Savaş ekonomisi

Dr. Hülya Bulut / Marmara Üniversitesi
11.03.2022

ABD, bugüne kadar dolara veya SWIFT'e alternatif arayanları (örneğin Saddam'ı) nasıl yok ettiyse, bunu savaş sebebi saydıysa, Rusya'da kayaya çarpabilir. Çünkü, içinde Türkiye'nin de olduğu Çin, İran, Rusya ve benzeri ülkeler bir süredir dolarizasyonu düşürmek için bir arayış halindeler.


Savaş ekonomisi

Aylar boyunca yapılan askeri yığınağa karşın birçok strateji veya uluslararası ilişkiler uzmanı Rusya'nın Ukrayna'ya topu, tüfeği, tankıyla askeri bir harekata kalkışacağına ihtimal vermemişti. Evet Rusya daha önce Gürcistan'dan, sonra yine Ukrayna'dan kendi ulusal güvenliği için önemli gördüğü bölgeleri kopartmıştı ve dünya da bu duruma sadece seyirci kalmıştı. Ancak Ukrayna'nın neredeyse tamamına yönelik ciddi bir askeri planlama ve onun yansıması olarak bizzat on binlerce asker yollama kararlılığı şüphesiz ki bambaşka bir durum arz etmekte.

Dünya şaşkın

Bütün dünya oldukça şaşkın! Pandemiyle boğuşan, kripto paralardan vurgun yapmayı kovalayan, Metaverse'te sanal arsa satın alan kitleler tam da gıda krizi ve hayat pahalılığıyla başa çıkmaya çalışıyordu ki, Putin dikkatleri Ukrayna'ya çekmeyi başardı. Aylardır bu savaşı kışkırtan ABD yönetimi de, ekonomik bir birlikten öteye gidemeyen Avrupa Birliği de, NATO da, Birleşmiş Milletler de çaresiz, eli kolu bağlı olan biteni izliyor. Aslında kesintisiz ve uzun bir süredir, tam 19 yıldır girdiği bütün seçimleri fark atarak kazanan, önce Başbakanlık şimdi de Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Sayın Erdoğan sahip olduğu deneyim ışığında dünyayı uzun zamandır uyarmakta.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ne diyor ısrarla? "Dünya 5'ten büyüktür!" Dünyayı ve Birleşmiş Milletler'i dar bir grup olarak ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Çin ve Rusya yönetemez, yönetmemeli. Zaten de yönetemediği açık bir şekilde görülmüyor mu? Her uluslararası çatışmada, insanlık güvenini ve inancını kaybetmiş durumda. Uluslararası meselelerde adaletin yerini bulacağına dair inanç yok edilmiş halde; Bosna'da da, Filistin'de de, Karabağ'da da, Yemen'de de, Suriye'de de durum farklı olmadı ne yazık ki! Sahte ve kasıtlı yalan istihbarat ile Irak önce yerle bir edildi, sonra da işgal edildi. Yüzbinlerce masum insan öldürüldü, milyonlarcası yaralandı. Trilyonlarca dolar zarar verildi, kültürel varlıklar, tarihi eserler çalındı, Batı müzelerinin envanterine kaydedildi. Ülkenin bütün altyapıları yok edildi, çocukların geleceği çalındı. Sadece Irak mı? Peki ya Afganistan? Suriye? Vietnam? Libya? Yerle bir edilen ülkelerin listesi elbette uzatılabilir ama asıl soru bunlara neden gerek olduğu? Hepsi gözümüzün önünde, an be an canlı izlenerek, vicdanlar dağlanarak, akıllar tutularak yaşanmadı mı, yaşanmıyor mu?

Savaşın tarihi kirli

Savaşlar tarihi eskidir, kirlidir, kanlıdır. Ama Batı emperyalizmi ve sömürü düzeninin yaptıkları insanlık tarihinde hiçbir zaman görülmediği, yaşanmadığı kadar vahşidir, acımasızdır. İnsan yine bu bağlamda Alev Alatlı'nın "Fesuphanallah" ve "Hafazanallah" başlıklı iki ciltlik eserine referansta bulunmadan edemiyor. (Batı'nın gerçek yüzünü anlamak isteyen dikkatli okuyuculara bir kere daha ısrarla öneririm). Gelelim şimdiki meseleye. Şimdiki mesele; Batı'nın yaşlandığı, verimliliğini kaybettiği, liderlik sorunu yaşadığı bir dönemde halen eskiden olduğu gibi dünyayı kendisi için bencilce sömürmek istemesinde yatıyor. Son 20 yılda yaşananlar bize bir gerçeği anlatıyor; artık Batı'nın imajı çizildi, "demokrasi ihracı" masalı kimseyi ikna edemiyor, adeta mızrak çuvala sığmıyor, sırlanmış yüzeyler dökülüyor ve uzun zamandır gizlenen gerçek yüzüstüne çıkıyor.

Batı toplumları değer ve umut kaybettikçe, bu düşüş o ülkelerdeki liderliğe de yansıyor. Fransa'da Jacques Chirac'ten sonra gelen liderlerin hepsi "cüce" siyasetçilerdi: Sarkozy, Hollande, Macron! ABD'de de durum farklı değil aslında; Clinton sonrası ne berbat liderler gördü dünya: Yalancı Bush dönemi, arkadan iş çeviren darbeci Obama dönemi, Twitter'cı Trump dönemi, küreselci ve sözde demokrat Biden dönemi! İngiltere'de ise beceriksizlik, basiretsizlik, uzun süren Brexit bilinmezi başbakanları hızla öğütmedi mi? Batı'nın inişte olduğu aşikar, bunun da başlangıcı olsa olsa 11 Eylül 2001 olmalı. Dünya siyasi arenasında bunlar yaşanırken Rusya'da Putin, Çin'de Şi, Almanya'da Merkel ve Türkiye'de Erdoğan yakaladıkları istikrarla dünyada ağırlıklarını hissettirdi.

Maliyeti çok büyük

Savaşlar her anlamda çok büyük ekonomik ve sosyal maliyetler barındırır. İsterseniz birkaç veriye bakalım. Bu bağlamda hemen her alanda veri ve istatistik toplama gayreti gösteren, bunda da adeta dünya şampiyonu olan ülkelerin başında ABD gelmektedir. ABD Donanması'nın resmi sitesine göre sadece ABD'nin girdiği bütün savaşlarda yaptığı harcamalar (2008 yılı dolar eşdeğerine göre) sıralanmıştır. Naval History and Heritage Command'in verilerine göre ABD; 1941-1945 arasında II. Dünya Savaşı'nda 4,1 trilyon dolar, 1950-1953 Kore Savaşı'nda 320 milyar dolar, 1965-1975 Vietnam Savaşı'nda ise 686 milyar dolar harcama yapmıştır. ABD'nin, 11 Eylül 2001 tarihinde New York'ta Dünya Ticaret Merkezi saldırısı sonrasında başlattığı Irak Savaşı ise yine trilyonlarca dolar olarak ifade edilmektedir. Tabii bunlar, bu savaşların toplam maliyeti olmayıp, sadece ABD'nin o savaşa girdiği andan itibaren yaptığı harcamalar ile sınırlıdır. Yoksa bütün taraflar ve boyutlar düşünüldüğünde insanoğlunun toplam zararı (israfı), yok edişinin maliyeti bunun 10 katı civarındadır.

ABD'de mukim Brown Üniversitesi'nin uluslararası ilişkiler alanında çalışmalarıyla tanınan Watson Enstitüsü'ne göre, 20 yıl süren Afganistan Savaşı'nın (daha doğru bir ifadeyle işgalinin) toplam maliyeti yaklaşık 14 trilyon dolardır. Oysa hepimiz biliyoruz ki, bu tutarın sadece 1 milyar dolarıyla, yani 20 yıl boyunca her yıl 50 milyar dolarlık bir kaynağın akıllıca ve insani amaçla kullanılmasıyla Afganistan Lüksemburg seviyesinde bir refaha ulaşabilirdi! Ama yine olmadı, bir fırsat daha kaçırıldı, insanoğlunun fıtratındaki kötü yine iyiye egemen oldu!

İnsanı fıtratında, sürekli bir gelecek kaygısı vardır. Ölümden korktuğumuzdan dolayı hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşarız. Bu yüzden de hep planlarız, biriktiririz, depolarız, daha fazlasına göz dikeriz. Gruplar halinde toplumlar kurar, sonra devletleşiriz. Büyümek, daha çok kaynağa erişmek isteriz. Her ne kadar savaşlar sonucunda top yekûn bir daralma ve zarar yaratsak da savaşmaktan geri durmayız. Kazançlı çıkacağımızı düşünürüz hep. Kısacası savaşta galip gelenin kazandığı pek görülmese de bazen hayalperestlik, bazen bencillik, bazen öngörüsüzlük, bazen de mecburiyetler savaşa yol açmaktadır. Peki öyleyse yaklaşık bir haftadır Rusya-Ukrayna Savaşı olarak izlediğimiz olayları nasıl yorumlamalıyız? Kim haklı, kim haksız? Öncesinde neler oldu, neler yaşandı? Kim kazançlı çıkacak? Türkiye'ye etkisi ne olacak?

Bu yazının amacı siyasal bir analiz olmadığından gerilimin arka planına kısaca bakalım. Sovyetler Birliği'nin çökmesi sonrasında ana aktör olarak ortaya çıkan Rusya'ya, ABD ve NATO'nun verdiği sözlerin neredeyse hiçbirisinin tutulmadığını artık sağır sultan bile biliyor. Hoş, zaten ABD'nin kaba kuvveti ve uluslararası ilişkilerdeki tek taraflı, dayatmacı ve aşırı pragmatik yaklaşımı özellikle II. Dünya Savaşı'ndan itibaren her coğrafyada yaşanıyor, görülüyor. Amerika, daha önce örneğin Kürtler'e verdiği sözleri nasıl tut(a)madıysa, Afganistan'dan kaçarcasına çıktıysa, Gürcistan'ı kendi kaderine terk ettiyse; Rusya-Ukrayna Savaşı'na giden yolda ne Rusya'ya verdiği "NATO'yu Rus sınırına kadar genişletmeme" sözünü tutmuştur, ne de Ukrayna'yı kışkırtırken kayda değer bir askeri, ekonomik ve teknolojik destek sağlamıştır. Bugün Ukrayna, Rusya'nın karşısında ne NATO üyesidir, ne de Avrupa Birliği. Yetişmiş insan kaynağını önemli düzeyde beyin göçüyle kaybetmiş, yolsuzluk ve nepotizm batağına saplanmış, sanayisini kuramamış bir Ukrayna'dan bahsedebiliriz. İşin ilginci Rusya da bu konularda pek farklı değil; temel fark geniş bir coğrafya, paraya tahvil edilebilecek doğal kaynaklar, güçlü ve caydırıcı bir ordu ve daha önce ifade edildiği üzere öyle ya da böyle (tam demokratik olmasa da) yaklaşık 20 yılda elde edilmiş ve ayağa kalkmış bir istikrar.

Savaş devam ederse, daha önce neredeyse 40 yıldır İran'a uygulandığı gibi (zaman zaman Türkiye'ye karşı da zımnen veya açık bir şekilde uygulanan) sert ve zorlayıcı ambargolar bu defa Rusya'ya karşı uygulanacaktır. Sermaye ve yatırım hareketlerinde kayda değer düşüşler olacaktır. Bunun en temel yansıması Ruble'nin rezerv paralar karşısında hızla değer kaybetmesidir. Sıcak para zaten çoktan ülkeden çıkmıştır, daha güvenli yerlere kaçmıştır. İçerideki sermaye birikimi de yetersiz olduğundan mali piyasalarda muhakkak daralmalar yaşanacaktır. İnsanların hareketliliği de kısıtlanacaktır. Vizeler verilmeyecek, verilenler iptal edilecektir. Rusya'da yapılması planlanan uluslararası toplantılar, konferanslar ve fuarlar ya iptal edilecek ya da yabancıların fazla katılımı olmadan sönük geçecektir. Örneğin, Formula1 yarışı veya FİFA maçları yapılmayacak ve eğer bunlarla ilgili bir finansal angajman, ön ödeme veya altyapı yatırımı söz konusu olduysa büyük kayıplar gerçekleşecektir.

Diğer bir önemli konu ise, Rusya'nın veya Rus şirketlerinin yurtdışında sahip olduğu maddi ve maddi olmayan varlıklardır. Batı dünyasının oldukça deneyimli olduğu konulardan biri de, bu tür varlıkları ya hemen bloke ederek dondurmak veya ilk fırsatta (gerekçede) bunların üzerine çökmektir. Bu konuda ABD, Fransa, İsviçre ve İngiltere oldukça profesyoneldir. Kaddafi'nin sadece Fransa'da tuttuğu 60 milyar Euro buharlaşmadı mı? Birkaç hafta önce, Biden Afganistan'ın parasının yarısına el koyduğunu açıklamadı mı? Çok şükür Türkiye bu konuya yıllar önce uyandı, IMF'ye borcunu ödedi, hesabını kapattı. Yurtdışında tutulan bütün altın rezervlerimiz Türkiye'ye getirildi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na teslim edildi.

Gelelim ilk günlerde yaptırım listesine aday olarak giren, ancak hemen uygulanmayan SWIFT (Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication) konusuna. Yurt içi veya yurt dışı bankalar arası döviz transferi yapılmasına olanak sağlayan bir ödeme sistemi olan SWIFT ile dünya genelindeki gerçek kişiler (bireyler), tüzel kişiler (şirketler, kurumlar, organizasyonlar..) hatta devletler arasında döviz transferi yapılması mümkün olmaktadır. Bu sistem ile tüm dünyada bulunan bankalar arasında EFT (Electronic Funds Transfer) işlemleri yapılmaktadır. SWIFT de, dünyanın yaşadığı belki de en büyük "tekel"lerden biri. Uluslararası ticarette kullanılan birkaç önemli rezerv var; bunların başında da yüzde 60'tan fazla bir oran ile ABD doları geliyor. Örneğin Ürdünlü veya Pakistanlı bir baba Türkiye'de okuyan çocuğuna ayda 500 dolar yollamak istese, bu para ABD'den dönüp geliyor. Rusya, bir dönem her ne kadar uluslararası doğal gaz ticaretinin ödeme operasyonlarının yaklaşık yüzde 20'lik bir bölümünü kendi iç ödemeler sistemi ile yürütmüş olsa da, SWIFT sistemi dışında bırakılmanın bir ülke için ekonomik anlamda büyük zorlukları beraberinde getireceği son derece açık.

ABD kayaya çarpabilir

Ama! ABD, bugüne kadar dolara veya SWIFT'e alternatif arayanları (örneğin Saddam'ı) nasıl yok ettiyse, bunu savaş sebebi saydıysa, Rusya'da kayaya çarpabilir. Çün ki, içinde Türkiye'nin de olduğu Çin, İran, Rusya ve benzeri ülkeler bir süredir dolarizasyonu düşürmek için bir arayış halindeler. Tutun ki; Rusya kendi ulusal güvenlik penceresinden baktığında ABD ve NATO'nun artık bardağı taşırdığını düşünmekte haklı. Tutun ki; haklılığına rağmen savaş açması yanlış oldu. Tutun ki; Batı koalisyonu büyük bir ambargo ile Rusya'yı çökertmeye çalışıyor. Peki ya Rusya yeni bir dünya kurar da, buna da rağbet bulursa? Batı dünyasının tekellerini, hegemonyasını zorlarsa ve kırarsa?

[email protected]