Scholz ve Herzog'un Türkiye ziyaretlerinin ortak paydası: Kazan-kazan-kazan beklentisi

Prof. Dr. Nurşin A. Güney / Nişantaşı Üniversitesi
19.03.2022

Avrupa'nın enerji ihtiyacı ve acil alternatif yaratma zorunluluğu İsrail ve Türkiye için 2009'da önlerine konulan Doğu Akdeniz gazında kazan-kazan senaryosunu tekrar canlandırdı. Hatta bu denklemin bir yanının Avrupa olduğu düşünüldüğünde kazan-kazan-kazan senaryosunun mümkün olabileceği de söylenebilir. Almanya'daki yönetim için günümüz kırılgan Avrupa güvenlik mekanizması içinde, Türkiye'nin jeopolitik konumu hem askeri güvenlik hem de alternatif enerji nakil yollarının geçiş hattı üzerinde bulunması bakımından vazgeçilmez değerdedir. İsrail, tıpkı Körfez ülkeleri gibi Başkan Biden'ın bir süre sonra bölgeden uzaklaşarak Hint-Pasifik'e doğru yöneleceği varsayımıyla İran'ın bir an evvel dengelenmesi gerektiğini düşünerek bölgede ABD'nin de onaylayabileceği yeni ittifaklar peşinde.


Scholz ve Herzog'un Türkiye ziyaretlerinin ortak paydası: Kazan-kazan-kazan beklentisi

2022, Avrupa jeopolitiği açısından büyük huzursuzlukların senesi olacak gibi görünüyor. Huzursuzluk ya da kaygı halinin sürekli hale gelişi Kierkegaardcı bir çözümleme yapmasak dahi aktörün tecrübe ettiği geçmiş ile kendini görmek istediği gelecek arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanıyor.

Nahoş hatırlar

Ukrayna'nın 24 Şubat tarihinde Rusya tarafından işgal edilmesi, Avrupalı aktörler için nahoş hatıraları canlandırdı. Hemen hemen herkes Avrupa'yı ezip geçen büyük savaşlara atıfta bulunuyor ama unutulmamalı büyük güç mücadelesinin sürdüğü Soğuk Savaş yılları da sonuçta Avrupa'nın bir aktör değil bir cephe olduğu hazin yıllardı. Uzun bir süredir, Avrupa güçlü veya değil bir aktör ve bunun konformizmine, kendi kaderini kendi ellerinde tutma konformizmine alışkın. Oysa Ukrayna krizi ile birlikte Avrupa, ne istediğinden bağımsız olarak ortaya çıkan ve etkileyemediği jeopolitik gelişmeler ile başa çıkabilen bir aktör olduğunu göstermek zorunda. Bu yüzden, şu ana kadar aktörlüğünü dayadığı bürokratik yavaşlığın aksine hızla kendi manevra alanını genişletecek alternatifler bulmak zorunda. Nitekim, bu konuda ilk sınav alanı Rusya'ya yönelik uygulanan yaptırımlarla ilgili karar alım süreciyse, ikinci ve ilki ile ilişkili sınav alanı enerji meselesi.

Enerji meselesi bağlamında, Avrupa 1990'ların başından beri her çıkan Ukrayna-Rusya, Belarus-Rusya krizinde Rusya'ya olan enerji bağımlılığını hatırlar ve 2006'dan beri bunu azaltmak için çeşitli tedbirler düşünür. 2022'de de değişen bir şey olmadı: Avrupa Rus gazına olan bağımlılığını giderememiş olduğunu bir kez daha acı bir şekilde hatırlamak zorunda kaldı. Biliniyor; Rusya halihazırda Avrupa gazının 1/3'nü tedarik etmektedir. Fakat 2022 krizi sıradan bir Rusya-Ukrayna krizi olmadığından, ABD başta olmak üzere 2014'teki gibi Moskova'nın alan kazanmasına göz yumma seçeneği Batı tarafından reddedildiğinden ve Avrupa'nın aktörlüğü tehlike altında olduğundan bugün Avrupa önünde uzun uzun tartışacağı seneler olmadığını biliyor. Brüksel ve Avrupa'nın motor ülkeleri enerji probleminin nasıl çözülebileceği üzerine artık hızla alternatifler geliştirmek zorundalar. ABD Rusya'dan fosil yakıt alımını durdurduğunu ilan etmiş, Birleşik Krallık bir sene içinde Rusya'dan gaz alımını durduracağını duyurmuşken, AB ülkelerinin akıntıya karşı kürek çekmesi beklenemezdi.

Brüksel'in zor sınavı

Dolayısıyla kimi Avrupa ülkeleri de kendilerinden beklenmeyecek kadar hızlı hareket ederek, uluslararası topluma hızlı karar alabileceklerini göstermek zorunda kaldılar. Örneğin, Almanya pek de gönüllü olmayarak Kuzey Akım II Boru hattının sertifikasyonunu durdurduğunu ilan etti, AB Komisyon Başkanı von der Leyen de bir seneye kadar Rus gazına olan bağımlılıklarını alınan tedbirler sayesinde 2/3 oranında azaltacaklarını belirtmişti. Bu kararlar AB ülkelerinin akıntı yolunda kürek çekseler de konfor alanlarının daraldığını ilan ediyor aslında. AB ülkeleri bir huzursuzluktan diğerine sıçrarken, bu kaygılara son vermenin reçetesinin Avrupa aktörlüğü için tutarlı ve güvenli bir gelecek çizmek olduğunu biliyorlar. Eski tanımlamaların, kategorizasyonların çok anlamlı kalmadığı, yaratıcı çözümler üretmek zorunda kalınan bir gelecek. İşte bu noktada AB motor ülkelerinin ve AB kurum temsilcilerinin Türkiye'nin kapısını neden çaldığına bakmak lazım.

Genel kabul edilen bir varsayım var: Ukrayna'nın 24 Şubat itibariyle Rusya tarafından işgal edilmesi en çok Almanya'yı ve Berlin'in enerji ve dış politika yönelimini etkilemiştir. Ukrayna savaşı öncesi Rusya'ya karşı bir nevi yatıştırma politikası izleyen Almanya, "öncelik Rusya'ya" ilişki modelinin fikir babasıydı. Kısaca Rusya ve Avrupa/Almanya arasındaki karşılıklı bağımlılığın işlemesine zaman, para ve insan gücü yatırmıştı. Tüm stratejinin ve yatırımın sırf Rusya ve ABD tepişecekler diye çöpe atılması haliyle Alman rasyonalitesi için çok üzücü. Haliyle, Berlin bir süre ayak sürüdü ve Kremlin'i ikna etmenin yollarını aradı. Örneğin ABD'nin ısrarlarına bir müddet dayanarak Kuzey Akım II'yi devam ettirmek için Washington ve Moskova arasında mekik dokudu. Dahası hatırlanacaktır Kiev'e askeri yardım yapmayı reddederek yani Ukrayna'nın çatışma bölgesi olduğunu söyleyerek Berlin'in isminin şakalara konu olmasına sebep oldu zira o günlerde Almanya, Ukrayna'ya yardım adı altında sadece 5 bin adet miğfer gönderebileceğini söylemişti. Kolay değil Almanya/Batı'ya çapalanmış Almanya Rusya ile dengeli bir politika sürdürebileceğini 1970'lerden itibaren iddia ediyor. Berlin ve Moskova arasındaki dirsek teması Almanya'nın işine gelmeyen konularda Rusya'yı ekarte etmeyi hiç düşünmeyeceği anlamına elbette gelmiyordu (bu minvaldeki ayak oyunlarını Balkanlar'da yaşayanlara sormak lazım) ama Almanya-Rusya rekabeti ve işbirliğinin Avrupa için ve Berlin için oluşmuş sigortaları, emniyet mekanizmalarını sarsmayacağı anlamına geliyordu. Sözün özü Berlin'in elinde hem AB içi hem AB dışı dengeler için güzel bir karttı Rus kartı. Bu yazı kaleme alınırken Zelenski'nin Bundestag'da yaptığı konuşmanın Alman milletvekilleri tarafından soğuk karşılandığı konuşuluyordu. Zira bugün gelinen noktada, Berlin yönetimi günümüz Ukrayna gerçeğinde yaklaşık yarım asırlık Ost-Politik stratejisini radikal bir biçimde terk etmek zorunda kaldı ve bunun bedeli hesaplılıkları fıkralara konu olan Almanların kafasındaki bilançoda ister istemez kocaman bir eksi yaratıyor. Ama tabi unutulmamalı Scholz'un Zeitenwende 'si yani dış politikada başlattığı milat Almanya adına eksiler yaratmak için açılmadı.

Scholz Ankara'da

Scholz'un mimarı olduğu dönüşüm Alman dış politikasında radikal bir değişimi müjdeliyor. Örneğin Almanya çatışma bölgesine silah göndermeme politikasını terk ederek miğfer yardımından anti-tank silahları ve stinger füzeleri göndermeye atladı. Ayrıca, gene Berlin güvenlik politikalarında önemli bir revizyona giderek 100 milyar avroluk bir askeri fon oluşturacağını ve GSYH'nin yüzde 2'sinin artık askeri harcamalara ayrılacağını açıklamıştır. Kuzey Akım II çöpe atılmışken ve silahlanma bir göz kırpışı anında gerçekleştirilemeyecekken Almanya'yı eğer işler tırmanırsa Rusya ile karşı karşıya bırakacak adımlar bunlar. Eee, bir milat kolay gerçekleşmiyor.

Alman stratejisinin büyük dönüşümü önündeki en büyük engel ve Rusya ile ilgili atılan adımların "eksi" hanesine yazılmasının en büyük sebebi Almanya'nın enerjide dışa bağımlılığı. 2020 senesinde, Almanya Rusya'dan 42.6 bcm'lik gaz ithal etmiştir yani Berlin'in Rus gazına bağımlılığı yüzde 40 civarındadır. İşte, tüm stratejik milat vurgusunun yanında Rusya'ya uygulanan Batı menşeili yaptırımların içine enerji kaleminin dahil edilmemesinde ısrarcı olan ülkeler arasında Almanya'nın baş sırada gelmesi de Berlin'in bu mevcut gaz bağımlılığı yüzündendir. Almanya'nın ithal doğal gaza bağımlılığının sebeplerinden biri de ülkede 1970'lerden itibaren baş gösteren nükleer enerji karşıtlığı olmuştur. AB içinde Rus gazına bağımlı olan ülkeler içinde alternatif arayışları hız kazanmışken Berlin de Rus gazını telafi etmek için kısa vadede LNG tedarikine ve 2022'de terk edilmesi kararlaştırılan nükleer santrallerden faydalanma sürelerinin uzatılmasına yönelecek gibi duruyor. Orta-uzun dönemde ise, Yeşil Mutabakat gerekliliklerini de ihmal etmemeleri için yenilebilir enerjiye geçişi hızlandırmaları gerekecektir. Bu; bir yandan savunma harcamalarını artırmak, bir yandan Ukrayna politikasını sürdürmek, bir yandan Yeşil Mutabakatın gerektirdiği iktisadi dönüşümü yapmak, bu arada da Rusya'dan yumruk yemeden ve eksiye düşmeden bilançoyu kapatmak demek. Almanya adına bu küçük mucize gerçekleşecekse, Ankara ile koordinasyona ihtiyaç var.

Almanya'daki yönetim için günümüz kırılgan Avrupa güvenlik mekanizması içinde, Türkiye'nin jeopolitik konumu hem askeri güvenlik hem de alternatif enerji nakil yollarının geçiş hattı üzerinde bulunması bakımından vazgeçilmez değerdedir. Bu nedenle, Almanya Şansölyesi Ukrayna Savaşı patlak verdikten hemen sonra, vakit kaybetmeden Ankara ziyaretini gerçekleştirmiş ve bu yeni dönemde Türkiye ile birçok başlık altında işbirliği yapacaklarını kamuoyu ile paylaşmıştır.

Herzog Ankara'da

Küçük mucizelerinin peşinde koşarak Ankara'ya gelen sadece Scholz değil. Geçtiğimiz günlerde İsrail Cumhurbaşkanı Herzog da 14 sene sonra Türkiye'yi ziyaret eden ilk üst düzey İsrailli yetkili oldu ve Ankara'da Türkiye ile işbirliği konusunda sıcak mesajlar verdi.

İsrail, tıpkı Körfez ülkeleri gibi Başkan Biden'ın bir süre sonra bölgeden uzaklaşarak Hint-Pasifik'e doğru yöneleceği varsayımıyla İran'ın bir an evvel dengelenmesi gerektiğini düşünerek bölgede ABD'nin de onaylayabileceği yeni ittifaklar peşinde. Bilindiği üzere, İsrailli ve BAE'li yetkililer Washington yönetiminden, İran Nükleer Anlaşmasının imzalanması halinde ortaya çıkacak duruma dair bazı güvenlik güvenceleri istemişlerdi. Ancak, ABD'den bu konuda henüz olumlu bir yanıt gelmedi. Batı, şu anda Tahran'ı ikna etmekle meşgul. Dolayısıyla İran ve Türkiye'yi aynı anda yabancılaştırmaya devam etmek artık Körfez ülkeleri ve İsrail için bir lüks gibi görülüyor.

Yeni ortak zemin

Ortadoğu bölgesinde bundan önce Türkiyesiz kurulan ittifak kuşaklarının günümüz Akdeniz dengesi ve istikrarının korunmasında yeterli olmayacağı yönündeki ilk sinyal Türkiye karşı yakın geçmişte kurulan ittifak kuşaklarda yer alan BAE, Mısır gibi bazı Arap ülkelerinin Ankara ile ilişkilerini hızla normalleştirmeye çalıştırmalarıydı. Yeni ittifak kuşakları ihtiyacı ile ilgili ikinci önemli sinyal ise ABD Başkanı Biden'ın East Med projesinden Washington'un desteğini çektiğini ilan etmesiyle ortaya çıktı. ABD'nin yeni bir arayışta oluşu ve NATO müttefikleriyle, bölgedeki en eski ortaklarından biri olan İsrail'e dönmesi doğal olarak Ankara ve Tel Aviv'i işbirliği yapabilecekleri ortak alanları, örneğin Doğu Akdeniz doğal gazı meselesini tekrar düşünmeye itti. Bu düşünce egzersizini güçlendiren değişkenlerden biri Rusya'nın Ukrayna müdahalesi oldu. Bir yandan Avrupa'da çıkan savaşın bir an evvel sonlandırılması için İsrail'in ve Türkiye'nin arabuluculuk çabası içerisine girmesi iki başkent için yeni bir ortak zemin teşkil etti. Rusya'nın askeri olarak hem Suriye'de hem de Ukrayna'da var olması, Ukrayna Savaşı'nın devam ediyor olması, Rusya'nın İran nükleer anlaşması masasında yeni taleplerden Ortadoğulu savaşçılar formülüne Ortadoğu ve Karadeniz'i birbiriyle ilişkili iki alan haline getirebilme taktiği uygulayabilmesi gibi nedenlerle Türkiye ve İsrail için Moskova ile ilişkilerin makul bir derecede sürdürülebilir olması ciddi bir gerekliliktir. Diğer yandan yazımızın başında aktardığımız Avrupa'nın enerji ihtiyacı ve acil alternatif yaratma zorunluluğu İsrail ve Türkiye için 2009'da önlerine konulan Doğu Akdeniz gazında kazan-kazan senaryosunu tekrar canlandırdı. Hatta bu denklemin bir yanının Avrupa olduğu düşünüldüğünde kazan-kazan-kazan senaryosunun mümkün olabileceği de söylenebilir.

Neden ümitvar olmalı?

2009'dan daha ümitvar olmamızın temel nedeni Avrupa jeopolitiğin dönüşümünde NATO'ya duyulan ihtiyacın artacağını tahmin etmemiz. İki başkent Rusya ile hassas dengeyi sürdürürken Batı ile de ilişkilerini yeni jeopolitiğin gereklerine göre ayarlamak ihtiyacını hissedecekler. Türkiye'nin NATO üyesi olması sebebiyle İsrail'in de ABD'nin en yakın müttefiki olması yüzünden an itibariyle büyük bir sarsıntı içine girmiş Avrupa güvenlik mimarisinin yeniden düzenlenmesi çabaları içinde Batı'yla da dengeli bir ilişki sürdürmek, hatta bu ilişkiyi ABD ile ilişkilerinde bir manivela haline getirmeyi tercih edebilecekleri iddia edilebilir. Beklentimiz elbette 1990'lar dönemi balayı değil ama yeni koşullarda, yeni güç dengelerinde, Türkiye'nin gücünün de hesaba katıldığı dengeli, sağduyulu, fayda odaklı bir yakınlaşma.

Biliyoruz ki gerek Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Direktörü Fatih Birol gerekse Atlantik Konseyi Küresel Enerji Merkezi uzmanları Avrupa'nın Rus gazına olan bağımlılığını azaltmak için kısa-orta-uzun vadeli öneri planları hazırlamaktalar. Bu planların ortak noktası AB'nin acilen kaynak çeşitliğine gitmesi önerisi. Sayılan alternatif kaynaklar arasında Kuzey Deniz gazı, Norveç yüksek Arktik gazı ve Birleşik Krallık Batı Shetland gazı yanı sıra Azerbaycan, Doğu Akdeniz, Katar gazı, nükleer anlaşma görüşmeleri olumlu sonuçlanırsa İran gazı, ve uygun koşulların sağlanması durumunda Türkmen gazı sayılmakta.

Jeopolitik koşullar İran ve Türkmen gazına gelecekte ne kadar açılım sağlar bilinmez ama TANAP/TAP ile Azerbaycan gazının, Israil ve Katar gazı ile tedarik nakil hatlarının olası geçiş noktasının Türkiye olması muhtemeldir. AB'nin aldığı LNG gaz tedariki gibi acil tedbirlerle bu kışı atlatması garantiyken, orta-uzun vadede enerji arz güvenliğini bağımsızlaştırması kolay görünmediği günümüz enerji uzmanlarının ortak kanısıdır. Bu bağlamda, şimdilik enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi bağlamında Türkiye'nin üretici ve tüketiciler arasında var olan boru hatları -ve bunlara yapılacak ilaveler-, iktisadi açıdan uygun seçeneklerden biri olmaktadır.

Yeni ivme beklentisi

Batılı müttefiklerimiz bugünlerde çoktandır müttefik olduklarını unuttukları Ankara'nın Batı güvenlik sistemine çapalı oluşunu yeniden hatırlamaktalar. Önce, jeopolitik haritalar dolayısıyla Türk Boğazlarının önemi hatırlandı. Sonra Montrö Rejimi'nin Ankara tarafından Rusya ve Batı'yı kışkırtmadan uygulanmasının- ve bunu sağlayan denge politikasını uygulama gücüne sahip olmasının- Ankara'nın müttefikleri için ne kadar değerli olduğu keşfedildi. Daha sonra da Rus gazına alternatifler üretmek için mesai harcadıklarında Ankara'nın Avrupa enerji tedarik güvenliğinde nasıl kilit bir rol oynayabileceği fark edildi.

En çok fayda vaat eden enerji ve yeşil dönüşüm çerçevesinde kazan-kazan mantığı üzerinden bir işbirliği alanı yaratılırsa bu Ankara ve Brüksel ilişkilerine olumlu bir ivme katabilir. Belki de ileride AB'nin yapısal dönüşümü içinde farklı mekanizmaların kurulması sayesinde hem askeri alanda hem de siyasi alanda bir Birleşik Krallık örneğinde olduğu gibi Birliğin 3. ülkelerle ilişkilerinde kategori dışı ortaklıklar kurulabilir. Söylemiştik, 2022 Avrupalılar adına huzursuz bir yıl olarak başladı, huzursuzluk Avrupalıları ve AB Bürokrasisini yaratıcı çözümler bulmaya itecek. AB, Avrupa enerji güvenliği ve askeri güvenliğinin parçası olan Birleşik Krallık ve Türkiye gibi aktörlerle ilişkisini kaçınılmaz olarak yeniden tanımlayacak. Nihayet stratejik körlüğün sona erebileceği bir zeminin yakalanma şansını Türkiye Ortadoğu'dan ve Avrupa'dan misafirlerini ağırlamaya devam ettikçe kapısında hissediyor ve dahası diplomasi trafiğindeki tutarlı ve güçlü konumuna bakarsak Türkiye bu an için, bu yıldızın parlama anı için, gerekli donanımını sağlamış bekliyor.

[email protected]