Seçmen aklı nasıl çalışır?

Samet Günek/Yazar
13.04.2014

Seçmen romantik bir aşığa benzer. Her zaman vaatlere kanma eğilimindedir. Bununla birlikte vaadin gerisindeki rasyonaliteyi algılayabilecek yetilere de sahiptir. Sahte bir umudu içselleştirmez, rasyonel bir geleceğe itibar eder.


Seçmen aklı nasıl çalışır?

Halk iradesinin tecellisi olarak seçim, demokrasinin en asli unsurudur. Türkiye’de seçmen bir kez daha bu tecellinin yalnızca kendi açısından iyi olanı seçme iradesinin ötesinde anlamlar barındırdığı bir seçim sürecinden geçti. Yerel seçim öncesi her şey çok karmaşık görünüyordu. Fakat 31 Mart sabahı tablo netleşmeye başladı. O asli unsur, gerçek aktör,  sarsılmaz mekanizma bir kez daha iradesini ortaya koydu.   

Propaganda ve siyasal akıl 

Oysaki kullanılan yöntem ve oluşturulan ittifaklar o kadar yeni ve farklıydı ki,  bu aklın bir şekilde galip geleceği öngörülüyordu. Bu siyasal akıl, temel stratejisini diğer bütün alanları da kapsayacak şekilde bir siyasal iletişim stratejisine ve retoriğe dayandırdı. Bu stratejinin üçayağı vardı. Bir, siyasal ve bürokratik zeminde yürüyen tahkim ve mübadeleye dönük adımlar. İki,  her türlü propaganda imkânının kullanıldığı retoriğe ve iknaya dayalı siber savaş. Üç, bu iki durumun ortaya çıkardığı sonucun yönetilmesi ve geleceğe yatırım. Bu ortalama bir vatandaşın rasyonel düşünme yetisini ıskalayan sanal bir stratejiydi bundan dolayı da işe yaramadı. Sanaldı çünkü kendi sosyolojik ve siyasal gerçekliğini sanal ağlar üzerinden oluşturulan ikircikli ve tepkisel bir söylemle inşa etmeye yöneldi. Halkın ekseriyetinin düşünceleri, tecrübeleri ve beklentileriyle bir ilgisi yoktu yada bu referansı yakalayamadı ve ekseni kaydırdı.  Kısaca vatandaş Mehmet’i anlamadı. 

Halkın basiretine sığınmak 

Nedir “vatandaş Mehmet’in”  sosyal ağlar ve medya ile yönlendirilemeyen, etki altına alınamayan iradesi, nasıl işler?  Kısaca halk iradesi olarak ifade ettiğimiz bu mekanizma karmaşık ve derin bir akıldır. Bu yüzden zor zamanlarda ‘halkın basiretine’ sığınılır. Bu kolay kolay manipüle edilemeyen, dışarıdan müdahalenin kısıtlı olduğu kendine has içsel bir mekanizmadır. Bu bir sağduyu ve vicdan mekanizmasıdır.  Seçmen,  sandıkta kümülatif bir siyasal akla oy vermektedir. Bu kümülatif akıl Türkiye için liberal ve muhafazakar değerlerin, demokrasinin, kalkınma ve adaletin oluşturduğu bir bileşke olarak tanımlanabilir.  Parti kadrosu, program ve söylemleri bu kümülatif yapının üzerini örten ikincil ve göstergesel değerler olmakla birlikte sistemin taşıyıcı unsurlarıdırlar da aynı zamanda. Bu bağlamda seçmen basireti siyasal bir analiz ve toplumsal öngörüler bütününe işaret etmektedir.  Geçmiş tecrübeleri, bugünü ve yarının olası gündemini mecz ederek bir karara varır. İktidara talip partinin en fazla sorun çözme ve sistem inşa etme kapasitesine oy verilir. Seçmen büyük rüyaları, vaatleri sever ama popülist söylemlerden kaçınır.  Peki, kendine has bir işletim sistemine sahip bu rasyonel akıl bir şekilde etki altına alınıp,  yönlendirilebilir mi? Propagandalarla, siyasal iletişim maharetiyle, popüler kültürle bu irade etki altına alınabilir mi?  Bu sorular önemli zira önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler olmak üzere iki önemli seçim var. Bu iki seçim için iktidar mücadelesine girişen tali unsurların sosyolojik ve siyasal bir birikimi olmadığı için yine aynı sanal stratejiye dayanabilirler. Bu strateji karşıtlıkta birleşme, muhalefetin gücü, sokak romantizmi, haberleşme ve internet özgürlükleri üzerinden yürüyor ve popüler kültür ürünleriyle yeniden üretilerek ‘uzay çağı çocuklarını’ tatmin ediyor.   

Siyasal iletişimin mahareti 

Marshall McLuhan reklamı 20. yüzyılın en büyük sanatı olarak tarif etmektedir. Yirminci yüzyılın bu en büyük sanatı, kişiyi aşıp kitlelere yönelen bir sanattır. Halk için olmasa dahi tamamen halka ve kitlelere yönelik bir sanat. Reklam sanatının halk üzerindeki dayatmacı etkisini siyasal iletişim bağlamında Pablo Larrain Şili yapımı NO filmiyle çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Şili’nin siyasal ve toplumsal tarihi üzerinden siyasal iletişimin bir milletin kaderi üzerinde oynadığı role işaret etmektedir. 1973 yılında bir darbeyle yönetimi ele geçiren General Pinochet, Şili’yi 1988 yılına kadar resmen, 1998 yılına kadar ise de facto olarak baskı ve korkuyla yönetir. 1988’de uluslararası baskılar sonucunda başkanlık sürecine dair bir halk oylamasına gitmek zorunda kalır. Ülke, Pinochet iktidarının sekiz yıl daha uzatmasına  ‘evet’  veya   ‘hayır’ oyu verecektir.  Seçim sürecinde Pinochet karşıtı 16 siyasi partinin oluşturduğu sol koalisyon genç, girişken ve kapitalist değerlerleri özümsemiş reklamcı René Saavedra’yı (Gael Garcia Bernal) NO kampanyalarının başına geçmesi için ikna eder. Reklamcı seçmeni etkilemek için sıra dışı bir seçim kampanyasıyla halkın karşısına çıkacaktır. Reklam kampanyasıyla ‘başka bir dünyanın da mümkün olduğunu’ insanlara göstermek ister. 

Bu bağlamda ilk iş hedef kitlenin beklenti ve psikolojisini analiz etmektir. Kampanyanın hedef kitlesini gençler ve ortalama seçmen profili oluşturmaktadır. Zira kapitalist reklamcıya göre: “Seçim zamanı seçmenler kendilerini tamamen özgür hissetmez ve sahte bir umudu içselleştirmezler. Korkular kararsız seçmenin sayısını artırıyor. Aşırı uçlarla kampanya yürümez onların ilgi alanları farklı” Sol blok, reklamcı Rene’nin bu yaklaşımına mesafeli yaklaşmaktadır. Onlara göre bu Pinochet yönetimi altında ezilen ve işkence gören arkadaşlarına ve davalarına karşı bir kayıtsızlık örneğidir. Bu yüzden Pincohet yönetiminin kötü anılarına, işkence ve ölümlerine bir vurgu olması gerekmektedir. Reklamcı ise kampanyayı teknik olarak bir ürün kampanyası gibi,  bir Coca cola yada parfüm reklamı gibi tasarlar. Kampanya bağırmadan siyasal bir değişimi ve umudu işler. Hareketli bir reklam müziği eşliğinde dile getirilen “Şili, mutluluk çok yakında” sloganı rağbet görür. Böylece evrensel, sıcak bir dil kullanılmakla birlikte bu dilin gerisinden etkili bir siyasal mesaj verilir. 

General Pinochet taraftarları ise kampanyalarını korkular üzerine inşa etmektedirler. Onlara göre mevcut yönetim ülkede istikrarı ve düzeni temsil etmektedir. İnsanlar bu kazanımları kaybetmek istemeyeceklerdir. O yüzden onlara neyi kaybettiklerini ve ‘hayır’ oyu çıktığı durumda ülkenin içine gireceği kaosu göstermek gerekmektedir. Pinochet’in reklamcıları bu durumu şu şekilde ifade etmektedirler: “Eğer insanları korkutmak istiyorsanız geçmişlerinden yararlanmanız gerek. Geçmişteki yoksulluklarından uzun ekmek kuyruklarından. Muhalefet sosyalizmi özlüyor ama insanların ellerindeki tek şey bildiriler. Ve sosyalizminin onları mutsuz ettiğinin de farkındalar. Burada ise insanları zenginleştirebilen bir sistem var ama dikkat edin herkesi değil sadece birilerini. Herkes o biri olmak istediği sürece asla kaybetmezsiniz.”  Sistem krizi üzerinde yürütülen seçim kampanyası seçmen nezdinde itibar görmez. Zira seçmen korkuları değil, umudu içselleştirmek ister. 

Burada NO kampanyası bir anlamda siyasal sisteme kendi krizleri üzerinden ve o sistemin sunduğu imkânlarla, naif ve ikircikli bir dille karşı gelmektedir. Yönetmen Pablo Larrain, bir söyleşisinde kapitalist sistemin bütün imkanlarını kullanarak gerçekleştirilen hayır kampanyasını, doğrudan bir metafor değil, kapitalist bir hareket olarak tanımlamaktadır. Larrain’e göre, bu kampanya siyasete alet edilen reklamın saf ve gerçek ürünüydü. En kötüsü de Şili’deki tek geçerli sistem olan kapitalizmin yerleştirilmesi için ilk adımdı. 

Filmin hikayesine Türk siyasal hayatı çok da yabancı değil. Türkiye, sistem krizleri üzerinden oluşturulan korkulara vesayet dönemlerinde birçok kez şahit oldu. ‘Türkiye mutluluk çok yakında’  cümlesine yönelik her teşebbüs, hegamonik bir dil tarafından ötelendi. 

‘Yeter! Söz milletindir’

Her siyasal reklam mesajı toplumsal özlemlerin ve beklentilerin adeta birer şuur altı yansıması olma iddiasındadır.   Bu özlem ve beklentiyi sosyolojik zeminde yakalayan, siyasal bir dille doğru şekilde ifade eden mesaj halkta karşılık bulur. Kara propagandanın babası Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, kitlenin algı düzeyini asgari kabul edip ‘aptalın’ anlayacağı düzeyde ve sıklıkta mesajın aktarılması gerektiğini belirtiyor. Ancak bugün artık ‘halk’ dediğimiz bu göndereni olmayan sessiz çoğunluğun idrak düzeyi oldukça yüksektir. Mesajdan önce mesajı gönderene, kaynağa bakmaktadır. Bu kaynak sarih ve güvenilirse buna bağlı olarak mesajın içeriğini analiz etmektedir. Bu yüzden artık kitleler tamamen edilgen değildir. Agresif ve yoğun mesaj bombardımanları seçmeni iradesiz birer kitleye dönüştürememektedir. 

Seçmen romantik bir aşığa benzer. Her zaman vaatlere kanma eğilimindedir. Bununla birlikte vaadin gerisindeki rasyonaliteyi algılayabilecek yetilere de sahiptir. Sahte bir umudu içselleştirmez, rasyonel bir geleceğe itibar eder.  Bu rasyonel geleceği ilk kez Demokrat Parti “Yeter! söz milletindir” söylemiyle seçmene göstermek istedi. Bu söylem seçmen nezdinde kabul gördü çünkü bu söylem etrafında şekillenen siyasal iletişim kampanyası halka bir kitle gibi değil de göndereni ve iradesi olan bir çoğunluk gibi sesleniyordu. Bu aynı zamanda bir cesaret ve değişim çağrısı olarak da okunabilir.  Değişimi vaat eden bu gelenek, Anavatan Partisi ve AK Parti ile devam etti. Merkez sağ partiler bu bağlamda, değişimi çözüm olarak sunmanın yanında,  bu değişimle birlikte gelen çözümün sosyolojik, siyasal ve ekonomik şartlarını da projelerle anlatmaya çalıştılar. 

Bu siyasal aklın bir benzerini de Obama’nın meşhur 2008 seçim kampanyasında görmek mümkündür. Obama NO filmindekine benzer bir kurguyla ‘yes we can’ diyordu. Bu yeni Amerika’yı daha doğrusu yeniden eski, umut ve refah dolu Amerika’yı vaat ediyordu. Bu siyasal dil yıllarca Neocon iktidarının paranoya ve korku imparatorluğu altında yaşamış ABD halkın heyecanlandırdı. 

Türkiye’deki sistem partileri ise stratejilerini korkular üzerine inşa etti.  1990’lar boyunca yapılan seçim propagandaları rejim krizleri ve bunun getireceği olası korku senaryoları üzerine kurgulandı. Terör, işsizlik ve enflasyon gibi sorunlar dahi bu kurgunun birer argümanı olarak kullanıldı.  Seçmenin temel problemine odaklanmayan, bu strateji aynı zamanda seçmeni pasif ve edilgen bir kitle olarak da kodlamaktaydı.  Bu yaklaşım ortalama bir vatandaşın rasyonalitesini dışlayan bir tutumdu. Çünkü ‘vatandaş Mehmet’  sandığa giderken, günübirlik kaygılarla hareket etmemektedir. ‘Vatandaş Mehmet’in’ oy verme davranışını etkileyen faktörler karmaşık ve sağlıklı bir sisteme sahiptir.  Bu rasyonalite ortalama bir vatandaşı popülist vaatlerden ve ideolojik söylemlerinden uzak durmasını sağlamaktadır.  Ekonomik ve siyasal dengelerin ötesindeki ekonomik vaatlere ise tamah etmemektedir.  Her korkunun bir sınıf ve imtiyaz mücadelesine, her popülist söyleminde naif bir göz boyamaca olduğunun farkındadır. Gezi parkı romantizminin halk nezdinde karşılık bulmamasının en önemli nedeni bu naif söylemin ardında bir sınıf ve imtiyaz mücadelesi barındırmasıdır. ‘direniş’ paketiyle süslenmiş bu yöntem popüler kültür ürünleri ve siyasal iletişimin maharetiyle bir kampanyaya dönüştürüldü. 

Sanal direniş birlikleri 

Bu gün artık Türk siyasal hayatındaki seçim kampanyaları,  ne laiklik üzerinden yürütülen rejim ve hayat tarzı krizine dayalı korku kampanyalarıyla ne de her vatandaşa 600 TL, iki anahtar tarzı popülist ekonomik söylemlerle yürütülmüyor. Siber bir savaşa dayalı, ifşa ile ikna yoluna yönelmiş kozmik seçim kampanyalarına, sosyal ağlar üzerinden oluşturulmuş sanal kitlelerin direnişçi birlikteliklerine tanık olduk. Fakat bu yapının ortaya koyduğu eksen seçmen nezdinde bir yere oturmadı. Çünkü seçmen bir şeyin karşıtlığı üzerine kurgulanmış ittifaklarda her zaman bir menfaat birlikteliği görür. Bu birlikteliğin ortaya çıkardığı iktidar mekanizmasının da şeffaf olmayacağı düşüncesindedir. Sonuçta yerel seçimler gösterdi ki siyasete etki etme arayışındaki her türlü gayrı meşru enstrüman seçmen nezdinde elimine ediliyor.  Çünkü seçmen siyasal hayatın, günahı ve sevabıyla siyasal partilerce dizayn edilmesi gerektiği bilincindedir. Tecrübeleri, bugünü ve yarının olası gündemini mecz ederek bir karara varır. İktidara talip partinin en çokta sorun çözme ve sistem inşa etme kapasitesine oy verir.

[email protected]