Savaşı değil Avrupa'nın güvenliğini konuşalım

Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan/ Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
1.03.2024

Sürecin başından bu yana sürekli Avrupa'nın güvenliğinden bahis açılırken Ukrayna'daki durum ve yaşanan sorunlar ne yazık ki görülmemektedir. Savaş çok yönlü yıkıcılığıyla sürerken Ukrayna ordusu, 18 Şubat'ta en son Avdiivka'yı kaybetmiştir. Fakat bu savaşın kazananı kimdir diye sorulsa sonuç ortadadır: Kaybet –kaybet.


Savaşı değil Avrupa'nın güvenliğini konuşalım

Geçtiğimiz günlerde Rusya ve Ukrayna Savaşı'nın ikinci yılını doldurduk. İki yıldan fazladır kuzey komşularımızın sürdürdüğü bu savaş ve çatışma alanının etkileri sadece bölgesel değil aynı zamanda küresel boyutları ile düşünülmeli. Bu durum gıdadan enerjiye, güvenlikten ekonomiye her alanı doğrudan etkilemekte ve küresel bir güvenlik kaygısı da yaratmaktadır. Bu süreçte şüphesiz en önemli konu savaşın başından bu yana Batılı ülkelerin yani ABD ve Avrupa Birliği üyelerinin Ukrayna desteğidir. Ukrayna'nın bir anlamda vekâlet savaşları olarak Batı desteği ile sürdürdüğü bu çatışmada sivil kayıpların yanı sıra yerlerinden göç etmek zorunda kalan milyonlarca insan söz konusudur. Bu savaşın askeri kayıpları noktasında geçtiğimiz günlerde Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, Rusya'nın iki yıl önce başlayan işgalinde şimdiye kadar 31 bin asker kaybettiklerini açıklarken 180 bin Rus askerinin öldüğünü ve on binlercesinin de yaralandığını iddia etti. Hatta bu sayı İngiltere Savunma Bakanlığı'nın istihbaratına göre, daha yüksek bir boyutta. Bakanlığa göre, 350 bin Rus askeri personeli öldürüldü ve yaralandı. Sonuç olarak bölgede devam eden bu savaş bize küresel sistemi sorgulatırken Yeni Soğuk Savaş'ın dolaylı bir çerçevesini de sunmakta: Batı ve Rusya karşılaşması. Bu durumda Avrupa'nın güvenlik arayışı ve süreç içinde attığı adımların gerçekten de güvenlik bağlamında hangi noktalarda ele alınması gereklidir sorusunu yöneltmeliyiz. Çünkü bölgede devam eden savaşta Avrupa mali ve ayni destek sürecini Ukrayna'ya devam ettirirken aynı zamandan Rusya'yı da uyguladığı yaptırımlar ile kısıtlama yoluna gitmiştir.

Avrupa güvenliği, NATO ve Emmanuel Macron

1990'lı yıllar SSCB'nin çöküşü akabinde Soğuk Savaş'ın sona erdiği ve liberal demokrasilerin kazandığı bir tarihsel zafer olarak ABD hegemonyasının güçlü olduğu bir dönemin yansıması olmuştur. 2000'ler itibari ile tek hegemon güç konumu ve yapısı sorgulanmaya başlamıştır. Özellikle 2007 yılında Münih Güvenlik Zirvesi'nde, Vladimir Putin'in konuşması artık sistemde bu yapının devam etmeyeceğinin de bir sinyali olmuştur. Çok kutupluluk özellikle bu dönemi itibari ile uluslararası sistemde öne çımaya başlayan bir durum haline gelmiştir. Elbette bir diğer konu ise Rusya'nın kırmızı çizgileridir. Yani Batı'nın yakın çevresi içinde Rusya'yı rahatsız edecek adımlarının hoş karşılanmayacağıdır. Nitekim NATO'nun, Rusya sınırlarına yaklaşması çatışmaların en temel odağı olarak görülebilir. Bu kapsamda Avrupa'nın güvenlik inşası ve algılarındaki genişlemenin ise sınırları olmamıştır. Bilindiği gibi NATO, Soğuk Savaş dönemi içinde SSCB karşısında güvenlik alanında bir örgütlenme olarak kurulurken Soğuk Savaş döneminde hızla yeni sisteme adapte olarak devam etmiştir ve bugün 75. yılını kutlamaktadır. Bu açıdan 1990'lar sonrasında NATO'nun genişleme süreci eski Doğu Blok'u ülkeleri ile devam etmiştir. En son genişleme de bilindiği gibi Rusya-Ukrayna Savaşı sürecinde Finlandiya ve İsveç'in katılımı ile olmuştur. Böylece Rusya karşısında, Rus sınırlarına uzanan bir güvenlik hattı sağlanmıştır.

Fakat bu güvenlik hattının sağlanması hangi tehdit bağlamındadır? Bu sorunun net bir yanıtını en azından Batı nezdinde vermek muğlaktır. Fakat özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un açıklamaları belki burada var olan karmaşayı gidermeye yöneliktir. Bilindiği gibi Ukrayna Rusya Savaşı üçüncü yılına girerken Batı, Rusya'ya karşı yeni yaptırım paketleri açıkladı ve hatta Rusya'ya uygulanan yaptırımlar karşısında Ukrayna'yı destelemek için yeni finansman sağlama adına da yaptırım uygulanan Ruslara ait mal varlıklarına dair birtakım öneriler gerçekleşti. Nitekim sürecin işleyişi noktasında Macron, Rusya'nın Ukrayna savaşında yenilmesinin Avrupa'nın güvenliği için hayati önem taşıdığına ilişkin bir açıklamada bulundu. İlginçtir ki bu süreçle eş zamanlı olarak Ukrayna'ya askeri yardım yapılmasına karşı çıkan Slovakya Başbakanı Robert Fico, önemli bir iddia ortaya atmıştır. Bazı NATO ve AB üyesi ülkelerin Ukrayna'ya ikili anlaşma kapsamında asker gönderme durumunu dile getirmiştir. Bu durumda "Avrupa'nın, Ukrayna desteği doğrudan bir saldırı kapsamında da ele alınır ise NATO'nun 5. maddesi mi uygulanacaktır?" sorusu akıllara gelmiştir.

Nitekim Macron'un Rusya'nın yenilgiye uğratılmasının Avrupa'da güvenlik için vazgeçilmez bir koşul olarak görmesi ve akabinde, Ukrayna'ya asker gönderme konusunu dile getirmesi adeta süreci değiştirecek bir açıklama haline gelmiştir. Bu kapsamında Batı için birincil güvenlik sorunu artık açıkça Rusya olmuştur. Fakat bir yandan da Ukrayna desteğinin mali ve askeri boyutları da ortadadır. Fransa'da Macron bu açıklamaları yaparken çiftçi grevleri devam etmektedir. İktisadi sorunlar ve özellikle Ukrayna yardımları kapsamında askeri teçhizatlara ilişkin durum düşündürücüdür. Nitekim Macron'un açıklamaları sonrasında Avrupalı ülkelerden bu duruma dair bir doğrulama gelmemiş olsa da Rusya'ya karşı Yeni Soğuk Savaş alt metinleri bir kez ortaya konmuştur.

Güvenlik, sayılar ve gerçekler

Sürecin başından bu yana Avrupa güvenliğinden bahis açılırken Ukrayna'daki durum ve yaşanan sorunlar ne yazık ki görülmemektedir. Bölgede iki ülkenin savaşı devam ederken gerek saldırı gerek savunmaların gerek gel-gitlerin yaşandığı bir süreçte Ukrayna ordusu, 18 Şubat'ta en son Avdiivka'yı kaybetmiştir. Bu savaşın kazananı kimdir dense sonuç ortadadır: Kaybet –kaybet. Çünkü hiçbir savaşın kazananı siviller olmamıştır. Keza bölgede bir ateşkes ve sürecin sonlanmasına ilişkin adımların atılması da yakın vadede görülmemektedir. Bu açıdan hayatını kaybeden, yararlanan ya da yerinden edilen insanlar sadece sayılar olarak sunulurken elde edilen başarı ise her iki taraf için yoktur. Bu durumda belki de Avrupa güvenliğinin değişen yapısı ve durumunun sorgulanması gereklidir. Nitekim bugün İsrail'in, Gazze'de gerçekleştirdiği insanlık dışı eylemler noktasında Avrupa'nın sessiz kalışı Ukrayna-Rusya Savaşı kapsamında bir tezatlık yaratmakta gibi görülse de esasında sivil dâhil olmadıkları savaşların yorumlarını yaptıkları görülmektedir. Güvenlik algılarının kurgulandığı bir dünyada etik ve hukuk yorumlamamızı sorguladığımız bu durum çocukların, kadınların yani sivillerin hayatını kaybetmesi olarak mı şekillenmektedir bunun yanıtı aranmalıdır. Çünkü tarafların sürdürülebilir bir noktaya ilerlemedikleri aşikardır. Bu açıdan güvenlik ve yıkım noktasında kaybet-kaybet yerine diplomasi ve insancıl hukuk ile kazan kazan politikası uygulanmalıdır ki Yeni Soğuk Savaş söylemleri ve tek hegemon mantığının ısrarı insan odaklı politikalara evrilebilsin.

[email protected]