Saygıdeğer Selvi Hanım,

M. Mücahit Küçükyılmaz / Yazar
9.04.2016

Muhakkak ki her anne, eş ve kadın gibi siz de saygıya layık bir insansınız. Ayrıca sadece kadın olmak değil, hepimizin ortak niteliği durumundaki insan olmak vasfı da haysiyet ve şeref sahibi olmanın başlıca kaynağıdır. Bu itibarla, ülke gündemindeki bazı can sıkıcı konulara dikkatinizi çekmek isterim.


Saygıdeğer Selvi Hanım,

Öncelikle şunu söyleyeyim; niyetim sizi üzmek ve can sıkıcı konularla huzursuz etmek değil. Doğal olarak tahmin edeceğiniz şekilde, eşiniz Kemal Bey’i size şikâyet edip bir aile problemine yol açmayı da hiç arzu etmem. Belki şu girizgâh, mahallede yaramazlık yapan bir çocuğu ailesine şikâyet eden bir üslubu çağrıştırıyor. Maalesef, durum bu denli basit ve hoş görülebilir değil; zira Kemal Bey’in bir yetişkin olduğuna kuşku yok!

Lakin bütün diğer unvan ve sıfatlarımdan sıyrılıp bir insan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak beni ve benim gibi milyonları ilgilendiren bir durum, bir yönüyle sizi de ilgilendiriyor. Belki gözünüzden kaçmıştır, size iletilmemiştir ya da yeterince önemli görmemişsinizdir, bilemiyorum, ancak eşinizin muhtelif zamanlarda halka açık mekânlarda sarf ettiği bazı sözler, klasik deyimle, maksadını aşabiliyor. Özel hayatımızda sergilediğimiz rahat davranışlar ve kullandığımız ifadeler ile kamuoyu önündekiler arasında en azından bir üslup, tasarım, ambalaj farklılığı olması gerektiği malumunuzdur. Ne var ki Kemal Bey’in bu meyanda, sözlerini süzme, seçme ve temizleme gibi bir alışkanlığının ve kendini değiştirme, düzeltme gayretinin olmadığı görülüyor.

Saygıdeğer Selvi Hanım,

Bilirim, CHP geleneğinde lider eşlerinin tuhaf bir sükûneti vardır. Mevhibe Hanım’dan başlayarak, Rahşan Hanım’ın özellikle CHP’li ilk dönemleri, sonra Sevinç Hanım, Olcay Hanım ve nihayet siz... Kamuoyu önünde sürekli konuşmayı sevmeyen, mütevazı, serinkanlı duruşa sahip kadınlar olarak hafızalarda yer ettiniz. İlerici ve kadın hakları savunucusu olma iddiasındaki bir partide lider eşlerinin sessizliği ilginç dursa da, dindar ve geleneği önemseyen biri olarak bu duruşunuzu içten içe takdir de etmişimdir. Mesela “Kadınlar bilirim ülkeme ait” diyen şairin “Dağ gibi otururlar evlerinde/ Limanlar gemileri nasıl beklerse / Öyle beklerler erkeklerini” dizeleri pek hislendirir beni.

Yanlış anlamayın lütfen, kadını silikleştirme amacıyla değil, daha çok eşin makamına ve mehabetine duyduğunuz saygıdan dolayı bir adım geride durmayı tercih ettiğinizi düşünüyorum. Fakat burada “durmak” fiilinin altını çizmek istiyorum; her ne kadar durmak hiç kıpırdamadan sabit beklemeyi ifade ediyor gibi görünse de bence durmak, yerine göre eylemlerin en anlamlısı ve en soylusudur. Meğerki doğru yerde durmayı bilmiş olun... Eğer yanlış yerde duruyorsanız, durmak, insanı cemadat ve nebatat seviyesine bile indirebilir, maazallah. Gerçi, doğru yerde duruyorsa bir taş bile sevk-i ilahi ile muhteşem bir vazife görebilir; ne demiş eskiler, “Taş, yerinde ağırdır.” Nitekim Ashab-ı Kehf’in mağarasının ağzını kapatan kaya parçasını kim küçük ve lüzumsuz görebilir?

Nebatat dedim ama biliriz ki bitkiler bile duruyormuş gibi görünüp aslında büyür, çiçek açar ve vakti gelince solar; böylece yavaş da olsa daimi bir hareket halinde varlıklarını sürdürürler. O halde, şöyle diyelim, yanlış yerde ve amaçsızca duruyorsanız eğer, durmak, insanı nesne, meful, eşya konumuna düşürebilir. Öyle bile olsa, her nesnenin bir işlevi ve kendisinden kaynaklanan bir kullanım değeri vardır. Hatta, duran bir saat bile günde iki kez doğruyu gösterir. Yine de bilinçli bir tavırdan kaynaklanmıyorsa eğer, sürekli durmak insanın var oluşu bakımından pek anlamlı bir “eylem” değildir; tıpkı amaçsızca kıpırdanmanın anlamsızlığı ve gereksizliği gibi... Velhasıl-ı kelam, işin sırrı durma eyleminin zaman ve mekânını doğru tayin etmekte yatıyor olsa gerek. Mesela, kırmızı ışıkta durmak gerekli ve doğru bir davranış; lakin yeşil ışıkta durmak hem gereksiz, hem de yanlıştır.

Saygıdeğer Selvi Hanım,

Müsaadenizle, burada, hiç rahat durmayan Kemal Bey’in CHP genel başkanlığına gelişinden itibaren işlediği vukuatlardan bazılarını, bilhassa kadınlık ve annelik kavramlarını ihtiva edenleri özetle dikkatinize sunmak veya haberdar iseniz, hatrınıza getirmek istiyorum. Öncelikle belirteyim, bunların pek çoğu ekranlardan biplenerek veriliyor, satırlarda ise bir kısmı üç noktalarla aktarılıyor. Bu nedenle, ben de elimden gelen hassasiyeti göstereceğim, ama siz veya okuyucularda herhangi bir rahatsızlık uyandıracaksa şimdiden samimi özürlerimi sunarım.

İşte, Kemal Bey’in argo, küfür ve hakaret sicilinden birkaç misal:

Bir Zonguldak mitingiydi, “dönemin Başbakanı” Tayyip Erdoğan’a hitaben: “Benim adımı yolsuzlukla anarsan, ananı..., gerisini söylemeyeyim.” Ani bir bilinç uyanması mı yoksa toplumsal baskı etkisi mi bilinmez ama kendisini tutup gerisini söylemiyor. Ancak kendisinden özür beklenen Kemal Bey, daha sonra gazetecilerin “Ananı... a...” diyerek neyi kastettiği sorusuna “Aslında daha sert bir ifade kullanacaktım” cevabını verdi. Allah’tan yumuşak bir ifadeyle geçiştirmiş!

Yine seçim meydanında “dönemin Başbakanı” Erdoğan’a: “Yolsuzluğu kendisi yapmıyor, aile boyu yapıyorlar. Annesi...” Sonra sanki yine bir bilincin geri gelmesi hali yaşıyor ama kendisini tutamayıp argo ifadelerine devam ediyor: “Affedersiniz, annesi değil, Allah rahmet eylesin, eşi, kızları, çocukları, kendisi, amcası, dayısı, yeğeni, teyzesi, bütün sülale malı götürmekle meşgul.” Erdoğan’ın merhum annesini sülale şemsiyesi altında tekrar “malı götürmek”le suçluyor.

Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na yönelik: “Nasıl bir akademisyendir bu? Herhalde onu dinleyen pek çok ülke affedersiniz kı...ıyla gülmüştür.”

25 Temmuz 2011’de Güneş Gazetesi’nden Talat Atilla’ya verdiği röportajda, Türkiye’nin büyümesinin kaynağını eleştirirken, “Elin parasıyla gerdeğe girmek denir buna. Tam da bu anlama gelir. El parasıyla gerdek. Adı bu. El parasıyla girilen gerdeğin ne zevki, ne de kıymeti olur.”

Çoğu Erdoğan için kullanılan ve tazminat cezalarının bile Kemal Bey’i terbiye edemediği sözlerden bazıları, “Angus, deli, hergele, milletin anasını belleyenlerin adayı” derken, liste uzayıp gidiyor.

Ve nihayet, eşinizin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Hanım hakkındaki sözleri: “Aile Bakanı birilerinin önüne yatmış durumda, o zaten hiç konuşmuyor!”

Her ne kadar Kemal Bey, “Deyimler sözlüğünde ‘önüne yatmak’ ifadesi argo değil” gibilerinden söylense de zırvanın tevil götürmeyeceği açıktır; hele küfürlü zırva hiç tevil götürmez! Zaten bugüne kadar özür dilemek yerine, her seferinde, ettiği küfür ve hakaretlerin arkasında durmasından da mevzunun bir sürç-i lisan değil, cürm-ü meşhut olduğu anlaşılıyor.

Saygıdeğer Selvi Hanım,

Bu açık mektubun nahifliğinin farkındayım ve size yazmamın gerçek sebebi eşinizin küfür ve hakaretlerinin hedefinde aslında sizin duruyor olmanız. Yanlış anlamayın, siz derken, şahsınızda kadınları kastediyorum. Tabii ki ona en yakın kadın olarak sizi...

Kadını küfrün nesnesi yapmak gibi arkaik ve ataerkil bir alışkanlığın Kemal Bey’de bir karakter halini alması, onun, kafası bozulunca ağzı da bozulan ve anne ile eşten işe başlayan küfür kültürünün bir canlı numunesi olması hiç zorunuza gitmiyor mu?

Bir refleks sonucu değil, taammüden küfrettiği artık açığa çıktığı halde, bu gerçekle sizin de yüzleşmeniz ve küfrettiği bir akşam eve geldiğinde “Allah aşkına, ne dedin sen öyle Kemal Bey?” diye en azından sitem etmeniz gerekmez mi? Durgunluğunuz ve suskunluğunuz asaletinizden mi, yoksa habersizliğinizden mi bilemiyorum ama belki sizi harekete geçirir umuduyla bu mektubu kaleme aldım. Samimiyeti ve hakikati zedelememek adına üslubumu doğru ayarlamaya, hatta çok sevdiğim halde ironiden bile kaçınmaya çalıştım. Yine de sürç-i lisan ettiysem affola... Ama lütfen, siz de ne pahasına olursa olsun veya nerede olursa olsun, durayım demeyin. Doğru yerde durursanız, bunun değeri paha biçilemez. Bir eş olarak Kemal Bey’in -doğrularının- arkasında dimdik durun, fakat bari yanlış yaptığı zaman onun yanlışının durgun ve suskun bir dayanağı olmayın.

[email protected]