Seçilmiş Cumhurbaşkanı konuşur mu?

Av. Murat Çiçek / Avukat - Batman Barosu
14.02.2015

Doğrudan halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanının mevcut yetkilerini sınırsızca kullanmak isteyeceğine ve seçim boyunca halkına anlattığı konularda siyaset üreteceğine dair tahminde bulunmak zor değil. Halk seçimiyle birlikte suya sabuna dokunmayan, mevcut ideolojik devlet düzeninin bekçisi konumunda olup, ülkesine ve halkına dair söyleyecek hiçbir sözü olmayan Cumhurbaşkanlığı sistemi artık tarihe karışmıştır.


Seçilmiş Cumhurbaşkanı konuşur mu?
Cumhuriyet tarihinin büyük bir kısmını darbeler, OHAL ve sıkıyönetim gibi istisnai rejimlerle geçiren Türkiye siyaseti, AK Parti ile birlikte yeni bir siyasal kültürle tanışıyor. 2002 yılından bu yana aralıksız tek başına devam eden AK Parti iktidarı Türkiye’ye yeni bir siyaset kültürü ve istikrar kazandırdı ancak tozpembe geçmedi. En başta askeri vesayet olmak üzere, askeri vesayet ve egemen dünya güçlerinin yönlendirmelerinden beslenen bürokratik oligarşi, AK Parti iktidarı ile çok uğraştı. Kimi zaman ordunun darbe tehditleri, kimi zaman dışsal tehditlerle, kimi zaman da alevlendirilen sokak hareketleriyle temerküz eden tüm girişimler halkın duvarından döndü. Eski düzende çok sık seçimler yaşayan ve seçimlerin bir şekilde istikrar kuşkusu ve ekonomik daralmalar getirdiği Türkiye, belki de ilk kez sık seçim yaşamanın avantajlarını yaşadı. Her seçim, her darbe girişimine karşı halkın tutumunu ortaya koydu ve Türkiye yerleşen siyasal istikrarı ile birlikte dünya sırlamasında hak etmediği o geri konumlardan uzaklaşarak, güçlü bir Dünya devleti olma yolunda hızla ilerlemeye başladı. 
 
Muhalefetin hastalığı 
 
Tüm bu siyasal dönüşümleri yaşayan ve yöneten AK Parti kadrolarının on iki yıllık siyasal iktidar deneyimlerini ve sahip oldukları bu deneyimler ışığında öngördükleri yeni siyasal düzeni anlamakta zorlanan ya da anlamak istemeyen bir muhalefet pratiği yaşıyoruz. 
 
Kamuoyu ve muhalefet şunu unutuyor. Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de siyasetin elitlerinden farklı olarak siyasete derin yapıların tavsiyesi ile ya da kasetlerle atılmadı. Kendisi siyasetin en alt kademelerinden gelip en zirvesine kadar yaşayarak ve emek vererek yerleşen bir siyasetçidir. Bir bütün olarak Türkiye siyasetinin olumlu ve olumsuz her yanına vakıftır. Siyasi hayatı boyunca halktan hiçbir zaman kopmamış ve halkıyla olan duygu bütünlüğünü her zaman muhafaza etmiştir. Siyasetin bütün kademelerini yaşayıp 12 yıl boyunca kesintisiz Başbakanlık yapan Erdoğan, aynı zamanda devlet adamlığı boyutuyla birçok darbe girişimine uğramış; askeriyle, bürokrasisiyle, deriniyle, paraleliyle, yargısıyla ve tüm anayasal kurumlarıyla Türkiye’deki cari devlet sistemi ve sistemin arızalarını en iyi bilen kişidir. 
 
Büyük bir siyasi tecrübe
 
Yine, yıllar süren devlet yönetimi ve devlet adamlığı deneyimleri boyunca binlerce devlet adamı ağırlayan, ülkeleri karış karış gezen, onlarca devlet başkanları eskitip cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş ticari anlaşmalara imza atan Erdoğan, dünyadaki devlet sistemleri ile Türkiye’deki devlet sistemini karşılaştırmalı olarak analiz edebilecek en deneyimli siyasetçi ve devlet adamıdır.
 
Türkiye’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tüm bu deneyimlerinden hareketle Türkiye’nin daha iyi noktalara, daha hızlı ulaşması için yeni bir sistem öngörüp öneriyorsa ve bunu tartışmaya açıyorsa burada biraz düşünmek gerekir. Koca bir deneyim gerçekliğini görmezden gelip “tek adam ya da “diktatör” yakıştırmalarıyla geçiştirmek haksızlıktır. 
 
Noterlik makamı değil 
 
Türkiye siyaseti, basını, sivil toplumu ve tüm kamuoyuyla aslında Erdoğan’ı daha çok konuşturmalıdır. Siyaset ve devlet adamlığı deneyimlerini ve devlet yönetimi sistemi olarak neden değişiklik istediğini daha geniş örneklerle anlatmasını istemeli, tecrübesinden istifade etmelidir. 
 
Tecrübe hatıra düzeyinde ele alındığında ya da emeklilikten sonra paylaşılan bir olgu olarak görüldüğünde az şey ifade eder. Tecrübe bir enerjiye ve yenilenmeye dönüştüğünde ise çok daha anlamlı ve kazanımlı olur. 
Seçim kampanyası yürüten ve yürüttüğü kampanyanın doğası gereği vaatlerde bulunan, talipli olduğu makama ulaşmak için siyaset yapan, cumhurbaşkanlığının seçim sistemi gereği her halde iktidardan daha çok oy alarak seçilen, seçim için bağış toplayabilen ve bu doğrultuda seçilen bir cumhurbaşkanının yürütme açısından eski sisteme göre daha da güçleneceği ve ülke siyasetine de yön vereceği kuşkusuzdur.
 
Bir başka deyişle, doğrudan doğruya halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanının mevcut yetkilerini sınırsızca kullanmak isteyeceğine ve seçim boyunca halkına anlattığı konularda siyaset üreteceğine dair tahminde bulunmak zor değil. 
 
Seçimler ve çözüm süreci 
 
Halk seçimiyle birlikte suya sabuna dokunmayan, mevcut ideolojik devlet düzeninin bekçisi konumunda olup, ülkesine ve halkına dair söyleyecek hiçbir sözü olmayan Cumhurbaşkanlığı sistemi artık tarihe karışmıştır. Bu olgular karşısında aslında kendi içinde çelişkili duruma düşen mevcut anayasanın bir paradigma değişikliğine ihtiyacı var. Cumhurbaşkanını sorumlu kılacak, üzerindeki yargısal ve parlamento denetimlerini daha da etkinleştirecek ve bunun karşılığında aslında yarı başkanlığa yakın olarak nitelendirilen mevcut cumhurbaşkanlığı kurumunun daha farklı bir sisteme evirilerek devlet başkanlığı temsiliyetine ve yetkilerine dönüştürecek yeni bir sistem şarttır.  
 
Polemik yerine çözüm
 
2015 seçimlerinin en büyük gündemi Türkiye’deki Çözüm Süreci’ne ve merkez çevre ilişkisine taalluk edecek yeni bir Anayasa olacaktır. Devleti inşa eden kurumların demokratikleştirilmesi, sistem değişikliği ve ileri hedeflere ulaşmak için özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir anayasa şarttır. 
 
Çözüm Süreci ise bir yönüyle Türkiye siyasetinin prangalarını kırması ve özgürleşmesi anlamına geliyor. Türkiye’de siyasetin normalleşmesi demek, siyaset kurumunun kendi enerjisini polemikten çok, üreten bir yapıya dönüştürmesini sağlayacaktır. Bu sayede birçok getirisinin yanı sıra Çözüm Süreci, Türkiye’deki rahatlamanın vereceği enerjiyle yepyeni bir Türkiye’ye kapı aralayacaktır. 
 
Son olarak, yeni anayasa ile birlikte demokratik ve çoğulcu bir düzen geldikten sonra devleti iki başlı ve bürokratik bir sistemden kurtarıp, devlet başkanlığı sistemine geçiş yapmak, “tek adamlık düzeni” değildir. 
 
Burada önemli olan şey, vazedilen yeni sistemin işleyiş pratiği ve demokratikliğidir. 
 
Türkiye kamuoyu kişiler yerine sistemleri tartışırsa, ülke adına daha hayırlı kapılar açılacağı kuşkusuzdur.