Seçim sistemi değişmeli mi?

Dr. Ergun Özbudun - İstanbul Şehir Üniversitesi
5.10.2013

Demokratikleşme Paketi’nde seçim sistemine ilişkin olarak üç alternatif sunulmaktadır. Alternatiflerden biri olan, yüzde 10’luk ülke barajının muhafaza edilmesi ihtimali düşük görünmektedir. MGK rejiminin bir kalıntısı olan yüzde 10’luk baraj uzun zamandır tartışma ve şikayet konusuydu. Birçok Avrupa ülkesinde ülke barajı mevcut olmakla beraber, bu hiçbir ülkede yüzde 5’in üzerinde değildir.


Seçim sistemi  değişmeli mi?

Türkiye’deki yüzde 10’luk barajın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 1 numaralı Protokolünün 3’üncü maddesine aykırı olup olmadığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde de dâva konusu olmuştur. AİHM, 31 Kasım 2007 tarihli Yumak ve Sadak kararında, AİHS’nin ihlal edilmiş olmadığı sonucuna varmakla birlikte, Türkiye’deki barajın aşırılığına ve Avrupa’daki en yüksek baraj olduğuna işaret etmiştir. Dolayısıyla ülke barajının mevcut şekliyle korunması, üç alternatif arasında en düşük olasılık olarak görünmektedir. Uzun süre yüzde 10’luk barajın indirilmesine taraftar olmamış bulunan AK Parti’nin diğer iki alternatifi gündeme getirmiş olması, bu konuda bir değişiklik ihtimalini güçlendirmektedir. 

Başbakan’ın işaret ettiği ikinci alternatif, ülke barajının tamamen kaldırılarak “dar bölge” seçim sisteminin kabulüdür. Dünya literatüründe adı “tek-isimli çoğunluk sistemi” (single-member constituency plurality system) olarak bilinen bu sistem, Türkiye’de nedense “dar bölge” gibi anlamsız bir adla ifade edilmektedir. “Dar”lığın ölçüsü nedir? Bir seçim çevresi ne zaman dar sayılacaktır? Aynı şekilde, “daraltılmış bölge” deyimi de anlamsız bir adlandırmadır. Bir seçim çevresi, kaç milletvekili çıkardığı zaman “daraltılmış” sayılacaktır? Üç mü, beş mi, altı mı, vs? Her halükârda burada kastedilenin, ABD, İngiltere ve onlardan esinlenen bazı ülkelerde uygulanan “tek-isimli çoğunluk sistemi” olduğu açıktır. Bu sistemin de, tek-turlu basit çoğunluk ve mesela Fransa’da uygulanan iki-turlu basit veya mutlak çoğunluk sistemi olmak üzere, iki alt türü mevcuttur. 

Bu sistemin kabulü de, zayıf bir olasılık gibi görünmektedir. Herşeyden önce, 1961 yılından bu yana, Türkiye’de bütün seçimler, nisbî temsilin şu veya bu versiyonu ile yapılmıştır. Çoğunluk sistemine geçilmesi, bu gelenekte çok radikal bir değişiklik olacaktır. İkincisi, tek-isimli çoğunluk sistemi, doğası gereği olarak, temsilde adalet ya da orantılılık ilkesinden en uzak olan sistemdir. Sistemin temel özelliği, birinci ve ikinci konumda olan partilerin büyük oranda artık-temsili, üçüncü ve daha zayıf partilerin ise neticede tasfiyelerine yol açabilecek derecede eksik-temsilidir. 

Maurice Duverger’nin klasik formülasyonunda belirttiği gibi, bu seçim sistemi, zaman içinde küçük partileri tasfiye ederek bir iki-parti sistemine yol açma eğilimindedir. Başka bir ifadeyle, tek-isimli basit çoğunluk sistemi, halen yürürlükte olan ve haklı olarak eleştirilen yüzde 10 barajlı nisbî temsil sisteminden dahi daha adaletsiz sonuçlar verebilir. Bu eğilimin tek istisnası, küçük partilerin, ülkenin belli bölgelerinde güçlü bölgesel partiler olmaları durumudur. Bu durumda sistem, onların tasfiyesine yol açmaz, hattâ onlara artık-temsil bile sağlayabilir. Dolayısıyla Türkiye’de böyle bir sistemin kabulü, elbette iki büyük partinin yararına olmakla birlikte, BDP’nin zararına bir sonuç doğurmayabilir. Tek-isimli basit çoğunluk sistemine yöneltilen diğer itirazlar, özellikle az gelişmiş bölgelerde patron-yanaşma (kliyantelist) ilişkilerine dayanan oy verme eğilimlerinin ön plana çıkması; mezhep, tarikat, etnik grup ayrılıklarının keskinleşmesi; milletvekillerinin iş takipçiliğine yönelmesi; parlâmentoda yerel sorunların, ülke sorunlarının önüne geçmesi;  Türkiye gibi hızlı nüfus artışı ve büyük çapta iç göç olgusunun yaşandığı bir ülkede hemen her seçimden önce seçim çevrelerinin yeniden belirlenmesi zorunluluğu gibi hususlardır. Bunların yanında, seçilmelerini, parti liderinin veya parti merkez organının teveccühünden çok, yerel popülaritelerine borçlu olacak milletvekillerinin parti disiplinine daha az riayet edecekleri düşünülebilir. Bazılarınca sistemin en büyük erdemi olarak gösterilen bu olgu, parlâmentoda oy verme disiplinini zorunlu olarak zayıflatacağından, bunun demokrasimiz açısından olumlu mu, olumsuz mu sonuçlar doğuracağı üzerinde ciddî olarak düşünülmelidir. Sonuç olarak, mahdut çevreler hariç, Türkiye’de şimdiye kadar pek fazla taraftar bulamamış olan bu sistemin kabulü de, düşük bir olasılık olarak görünmektedir. 

Bu iki alternatif bir yana bırakıldığı takdirde, gerçekleşme şansı en fazla olan alternatif, ülke barajının yüzde beşe indirilip, seçim çevrelerinin, meselâ en çok beş milletvekili çıkaracak şekilde daraltılmasıdır. Ülke barajının Avrupa’da emsalleri bulunan yüzde beş düzeyine indirilmesi, Türkiye’yi Avrupa’nın en yüksek ülke barajına sahip olma eleştirisinden kurtaracaktır. Gerçekten, yüzde 10’luk baraj, seçmen desteği belli bölgelerde yoğunlaşmış partiler, Türkiye özelinde de Kürt partileri açısından son derece adaletsiz bir durum yaratmaktadır. Meselâ 2002 milletvekili seçimlerinde DEHAP, Diyarbakır’da yüzde 56 oyla hiç milletvekili çıkaramamış, AK Parti yüzde 16 oyla 8, CHP yüzde 5.9 oyla iki milletvekili çıkarmıştır. Hakkari’de DEHAP yüzde 45 oyla hiç milletvekili çıkaramamış, CHP yüzde 8’le bir, AK Parti yüzde 7 ile bir milletvekilliği elde etmiştir. Batman’da DEHAP’ın yüzde 47 oyla hiç milletvekilliği kazanamamasına karşılık, AK Parti yüzde 20.9 oyla üç, CHP yüzde 7 oyla bir milletvekilliği kazanmıştır. Şırnak’ta DEHAP’ın yüzde 46 oyu hiç milletvekilliği kazandıramazken, AK Parti yüzde 14’le iki, CHP yüzde 4.7 ile bir milletvekilliği çıkarmıştır. 2007 ve 2011 seçimlerinde Kürt partileri, bağımsız adayları desteklemek suretiyle bu engeli aşabilmişlerse de, bunun o partiler açısından büyük pratik güçlüklere ve muhtemelen eksik-temsile yol açtığı bir gerçektir. Çözüm süreci ile silahlı mücadelenin yerini sivil ve demokratik siyasal mücadelenin alması amaçlanırken, sivil siyaset kanallarının bu şeklide tıkanması, izahı güç bir çelişkidir. Yüzde 5’lik bir ülke barajının, Kürt siyasal partileri bakımından bir engel oluşturması ihtimali çok zayıftır. 2002 seçimlerinde DEHAP yüzde 6.2, 2007 seçimlerinde bağımsızlar yüzde 5.2, 2011 seçimlerinde bağımsızlar yüzde 6.7 oy elde etmişlerdir. Çözüm sürecinin, BDP’nin oy desteğini arttırmış olduğu da düşünülebilir. Ancak BDP çevrelerinde yüzde 5’lik barajın, hâlâ ciddi bir engel oluşturacağı yolunda endişeler varsa, Almanya’dakine benzer bir hüküm kabul edilerek sisteme belli bir esneklik kazandırılabilir. Bu ülkede bir parti en az üç tek-isimli seçim çevresinde seçimi kazandığı takdirde, yüzde 5’lik ülke barajının uygulanmasından kurtulmaktadır. Türkiye’de de, belli sayıda seçim çevresinde milletvekili çıkarabilmiş olan partilere yüzde 5’lik ülke barajının uygulanmaması yolunda bir düzenleme kabul edilebilir. 

Bu alternatifin ikinci ayağı, seçim çevrelerinin beşer milletvekili çıkaracak biçimde daraltılmasıdır. Tek başına böyle bir değişikliğin, temsilde adalete hizmet edecek değil, ondan büsbütün uzaklaştıracak bir adım olacağında kuşku yoktur. Çünkü seçim çevrelerinin büyüklüğü ile, seçim sisteminin orantılılığı (partilerin oy oranları ile parlâmentoda temsil oranlarının birbirine yakınlığı) arasında açık bir ilişki vardır. Bir seçim çevresinin çıkaracağı milletvekili sayısı azaldıkça, seçim çevresi barajı yükseleceğinden, küçük partilerin bu barajı aşmaları güçleşecek, bu da büyük partilere önemli bir avantaj sağlayacaktır. Seçim kanunu ayrıca bir seçim çevresi barajı öngörmese bile, halen uygulanmakta olan D’Hondt sisteminin kendi içinde böyle bir barajı barındırdığı bilinmektedir. Seçim çevrelerinin meselâ beşer milletvekili çıkaracak şekilde daraltılması, seçmen desteği belli bölgelerde yoğunlaşmış partileri (Türkiye örneğinde BDP) olumsuz etkilemeyecek, fakat oyları ülke düzeyinde nisbeten homojen biçimde dağılmış olan küçük partileri (Türkiye örneğinde MHP) olumsuz etkileyecektir. Nitekim Profesör Seyfettin Gürsel’in ülke barajını sıfır farzederek hazırladığı, ancak yüzde 5’lik barajın bu sonuçları fazla etkilemeyeceğini belirttiği simülasyon modeline göre, böyle bir değişiklikte MHP’nin milletvekili sayısı düşecek (61’den 44’e), AK Parti, CHP ve BDP’nin milletvekili oranlarında önemli bir değişiklik olmayacaktır (www.radikal.com.tr/politika/degisiklik -en-cok-mhpyi-vuracak-1153227). Seçim çevrelerinin daraltılmasının sık sık dile getirilen bir avantajı, seçmenlerin milletvekillerini daha yakından tanıma ve onlarla daha iyi etkileşme imkânlarını bulabilmesidir. Gerçekten, yürürlükteki sistemde seçim çevrelerinin en çok 18 milletvekili çıkaracak genişlikte olması, bu etkileşimi hayli sınırlı kılmaktadır. Öte yandan böyle bir sistemde, tek-isim usulünün yukarıda değinilen sakıncalarının aynı derecede güçlü olmayacağı tahmin edilebilir. 

Bu öneride açık olmayan nokta, bütün seçim çevrelerinin beşer milletvekili çıkaracak şekilde eşitleneceği mi, yoksa beş rakamının bir çevrenin çıkarabileceği azamî milletvekili sayısı olarak kabul edilip, o sayının altında milletvekili çıkaracak illerin seçim çevresi olma vasfının korunup korunmayacağıdır. Birinci durumda, beşten az milletvekili çıkaran illerin başka seçim çevreleriyle birleştirilmesi zorunluluğu ortaya çıkacaktır. İkinci belirsiz nokta da, beşer milletvekili çıkaracak seçim çevrelerinin sınırlarının kimin tarafından ve nasıl belirleneceğidir. Bu işlemin siyasi organlarca yapılması halinde, seçim çevrelerinin belli bir partiye avantaj sağlayacak şekilde belirlenmesi (gerrymandering) gibi çok ciddi bir sakınca ortaya çıkacaktır. Bu alternatif üzerinde karar kılındığı takdirde söz konusu işlemin, Yüksek Seçim Kurulu gibi tarafsız bir organ tarafından yapılması gerekir. 

Son olarak, seçim sistemi ile doğrudan doğruya ilişkili olmamakla birlikte, siyasi partilere devlet yardımında yüzde 7 olan mevcut oy oranı sınırının yüzde 3’e çekilmesi, Türkçe dışındaki dillerde siyasi propaganda yapma yasağının kaldırılması, seçim sürecinin demokratikleştirilmesi açısından olumlu adımlar olacaktır.

[email protected]