünlü tarihçi Eric Hobsbawn'ın tarihsel klasifikasyonunu anımsatmaktadır.

Çağın genel teması

Nitekim Hobsbawn 1789-1848 arası dönemi Devrim Çağı, 1848-1875 arası dönemi Sermaye Çağı, 1875-1914 arası dönemi İmparatorluk Çağı ve 1914-1991 arası dönemi Aşırılıklar Çağı olarak nitelendirmiştir. Dünyanın en güçlü 20 ekonomisinin çağrısına bakılırsa 21. yüzyıl için potansiyel nitelendirme olarak "Savaş Çağı" öne çıkmaktadır. Elbette bütün bir çağı yeknesak bir kategori ile ele almak çağın genel temasının ihtilafına yaşanan gelişmelerin göz ardı edilmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla çağa genel temasını veren gelişmeleri karşıt eğilimler ve potansiyeller olarak okumak daha doğru bir yaklaşım olabilir.

Zira Hobsbawn'ın her bir klasifikasyonuna aykırı gelişmeleri, ele aldığı her çağ için tespit etmek mümkün olduğu gibi 21. yüzyıl için de yalnızca "Savaş Çağı" beklentisi içerisinde bulunmak doğru değildir.

Aslında yaşanan hem savaş çağını hem de barış çağını potansiyel olarak bünyesinde barındıran bir dünya portresidir. Hatta Zirve'de ele alınan konular ve Zirve'ye katılan devletlerin diplomasi yaklaşımları da iki farklı çağa gebe olduğumuzu, hangisinin hâkim geleceğinin yine insanlığın elinde olduğunu göstermektedir. Nitekim Zirve'de de gözlemlendiği şekliyle Rusya'nın Ukrayna'yı işgali hasebiyle Batı ile Rusya arasında yaşanan siyasi ve askeri rekabetin karşılıklı yaptırımların uygulanması şeklinde kendisini göstermesi, Rusya'nın G20'den ihraç edilmesi ihtimalinin dile getirilmesi, nükleer silah kullanmanın ve kullanma tehdidinin kabul edilemez olduğunu deklare etmeyi gerektirecek kadar dünyanın yeniden nükleer kış senaryosu ihtimalini tartışması, enerji ve gıda krizi gibi konular "Savaş Çağı" ihtimalini göz önünde bulundurmayı gerektiren eğilimleri yansıtmaktadır. Sıralanan tüm bu Zirve konularında ve bilhassa Ukrayna savaşı özelinde G20'yi oluşturan devletlerin yalnızca "çoğunun" bu savaşı kınaması, Rusya'ya yönelik yaptırım ve durum tespitinde farklı görüşlerin bulunduğunu, başka bir ifadeyle küresel siyasetteki bölünmüşlüğü gözler önüne sermektedir.

Kırılgan ekonomiler

Benzer şekilde Zirve'de ele alınan bir diğer sorun olarak Rusya-Ukrayna Savaşı ile birlikte derinleşen küresel gıda ve enerji krizi de savaş çağının tamtamlarını bünyesinde barındırmaktadır. Nitekim savaş, Ukrayna ve Rusya'nın dünyanın tahıl tedarikçisi ülkeleri olması nedeniyle tahıl ticaretini olumsuz yönde etkilemiş, başta gıda olmak üzere küresel emtia fiyatlarının artmasına yol açmıştır. Bununla birlikte Batılı ülkelerin yaptırımlarına karşılık Rusya'nın enerji yaptırımı uygulaması, pandemi ile başlayan küresel enerji krizini derinleştirmiştir Bahsi geçen gıda ve enerji krizi ile enflasyonist baskı, 2023 yılında küresel ekonomik büyümenin 1980'lerden günümüze en düşük seviyede olması beklentisine sebep olmuştur. Bu durum özellikle azgelişmiş ülkeler başta olmak üzere ekonomik açıdan kırılgan ülkeleri olumsuz etkilemektedir. Bu çerçevede G20 Zirvesi sonuç bildirgesinde kırılgan ülkelere yönelik acil önlemler alınması gerekliliği taahhüt edilmiştir. G20 Zirvesi sonuç bildirgesinde savaşın büyümeyi kısıtladığının, enflasyonu arttırdığının, tedarik zincirlerini aksattığının, enerji ve gıda güvensizliğini tırmandırdığının ve finansal istikrar risklerini arttırdığının ifade edilmesi, G20 nezdinde Rusya-Ukrayna Savaşı ile dünyadaki ekonomik sorunların eşlenik görüldüğünü ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte ABD ile Çin arasında gerçekleşen görüşmelerde ABD, "Tek Çin" politikasının değişmediğini, var olan statükonun tek taraflı değiştirilmesine karşı çıktığını, iki ülkenin nükleer silah kullanımına karşı olduğunu ve Çin ile rekabetin devam ettiğini, ancak ikili ilişkilerde çatışmadan kaçınıldığını dile getirmiştir. Xi Jinping ise Çin-ABD ilişkilerinin sıfırlı toplamlı oyuna dönüşmemesi gerektiğini, dünyanın iki ülkenin gelişmesi için yeterince geniş olduğunu ve Tayvan'ın Çin için kırmızıçizgi olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Zirve'de ikili ilişkilerde olabildiğince çatışmadan kaçınılacağı çıkarımı güçlenmiş ancak ABD-Çin rekabetinin süreceği de aslında taraflarca vurgulanmıştır. Sıralanan tüm bu başlıklar, bu başlıklara yönelik ortak bir tutumun benimsenememesi ve hatta ulusal çıkarların yönetişim ihtimalini ortadan kaldırması küresel siyasette belirsizlik, istikrarsızlık ve ilkesizliğin arttığını ve derinleşme ihtimali bulunan bu krizlerin içinde yaşadığımız çağı savaş çağı haline getirebileceğini ortaya koymaktadır. Ancak başta da belirtildiği üzere küresel siyasetin bir aynasını yansıtan Zirve sıralanan ve savaş çağı ihtimalini arttıran bu eğilimlerin karşıt eğilimlerini de bünyesinde barındırmaktadır.

Kutuplaşma karşıtları

Nitekim ABD, Rusya ve Çin bağlamında kutuplaşmanın artmasının yanı sıra başta Türkiye olmak üzere Hindistan, Güney Kore, Suudi Arabistan ve Endonezya gibi söz konusu kutuplaşmadan rahatsız olan ülkeler de yapıcı ve arabulucu girişimleriyle küresel yönetişimin diyalog kanallarını açık tutmaya çalışmışlardır. Öyle ki başta Türkiye olmak üzere söylem ve eylemleriyle tutarlılık gösteren bu devletlerin girişimleri sayesinde Zirve'nin sonuç bildirgesinde yer alan "uluslararası hukuku, barışı ve istikrarı koruyan çok taraflı sistemi desteklemek ve BM prensipleri ve uluslararası insan hakları hukukuna riayet etmek" gibi vurgular anlam kazanmıştır. Çünkü sıralanan bu yapıcı devletler dışındaki G20 üyelerinin Rusya-Ukrayna Savaşı ile ortaya çıkmasından endişe duydukları savaş çağının nüveleri 21. yüzyılın başlarından itibaren bizzat kendilerinin müsebbibi oldukları gelişmelerle kendisini göstermiştir. Bir başka deyişle günümüzde Rusya'nın saldırganlığını tüm dünya özelinde katlanılabilir kılan şey benzer saldırganlığın Irak ve Afganistan'ın işgalinde, Suriye'nin emperyalist bir vekalet savaşının konusu olmasında, Akdeniz'de yaşama tutunmak için ölmeyi göze alan mültecilerde, peydah olmasına vesile olunan ve sonrasında desteklenen DEAŞ ve PYD gibi terör örgütlerinde, İsrail mezaliminde, obez kuzey ve cılız güney ayrımında kendisini çoktan göstermiş olmasıdır. Şimdi Suriye'nin bir benzeri savaş alanı Avrupa topraklarında ortaya çıkınca savaş çağından endişe etmek hem tutarlı değildir hem de tutarlı idiyse geç kalmış bir çağrıdır.

Türkiye'nin yapıcı rolü

Dolayısıyla küresel krizlerde tutarlı, insani, yapıcı, arabulucu ve normatif bir sorumluluğu kendiliğinden üstlenen Türkiye gibi devletlerin varlığı ve bu devletlerin diplomatik girişimleri savaş çağının barış çağına geç olmadan evrilmesine katkı sağlayabilecektir. Bu tespitin somutlandığı en temel husus ise Zirve'de de gündeme gelen tahıl koridoru anlaşmasıdır. 2020'de BM ve Türkiye'nin arabuluculuğu sayesinde Ukrayna'nın savaş nedeniyle kapalı olan limanlarından tahıl ihracatına yeniden başlamasına olanak tanıyan tahıl koridoru anlaşması Sivastopol limanına gerçekleşen saldırılar sonucunda 29 Ekim'de Rusya tarafından askıya alınmıştır. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görüşmeleri sonrasında Rusya tekrardan anlaşmaya geri dönmüştür. Tahıl koridoru anlaşmasının 19 Kasım'da yenilenmesi gerekliliği bu konunun G20'de öne çıkmasına sebebiyet vermiştir. G20 Zirvesi'nin sonuç bildirgesinde Türkiye ve BM'nin aracılık ettiği tahıl koridoru anlaşmasından memnuniyet duyulduğunun belirtilmesi, uluslararası toplumda Türkiye'nin küresel siyasetteki yapıcı rolünü pekiştirmiştir. Bu yazının kaleme alındığı 17 Kasım 2022 tarihinde tahıl koridoru anlaşmasının 120 gün uzatıldığının duyurulması Cumhurbaşkanı Erdoğan özelinde Türkiye'nin Zirve'deki gayretlerinin başarıyla sonuçlandığını göstermiştir. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşmasının 19 Kasım 2022 tarihinden itibaren 120 gün süreyle uzatıldığını duyurmuştur.

Yüksek politika alanları

O halde tahıl koridoru anlaşmasının uzatılması özelinde somutlandığı üzere Türkiye ile diğer devletlerin küresel ilişkilere bakışı ve küresel krizlere yaklaşımı arasındaki farklılıklar aslında bu çağın savaş çağı olmaktan nasıl sıyrılabileceğinin ve barış çağına nasıl evrilebileceğinin de anahtarını taşımaktadır. İlk olarak Türkiye askeri, siyasi ve güvenlik gibi yüksek politika alanları olarak görülen konular uğruna insani yaklaşımı terk etmeyen ve bu konuda söylem ile eylem birliğini elden bırakmayan bir politika sergilemektedir. İkinci olarak Türkiye küresel yönetişimin kurumsal mekanizmalarına dair eleştirilerini gündemde tutmakla birlikte bu eleştirilerini sistemin mekanizmalarını ihlal ederek değil uygulamadaki eksikliklerini bizzat ortaya koyarak göstermektedir. Örneğin Türkiye bir yandan "dünya beşten büyüktür" mottosuyla BM sisteminde reform çağrısında bulunurken aynı zamanda BM ile birlikte tahıl koridoru anlaşması gibi yapıcı adımları da atmaktan çekinmemektedir. Üçüncü olarak Türkiye küresel kriz durumlarında hiçbir tarafı sistemsel mekanizmanın dışına itmeden yani marjinalleştirmeden ama revizyonist olan tarafı temel uluslararası hukuk prensiplerine dönmeye teşvik edici girişimlerde de bulunarak krizin tüm taraflarıyla diyalog kanallarını açık tutmasını sağlayan bir diplomasi anlayışı geliştirebilmiştir. Rusya ve Ukrayna gibi savaşan iki tarafın da Türkiye'nin girişimlerini taktirle karşılaması ancak böylesi bir diplomatik kabiliyetin sonucudur. Dolayısıyla G20 Zirvesi'nde somutlandığı haliyle içinde yaşadığımız çağın savaş çağı ya da barış çağı olarak anılması ancak ve ancak insanlığın elinde olan bir durumdur. Savaş çağının tamtamları ile barış çağının umudu bir arada yaşamaktadır. Türkiye gibi ülkelerin varlığı sayesinde savaş çağını andıran gelişmelerden barış çağını düşünmeyi terk etmememizi sağlayacak çıkarımlar yapmak mümkün olduğu gibi geçmişte barış için girişilen ancak savaşı dirilten adımlar da hafızamızdadır. Elbette bütün bir çağı Türkiye'nin önüne koyduğu hedefte belirtildiği üzere "Türkiye yüzyılı" olarak anmak erken bir girişim olabilir. Ama 21. yüzyılın ilk çeyreği bize Türkiye'nin diplomasi modelinin yani Türkiye yüzyılının diplomasi modelinin barış çağının anahtarı olduğunu çoktan göstermiştir.