Savaşın bedeli mi barışın bedeli mi?

Prof. Dr. Mazhar Bağlı - Yıldırım Beyazıt Ünv. Öğr. Üy.
26.10.2013

PKK, bölgede yaşayan bütün kavimleri Kürtlere düşman yapma projesi üzerinde kendisine varlık bulan geç kalmış bir milliyetçilik projesidir. Geç kaldığı için de dünya ile eşzamanlılık sorunu yaşamaktadır. Bundan dolayı da bölgenin sosyolojisine özel operasyonlar yaparak kendisini var etmektedir.


Savaşın bedeli mi barışın bedeli mi?

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana ülke vatandaşlarının önemli bir kısmı şu ya da bu şekilde hem dışlanmışlar hem de büyük bir endişe içinde olmuşlardır. Dışlanmanın hangi kesime karşı olduğu ile ilgili sosyolojik bir cevap aradığımızda basit sınıfsal bir kategoriyle karşılaşmayız. “Öteki” muamelesi görenlerin ortak özelliği etnik, mezhepsel ve dinsel değildir. İdeolojiktir. Resmi ideolojiyi benimsemiş olmak ya da olmamak. Bütün ayrım buradadır. Resmi ideolojiyi benimseyen kim olursa olsun makbul vatandaştır. Aslen İngiliz olan “Zakari” bile takdir görür ama tek partinin oluşturmaya çalıştığı muhayyel ütopyanın adeta dini olan “ulusalcılık ideolojisini” benimsemeyenler hep ötekidirler.

İşin daha da ilginç olan tarafı bu ideolojinin ne olduğu ile ilgili somut bir çerçeve de belirlenmemiştir. Ki bana göre bu özel bir çalışmanın sonucunda oluşturulan derin bir stratejidir ama mevzu bu değil şimdi.

Dışlanmışları sosyolojik olarak analiz etmek istediğimizde ise elimizde olan yapıyı kabaca “yerel” veya “milli” olarak kategorize edebiliriz. Makul çoğunluk olarak da tanımlanabilen bu yapı, toplumsal işleyişin temel değerlerini ve nüvesini hep içinde taşıyan bir mekanizma olarak var oldu. Sadık Yalsızuçanlar’ın “Anadolu Mayası” olarak da isimlendirdiği bu yapı, yukarda anılan dışlayıcı mekanizmayı (otoriter ve değer bağımsız derin yapıyı) engelleyen en önemli direnme mevzilerinden birisi oldu hep. Bu damar, kamu otoritesinin sınır tanımaz, keyfi ve tepeden inmeci dönüştürücülüğüne karşı insanları koruyan iksirli bir çeşme gibiydi çoğu zaman. Keza modernleşmenin insani özellikleri dışlayan katı çekirdeğini de görece ehlileştiren bir işlev gördüğü de söylenebilir.

Seküler cemaatler 

Batı toplumlarında kamu otoritesini dengeleyen ya da kontrol eden mekanizmalar kurumsaldır, bizde ise yöresel ve gelenekseldir. Hatta kamu ile temas etmeden sorunların çözümünü sağlayan aktör ya da mekanizmalar, kamu sisteminde var olanlardan çok daha fazladır.

Bu yapı bozulduğundan bu yana işler bir türlü düzelmedi. Bu sosyolojik dokuyu bozan oluşumlar ise Halk Evleri, Tek Parti, PKK ve Sekülerleşmiş Dini Cemaatlerdir.

Bunların her birisi üzerinde özel olarak durulmayı gerektiren konulardır. Ama bugün kanlı bir süreci içinde taşıdığı için ilk gündemimizde doğal olarak PKK vardır.

Daha önce de yazmıştım, bana göre PKK, bölgede yaşayan bütün kavimleri Kürtlere düşman yapma projesi üzerinde kendisine varlık bulan geç kalmış bir milliyetçilik projesidir. Geç kaldığı için de dünya ile eşzamanlılık sorunu yaşamaktadır. Bundan dolayı da bölgenin sosyolojisine özel operasyonlar yaparak kendisini var etmektedir.

Bu operasyon iki yönlüdür. Birisi kendisi ile paralel olanlara yöneliktir, ki bunları “kurban olma/kurban etme” kutsiyeti üzerinden yürütmektedir. Hatırlanacaktır, 2012’yi “final yılı” ilan etmiş, “devrimci halk savaşı”nı başlatarak onlarca Kürt gencini hem de çocuk yaşta dağa kaldırılarak “PKK’ya kurban” etmek için ölümün soğuk kucağına itmişti. İkincisi de PKK ideolojisini benimsemeyen ve aynı “eylemsellik” içinde olmayanlara karşı yürüttüğü psikolojik harptır. Ki bunları en basit şekliyle çete, hain ve satılmış olarak yaftalamaktadır. Bunu bilmeden yaptığını iddia etmek mümkün değildir. Bütün bu olup bitenlerden sonra bu çocukları dağdan indirme konusundaki kaprislerini yine onların hayatı ile onlara ödetmek istemektedirler.

BDP çevrelerinin demokrasi standardını yükseltme saiki ile açılan bir pakete itiraz etmeleri, özellikle de anadilde eğitimle ilgili düzenlemeyi ticari bir alana mahkum edip bölge halkının memnuniyetini boğma çabaları da bundandır. Ancak şu gerçeğin altını bir kez daha çizmekte fayda var, hükümet için, bu ülkenin selametini ve geleceğini düşünenler için ve de AK Parti için terör sorununu çözme arayışı ve çabası asla bitmez ve bitmeyecektir. Bu mesele ya çözülecek ya çözülecektir. Bir coğrafyanın kaderi üzerinde söz sahibi olmak isteyen birisi var olan tüm sorunları çözme iradesinden ve iddiasından asla vazgeçemez. AK Parti, Türkiye’de bugüne kadar gelmiş geçmiş en uzun vadeli projeleri olan bir siyasi harekettir. Sahip olduğu gücü de kesinlikle sahip olduğu uzun vadeli tasavvurlara borçludur. Şiddet ve terörle birlikte çok uzun vadeli bir gelecek hayali kurulamayacağını her kes gibi onlar da biliyorlar. Çünkü bu son derece ciddi bir insani sorundur. Her geçen gün insanlığımızdan bir “parça” alıp götürmektedir.

Ve belki de örgüt ve bileşenleri ilk kez kendileri ile rekabet edebilen bir siyasi hareketle karşılaşmaktadırlar. Örgüt tarihinde en büyük kindarlığın ve düşmanlığın AK Partiye karşı yürütülmüş olması da bundandır. Ne var ki daha önce, uzun bir süre örgütle mücadele adı altında yürütülen her projenin örgütün varlığını gürleştirdiğini acı bir tecrübe ile gördük ve yaşadık.

Devlet vatandaşa saygılı

Zaten bu paketin tam da burada anlamlı bir hale geldiğini görmekteyiz. Yerel ve yerli mekanizmanın önceden oluşturduğu bu demokratik zemini bu paket kamu otoritesinin alanına taşıdı. Böylece demokratikleşme politik kaygı alanından reel-toplumsal alana oturtuldu. Artık sorunlar, ulusalcılığın sembolik dili ile değil demokrasinin oluşturduğu yeni kelimelerle tartışılıp çözülecektir. Çünkü artık devlet vatandaşlarıyla resmi ideoloji üzerinden ilişkide bulunmayacaktır. Onların ideolojisine, inancına, etnik kökenine ve tercihine saygılı olacaktır. Vatandaşın devlet ideolojisine saygı dönemi bitmiştir. Bu değişim, örgütün tüm stratejilerini de alt üst etmiştir. Kendisini ulusalcı bir devlete karşı programlayan örgüt şaşkınlığını silahla bastırmak istemektedir. Çözüm süreci, örgütün kurulduğu günden bu yana izlemiş olduğu tüm stratejileri ve taktikleri boşa çıkaran bir duruma neden oldu. Düşünün yıllardır son derece aşağılayıcı bir anlam içeren “iradesi irademizdir” sloganı ile işaret ettikleri adresle istihbarat birimleri temasta ama onlar bu kez de başka bir telden çalmaktadırlar.

Şimdi burada cevabı aranan iki soru var, birisi şu; örgüt, istihbarat ile İmralı arasında varılan mutabakata rağmen silah bırakmayacağını açıklamaktadır, Öcalan’a rağmen böyle bir durum gerçekleşebilir mi? İkincisi de PKK neden süreci bitirme konusunda çok heveslidir?

Birincisi şu, her örgütte olduğu gibi PKK’da da her zaman yalnızca tek bir tane “bir” numara vardır. Diğerlerinin hepsi numarasızdırlar, onun destekçisi ve takipçisidirler. O halde örgüt Öcalan’ın izni ve emri olmadan adım atmaz, atamaz. Eğer bu yönde bir durum varsa bu “yeni” bir taktik demektir. Ya Öcalan istihbaratları kandırmaya çalışıyor ya da ekibi onu. Ama her halükarda bu sürecin bitmesinin faturası onun üstünde kalır.

İkincisine gelince, PKK tam da bu coğrafyada artık kendisine benzeyen partnerler bulma konusunda zorlanmaya başladığı bir süreçte çekilmeyi kabul etti. Ancak şimdi durum değişti. Eli kanlı aktörler bu coğrafyada yeniden mevzi edinemeye başladılar. Örgüt partner bulma endişesi ile silahlara veda etmeye niyetlenmişken, siyaseti silahın gücüne bağlayan derebeyleri yeniden canlanmaya başladı. Sahip olduğu kanlı mevzileri yeniden bir pazarlık kozu haline getirmek istemektedir. Bunu da yukarda bahsettiğim bölge halkına karşı yürüttüğü psikolojik harp üzerinden gerçekleştirecektir. Ülkenin meşru hükümetini müstemleke, güvenlik birimlerini işgalci bir güç gibi gösterme çabalarının başka bir anlamı yoktur. Yavuz hırsız ev sahibini bastırmıştır.

Yeni Türkiye’de siyaset yapmanın kolay olmadığını gören örgüt, siyasi rekabeti başaramayacağını görünce geleneksel işine devam etmek istiyor olabilir. Ama halk bunu onaylamayacak ve sessiz kalmayacaktır.

Örgütün yürüttüğü psikolojik harbin en önemli parametrelerinden birisi de bugüne kadar yapılmış olan tüm hataları kategorik olarak belli bir kesime mal edip, toplumsal yapının en önemli aktörlerinden birisini manen siyasetin ve toplumun dışına itmektir. Çünkü örgüt, bir başkası ile birlikte var olamayacağının farkındadır. Düşünün, esas işi kanlı eylemler olan bir yapı insan ölümlerinden duyduğu derin üzüntü (!) üzerinden yürüttüğü propaganda ile sosyolojik bir dönüşümü gerçekleştirmektedir.

Orta Doğu’da şu an olup bitenler örgütün iştahını kabartmaktadır. Kanlı senaryolar onları kendilerine çekmektedir. Bugüne kadar özellikle de bölge halkına karşı yürütmüş oldukları bu psikolojik harp ile 1990’lardaki derin yapılara “paralel” bir mekanizma oluşturma peşindeler. Bugüne kadar Kürtlere yapılan haksızlıkların en büyüğü 1925 ile 1945 yılları arasında yapılmış olmasına rağmen örgüt, bu dönemi neredeyse hiç gündeme getirmez. Neden?

[email protected]