Sebeb-i telif: YAS

Rabia Yavuz / Uzman Klinik Psikolog
18.02.2023

Her ölüm haberiyle bir kez daha eksiliyoruz. Bu eksilme sadece sevdiklerimizin kaybı da değil; yasla birlikte kendimizden de bir parçayı koparıyor bizden. Açılan boşluktan bize hayatta kalmanın suçluluğu bakıyor sanki. Yaşanamadan sona eren hayatlar yaşamak suçunu bize bırakmış gibi.


Sebeb-i telif: YAS

İncecik yas dumanı herkese ulaşıyor

İsmet Özel

Sevdiklerimizin kaybı, ihmal, doğal afetler ve yoksulluk gibi birçok acı veren deneyimlerle karşılaşmamış tek bir insan ferdi yoktur. Bu deneyimlerden herhangi biri dahi insanın hayatını alt üst etmeye yetecek güçteyken 6 Şubat 2023 gecesi bu travmatik deneyimlerin hepsini birden yaşadık ülkece. O gece sadece sevdiklerimiz enkaz altında kalmadı ruhlarımız da enkazın altında şimdi. Hepimiz şok, endişe, korku, çaresizlik, karamsarlık, boşluk duygusu, suçluluk, öfke gibi birçok duyguyu deneyimlerken yorgunluk, iştahsızlık, aşırı uyuma ya da uykusuzluk gibi birçok tepki geliştiriyoruz. Elbette, böylesine olağanüstü zamanlardan geçerken kendimizi, eskiden yaptığımız şeylere karşı ilgimizi kaybetmiş hatta günlük işlerimizi dahi yapamaz bir halde bulabiliriz. Bu deneyimlerden bazıları daha şiddetli yaşanır ve uzun vadeli sonuçlara sahip olabilir. Bu tür deneyimler, travmatik olabileceği gibi üzerimizde hem fiziksel hem de duygusal yaralar da bırakabilir. Travma yara anlamına gelir. Depremden yara almadan çıkanımız olmadı. Mevtalarımızla vedalaşamadık, onları sırlayıp yolculayamadık. Hayatta olanlar için şimdi bir yas dumanı altında her şey.

Daha sağlam benlikler inşa etmek

Böylesine yaralayıcı deneyimler, sadece olayların yaşandığı zamanla sınırlı kalmaz, sonrasında kişiyi zihinsel olarak da derinden etkiler. Travma, bir yanıyla eskiden olduğumuz kişiye veda etmemizi de gerektirebilir. Bu tarafıyla travma sadece geçmişimizle ilişkimizi değiştirmekle kalmaz geleceğimizi de değiştirir. Şimdi ne olacak sorusu hepimizin zihninde dolaşıyor olabilir. Soruyu soran kişi kadar farklı yanıtlarımız olacak. Kendi sorularımız kendi hikayemizi yeniden yazmamızı olanaklı kılacak. Terapi odasında sıkça kendi hayat anlatımızı yeni bir gözle yeniden yazmaya niyetleniriz çünkü hikayemizi anlatarak acımızı sağaltır, duygularımızı dile getirirken onları bilincimize davet ederiz. Biz anlatırken acımızın varlığı görünür hale gelir hem bize eşlik edene hem kendimize. Travmalar yaşamımızın fay hatlarıdır. Travmatik her deneyim ruhumuzda deprem etkisi yaratır. Artık aynı toprak değildir üzerine bastığımız aynı kişi olmadığımız gibi. Yaşam yeniden inşa edilmeyi beklemektedir yeni bir zeminde. Bundan sonrası için hiç gecikmeden müdahale etmemiz gereken kırılma noktalarını artık tüm gerçekliğiyle oradadır. Şimdi üzerine bastığımız yere nasıl yeni bir bakışla bakmak zorundaysak ruhumuzdaki yaralara da aynı hassasiyetle bakmak bizi daha sağlam benlikler inşa etmeye götürebilir.

Bize kalan yaşamak suçu

Sevdiklerimizi bir bir öte tarafa sırlıyoruz sıraları gelmeden. Her ölüm haberiyle bir kez daha eksiliyoruz. Bu eksilme sadece sevdiklerimizin kaybı da değil; yasla birlikte kendimizden de bir parçayı koparıyor bizden. Açılan boşluktan bize hayatta kalmanın suçluluğu bakıyor sanki. Yaşanamadan sona eren hayatlar yaşamak suçunu bize bırakmış gibi. İsmet Özel'in satırlarından yüreğime ulaşıyor:"şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi/ taşınacak suyu göster, kırılacak odunu/ kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde/ bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin/ tütmesi gereken ocak nerde? Hayatta olanlarımız için yasın perdesiyle bakıyoruz yaşama. Elisabeth Kübler Ross'un da dediği gibi yas, kayıplarımıza verdiğimiz doğal ve evrensel bir tepkidir. Gerek fiziksel gerek bilişsel gerekse duygusal olmak üzere birçok boyutta yaşanabilir yas. Sıralı olmasa da en çok uğrayacağımız duraklar bu yolda inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Son durağı güzergaha ekleyenler de var: Anlam üretme.

Ölümün gözlerinin içine bakmak

İnkâr ilk kertede yüreğimizi yakan acı karşısında vereceğimiz ortak tepki. Nasıl güneşe gözlerimizi dikip bakamazsak ölümün gözlerinin içine de bakmak çok acı verir. Bu acı öylesine yakıcı ki, insan gözlerini kapatmak ister bir süre her şeye. Her ölümle beraber canımızın tekrar tekrar yanması bundan. Her ölüm haberiyle birlikte bir kez daha karanlıkta kalıyoruz. Lakin sevilen artık burada olmasa bile sevgisi ve bizim ona olan sevgimiz hâlâ buradadır. Nasıl ki güneşe gözlerimizi dikerek bakamasak da ısısını hissedebiliyorsak şimdi sevdiklerimizin anlıları da tıpkı güneş ışığı gibi bizi ısıtabilir. Antoine de Saint Exupery Kale adlı eserinde, "Anısına saygı gösterildi mi yitirilmiş insan, yaşayan insandan daha çok aramızdadır ve daha güçlüdür." der. Hâlâ sevdiklerimizden bize bıraktıklarıyla üşüyen içimizi ısıtabiliriz. Mevlâna'nın dediği gibi "Bedenin benden uzak/ Ama açık bir pencere var/Yüreğimden yüreğine...

Bugün ülke olarak yas sürecinin aşamalarından biri olan öfkeyi de deneyimliyoruz. Böyle olmaması gerektiğini düşünürken kendimizi öfkenin içinde buluruz. Öfke de her duygu gibi mantıklı ya da doğru olmak zorunda değildir. Öfke burada, mesele ise onunla ne yapacağımızdır. Öfkelenmemeyi söylemek ya da onu bastırmak dışında yapabileceğimiz şeyler var. Onu anlamaya çalışmak gibi. Ne zaman öfkeleniriz? Haksızlık olduğunda, canımız yandığında, acıdan kaçmak istediğimizde, çaresiz kaldığımızda ya da engellendiğimizde. Aslında sevdiklerimizle aramıza giren ayrılığadır hissettiğimiz öfke. Böyle zamanlarda öfkemize bakalım. Arkasındaki ihtiyacı görmeyi deneyelim. Gerekirse yalnız bir yer bulun ve öfkenizi bırakmayı deneyin. Kendimize ya da başkalarına zarar vermeden öfkeyi sağaltmanın yollarını bulmalıyız. Haksızlıklarla mücadele etmek için, canımızın tekrar yanmaması için öfkenin bize vereceği güce ihtiyacımız var.

Pazarlık durağında ise bu yıkıcı deneyimin enkazında bizi bekleyen çaresizlik ya da suçluluk duyguları ortaya çıkar. "Neyi farklı yapsaydım sonuç böyle olmazdı?" derken buluruz kendimizi. Keşkeler ülkesindeyizdir artık. Zor bir hesaplaşmadır bizi bekleyen. "Onun yerine beni alsaydın" derken olanın önüne geçememenin acısı vardır. Acıyla bile bir alışveriş içinde bulabiliriz kendimizi. Yaşamanın acısını katlanmamak için geçmişte yolculuğa çıkar zihnimiz. Her şeyi farklı yapmış olmayı dileriz. Afet müdahale ekibinden bir yakınımın söylediği gibi "Başka neler yapabilirdim acaba?" diye sürekli kendimizi hesaba çekeriz. Oysa şimdiki ben geçmişteki beni elinde olmayan şeyler için hesaba çekip yargılamaktadır.

Yas bizi derinlere çağırır

Depresyon evresinde ise yanımızda hep hüzün bekler. Kayıplarımızın bıraktığı boşluğa oturup kalan hüzün ruhsal bir hastalık olarak teşhis edilip müdahale edilen depresyondan farklıdır. Yanı başımızdaki hüzün kayıplarımıza duyduğumuz sevgi, özlem, hasret ve ihtiyacı fısıldamaktadır kulaklarımıza. Yas sürecindeki depresyon ise gücümüzün yetmediği yerde sinir sistemimizin kendini muhafaza etmek için kapatması gibidir. Yara almak anlamına gelen travmanın izlerini onarabilelim diye bize zamanı çağırır. Her şey yavaşlar. Yavaş hareket edip yavaş düşünmeye başlayabiliriz. Ya da yataktan çıkmak istememeyiz. Kimileyin hayata devam etmeyi anlamsız gelir. İçimizdeki hüzün görevini yapıp yaralarımız iyileştikçe yavaş yavaş azalacak ve bize veda edecektir. Bu nedenle yas tutan kişiye "Üzülme" ya da "Hayat devam ediyor" demek empatik bir yaklaşım olmaz. Sevdiklerini kaybedip de üzülmeyenimiz var mıdır? Yas tutanları neşelendirmeye çalışmak ya da hayatın olumlu taraflarının olduğunu hatırlatmak da sık gördüğümüz durumlardır. Elbette, yas tutan kişilere baş sağlığı dilemek ve onların yanında olmak çok kıymetlidir. Başsağlığı, TDK'nın Türkçe Sözlüğünde "ölen bir kimsenin yakınlarına ilgi ve yakınlık gösterme" olarak tanımlanmaktadır. Bu ilginin özenli ve duyarlı olması çok önemlidir. Amaç, yas tutan kişiye yalnız olmadığını göstermektir. Yalnızlık güven hissimizi zedeler ve bizi dışlanmış hissettirir. Başsağlığı dilerken yapılmaması gerekenler çoktur. Hayatın devam ettiğini söyleyip şimdi metin olmasını söylemek ya da yas tutan kişinin henüz hazır olmadığı şeyleri yapmasını hatırlatmak zarar verebilir. Çoğu zaman yas tutan kişinin etrafındakiler ne yapacaklarını bilmedikleri için hüznü hemen uzaklaştırmak isteyebilir. Halbuki yasın doğal bir parçası olan hüzün, bizi derinlere çağırır ki, o derinliklerden iyileşerek çıkabilelim. Elbette yasın içerdiği hüzün kronik hale gelirse profesyonel yardım almak gerekir. Bu durumda farmakolojik ve psikolojik destek gerekir ve destek eğitimli bir uzman tarafından sağlanmalıdır.

Kabul aşaması

Yasın yaşanmasına izin verilir ise kabullenme gerçekleşebilir. Kriz anlarında ya da travmatik deneyimin tetikleyicileri hala çevremizde iken kabul aşamasına geçmek uzak ihtimaldir. Bu aşamaya geçmek bize sevdiklerimizi unuttuğumuz ya da onlar yaşamazken bizim yaşadığımızı hissettireceği için istenmeyebilir. Kabul kelimesi haline en çok üzüldüğüm kelimeler listesinin başında gelir. Kabul etmek başımıza gelenleri onayladığımız ya da meşru gördüğümüz anlamına gelmez. Kabul artık mutlu olduğunuz ya da hayatın kayıplarımız olmadan da aynen devam ettiği anlamına da gelmez. Kabul etmek bana sadece olanı olduğu gibi karşılamamı söyler. Elbette, kabul etmesi çok güç şeyler var hayatta. Kabul ediyor olmamız olanların artık bizi üzmediği anlamına da gelmez. Sevilen kişinin kaybı üzücüdür ve üzücü olmaya da devam edecektir ancak sevilenin artık öldüğü gerçeğine karşı verdiğimiz mücadelenin artık sona erdiği anlamına gelebilir. Kabul hayatımız tamamen değiştiğini söyler ve değişime açık olmak iyileşmeye de açar bizi. Belki de kayıplarımızla dünyaya ve hayatımıza yeniden bakacağız. Önceliklerimizin değişmesi gerektiğini fark edeceğiz. Zikredilen aşamalar sıralı değildir sadece ortak insanlık deneyiminin parçalarıdır. Bazen hiç beklemediğiniz bir anda yas gelir ve bizi ziyaret de edebilir. Bir yanıyla yas sevmenin bedeli gibidir. Sevmek ve sevilmek de en büyük lütuftur.

@klpskrabiayavuz,

@klinikpsikolograbiayavuz