Seçim, tercih ve taraf olmak

Dr. Yegane Yiğit / Yazar
13.01.2023

Seçim ve tercih bireysel eylemlerimizin ürünü olarak ortaya çıkar ve hayatımızı etkilemenin yanı sıra sonuçları da bir yükümlülük olarak bizi takip eden süreçleri kapsar. Karar alma sürecinin sonuncu aşaması olarak nitelendireceğimiz "taraf olmak" ise toplumsal boyutlar doğurur ve çoklukla bizim yakın, uzak ve kamusal çevredeki konumumuzu belirlemede etkili olur.


Seçim, tercih ve taraf olmak

İnsan seçimleriyle, tercihleriyle ve taraf oluşlarıyla kendi çizgisine açıklık kazandırır. Bir seçenekler dünyasıyla karşı karşıyayızdır ve hayat her zaman bizden net bir tercihte bulunmamızı zorunlu kılar. Önümüze sunulanlar seçimi, farklılıklar tercihi ve ayrışmalar ise taraf olmamızı sağlar. Bu etkenler doğrultusunda ileri sürülen öneriler ilk aşamada bizlerden karar kılma noktasında tavır, tutum ve duruş beklentilerini ortaya çıkarır, bir sonraki süreç ise artık bireysel, çevresel ve toplumsal düzeyde oluşan belirli kalıplar şeklinde ilerleme sağlar.

Seçim ve tercih bireysel eylemlerimizin ürünü olarak ortaya çıkar ve hayatımızı etkilemenin yanı sıra sonuçları da bir yükümlülük olarak bizi takip eden süreçleri kapsar. Karar alma sürecinin sonuncu aşaması olarak nitelendireceğimiz "taraf olmak" ise toplumsal boyutlar doğurur ve çoklukla bizim yakın, uzak ve kamusal çevredeki konumumuzu belirlemede etkili olur. Nitekim karar alma süreci bir sonraki aşamada kaçınılmaz bir şekilde bizi toplumsal alana kaydırır ve bu evredeki yansımalar artık çok boyutlu bir şekilde cereyan etmeye başlar.

Uyarıcı çağrışımlar

Bireysel temelde seçim ve tercihlerimizi etkileyici unsurlar da çeşitli kaynaklardan beslenir. Bilgi (bilimsellik), deneyim, ahlak, sabite (ölçüler, kriterler), çıkar, beklenti korku, yönlendirme ve manipülasyon gibi maddi ve manevi etkenler ve değerler devreye girerek karar alma aşamasında bizlere tetikleyici ve uyarıcı çağrışımlarda bulunur. Maddi/manevi, rasyonel/duygusal hareketlilikler karar alma aşamamıza paralel bir şekilde eşlik eder ve mesafe almamızı sağlar.

Çoklukla somut verilere dayandırılarak bilimsel düzeyde ele alınan değerlendirmeler, bakış açımıza rasyonel boyut kazandırarak konuyla ilgili olarak bizi mantıksal ve matematiksel bir fikir üretme noktasında tetikler, duygusal ve soyut olandan uzaklaşmamıza vesile olur. Buna karşın deneyimlerimiz ise bizi geçmiş ve mevcut hafızayla buluşturur ve ileriye yönelik kararlarımızı duygusal ve manevi dürtülerle de gözden geçirmemize fırsat verir. Yaşanmışlıklar maddi ve manevi yönüyle gün yüzüne çıkar ve sonuçta dikkatle sahiplendiğimiz rasyonelliğe duygusallığımız da eklenerek önümüzdeki seçim ve tercih süreci yönetilmeye çalışılır.

Kutsal ve etik

Kabul, tatbik, anlama ve kavrama noktasında çeşitlilik arz eden, aynı zamanda geniş bir yelpazeye de sahip olan tercihlerimiz, bireysel ve toplumsal düzeyde farklı şekillerde önümüze çıkarak bağlayıcılık üreten "özel", "mahrem", "dokunulmaz" ve "kutsal" algılar eşliğinde karar alma süreçlerimizi etkileyen ahlak ve etik anlayışını da devreye sokar. Belirli kriterler, kıstas ve ölçütlerle iç dünyamızda konuşlanana bu ögeler nihayetinde karar mekanizmalarımızı etkiler. Kimilerine göre dini boyutuyla sadece "kutsal", kimilerine göre ise "ahlak" ve "etik", içgüdüsel bir şekilde savunma ve yaşatma reflekslerimizle geliştirdiğimiz kanaatlerimizi karara dönüştürmede kendi başına muktedir olur.

Öte yandan gündelik hayattaki ilke, prensip ve ideallerimizin öncelikleri arasında yer alan ve çok kere değişime kapalı olarak tuttuğumuz sabiteler ve bu sabiteleri belirleyen ölçü ve sınırlar da bizi birbirimizden farklı kılan özgüllüğümüzün netleşmesine yardım eder. Ne var ki öncelikler konusundaki kararlılıklarımız bizi geleceğe yönelik belirli kaygı ve beklentiler konusunda uyarırken aynı özellikler bir yandan da bizi etkileyen çıkar ilişkileriyle karşı karşıya getirir. Bu doğrultuda yaşanan karar süreçleri belirli taviz ve esnemelerle kendisini gerçekleştirmenin yanı sıra bu ilgi ve yönelimlerin ne ölçüde sürdürülebileceği noktasındaki istikrar beklentisiyle de çekince ve korkularımızı harekete geçirir. Dolayısıyla seçim ve tercih süreçleri çeşitlilik ve çelişkisellik nedeniyle insanın iç dünyasında kargaşaya sebebiyet verebileceği gibi onu dış manipülasyonlara karşı da direnç bağlamında zayıf kılacaktır.

Dış etkenler, ani gelişmeler

Dış etkenler, doğal ve yapay kaynaklar aracılığıyla bizim zihnimizi meşgul eden ve bazen de yorgun düşmemize sebep olan uyarıcı ve yönlendirici yöntemlerle kesintisiz bir faaliyet içinde etkinliğini sürdürmede kararlılık gösterir. Yakın ve uzak çevremizde, bireysel ve kamusal alanlarda süregelen değişiklikler, iniş ve çıkışlar takip edilmesi çoğu zaman oldukça güç olan "ani" gelişmeler tercih konusunda bizi zorlu yokuşlara sürmekte ve kafa karışıklığına neden olan sorular yumağıyla baş başa bırakmaktadır. Algıların daha açık ve keskin olduğu bu dönemlerde gereksiz en ufak ayrıntının bile etkileme gücü yüksek bulunmaktadır. Böylece maddi, manevi, rasyonel, duygusal, içgüdüsel ve dış etkenlerin uyarıcı unsurlarıyla gerçekleştirdiğimiz elemeler sonucu çeşitlilikler arasından seçimlerimizi ve geriye kalan farklılıklar içerisinden de tercihlerimizi yaparak karar alma sürecindeki bireysel aşamayı tamamlamamız mümkün bir hale gelir. Ne var ki bu bağlamdaki kararlılığımız bizi bu sınırlar içinde sabit tutmaya da yeterli olmayacaktır. Sürecin sonraki aşamalarında onaylanma, anlaşılma, aidiyet, bağlılık, yasallılık, meşruiyet gibi ihtiyaç ve beklentiler bizi kararın kabullenişine destek zemini oluşturmaya sevk etmektedir. Bu süreç, aynı subjektif düşüncelere sahip olanlarla daha geniş alanlarda bütünleşme isteği doğurmakta, kümeler şeklinde oluşan grupların düşünsel eylemleri belli bir ideolojik zemine oturtulmaktadır. Söz konusu gelişim kimi zaman kalıplaşma evresine girerek, farklı düşüncelerle kendi arasına duvarlar örmeye başlar. Hızlı akan zaman dilimlerinde oluşan ayrışmalar mesafeyi açarak hem "taraf"ı belli eder, hem de "taraftarı" birbirine bağlayacak güçlü maddi ve manevi ilke ve değerler üretir.

Her şey bizim, bize ait

Böylece çizgiler netleşir ve belirginleşir; oluşan kalıpların duvarları ise bazen şaşırtıcı bir şekilde artık aşınılması güç olan bir zemine oturtulur. Belirlenen "taraftarlık" sorumlulukların yanı sıra kazandırdığı artı ve eksileriyle de hayatımıza yön veren birer kılavuz şeklinde yaşam biçimimizi etkilemeye devam eder. Öyle ki bazen "kalıp", bazen "kemik" kimi zaman da "çizgi" olarak nitelendirebileceğimiz bu kavramların aslında tümüyle bizim tercihlerimizin birer sonucu ve ürünü olduğu gerçeği de araya giren zaman ve mesafenin etkisiyle çoklukla unutulur. Nereden? Nasıl? Ne zaman? gibi sorulardan bizi olabildiğince uzaklaştırır. Oysa her şey bizimdir, bize aittir. Çıkış noktası olarak bireysel tercihlerimiz objektif bir niteliğe bürünerek bizlere geri dönüş sağlamaya devam eder. Artık işlenmiş ve üzerinde durulmuş tercihlerimiz kimi zaman beklentilerimizle birebir örtüşür kimi zaman da kaygılarımızı tetikleyerek bizi sarsmaya kararlı olur. Ancak ayrıntılara inmeden tümüyle kendimizi kaptırdığımız zaman bütün bu tercihler dünyasıyla kurduğumuz aidiyet bağı korunmaya devam eder. Öyle ki bu bağ aynı zamanda bir rol, bir statü ve konumumuzu da açık eden maddi bir etken olarak hayatımızda önemli yer edinir ve sahici bir kimlik bildirimine dönüşür.

Düşünce tarzları üretirken mevcut sınırlar arasındaki esnekliği artıracak olanakları da gözden geçirmek bizi taraf olmanın yanı sıra subjektif karar alma aşamasının çok daha üstünde yer alan yeni ve başka diğer süreçlerle de buluşturur. Sınırlar arası geçişlerde bildik ana kalıbın belirlediği ilkelerle sabitlenerek desteklenir. Sübjektiflik yerini objektifliğe, kuşatıcılık ise konumunu ayrıştırıcı ideolojik kesinlik ve bölünmelere bırakır. Bu durum bizi, geçmişle gelecek arasındaki tercihlerimizi belirli sınırlar içerisinde değerlendirmeye tabi tutmaya zorlar.

Öyle ki "taraftar"ı "taraf"ı olduğu alanın bugünü değil geçmişi de bağlamaya başlar; geleceğe yönelik seçim ve tercih süreçleri de geçmişten süzülüp gelen ancak güncelle özdeşleşme yolları arayan eğilimler eşliğinde kendini gerçekleştirme çabasıyla hareket eder. Dolayısıyla kalıpların kimi zaman form ve şekil olarak gerçekleştirdiği dönüşümler aslında onların anlam olarak da değişikliğe uğradığı gerçeğini doğurmaz. Aslında "çizgi", edindiği ilkeler çerçevesinde her zaman olduğu gibi aynı mecrasında ilerleme sağlamaya devam eder. Fakat "değişkenliği" bize hissettiren asıl etken ise "çizgi"nin üzerinde mesafe kat etmeye çalıştığı yolların çoğu zaman engebeli oluşunu yansıtmasıdır. Bu gibi yanıltıcı uyarıcılar da çoğunlukla bizi farklı heves ve düşüncelere sevk etmekte, seçim ve tercihlerimizi de manipüle etme noktasında önemli etkenler olarak öne çıkmaktadır.