Seçmen koalisyon mu istedi?

Prof. Dr. Murat Çemrek-Necmettin Erbakan Üni.
27.06.2015

Bir kere ‘seçmen’ bir kimlik olarak bireyin en geçici ve en uçucu kimliklerinden biridir. Haliyle hepsi yekdiğeriyle anlaşıp oy kullanmadığına göre seçmenler ortak bir mesaj vermemiştir ve ortaya çıkan tablo belki de beklentilerini karşılamaktan uzak şekillendiğinden onlar için de üzüntü verici olabilir.


Seçmen koalisyon mu istedi?

Tüm dünyada ilgiyle takip edilen Game of Thrones dizisinin Türkçe’ye Taht Oyunları olarak tercüme edildiğini gördüğümde aklıma gülümseme eşliğinde ilk gelen ¨Bizans’ta/Osmanlı’da oyun çoktur/bitmez¨ oldu. Konstantinopolis’i fethederek İstanbul’a dönüştürmesiyle ¨Fatih¨ unvanını alan II. Mehmet, Roma’yı imparatorluğa dönüştüren Jül Sezar’a atıfla ¨Kayzer¨ sıfatıyla para bastırdığından Osmanlı bir yandan Bizans’ın ve haliyle de oyunlarının da varisi olduğu gibi imparatorluğa da dönüşmüştü. Bu miras, Osmanlı’nın dağılma sürecinde diplomasiyle küllerinden yeniden doğarken Devlet-i-A’liye’nin ömrünü bir yüzyıl daha uzatacaktı. Türkçe’de kesrette vahdeti yakalaması nedeniyle ¨oyun¨ ifadesini tekil kullandığınızda da aynı yukarıdaki ibaredeki gibi bir (rakamla 1) oyunu değil belki bir oyun içinde sayısız oyunu kastederiz. Bir de ¨kahpe¨ gibi Bizans ile özdeşleşen ¨entrika¨ kavramı, evlat olsa bile sevilmez olup bünyede tiksinti hissi uyandırdığından olsa gerek daha bağra basılası ve sadra şifa ¨oyun¨ kelimesini tercih etmekteyiz.

Olmaz olmaz...

Elbette ¨Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu¨ ifadesindeki gibi bu kelimenin de çok matah olmadığının farkındayım. Benim gibi Dallas ve onun meşum karakteri J.R. (John Ross Ewing) ile Emret Bakanım ve müteakip Emret Başbakanım dizilerindeki hin Sir Humphrey Appleby karakteri ile büyümüşseniz Taht Oyunları, içinde ağzından ateş çıkaran irili ufaklı canavarların yer aldığı fantastik bir görsel şölenden daha fazlası değildir. Bu minvalde, 1990’ları lise öğrenciliğimden siyaset bilimi doktora tezimi yazmaya uzanan esnada Ankara’da geçirdiğimden daha peşrevini izlediğimiz koalisyon pazarlıklarındaki el-ense ısınmalarının ¨fazladan iki bakanlık¨ için olduğunu bildiğimden ¨Türkiye hükümetsiz mi kalacak?¨ sorusuyla hiç paniğe kapılmadan köpüklü kahvemi orta yaşın verdiği dinginlikle iftardan sonra höpürdeterek içiyorum. Zira siyasetin hâlâ lider merkezli olduğu bu topraklarda kurumsal ve ona mebni kuramsal zafiyet devam ettiğinden birey, Foucalt’un betimlediği mikro iktidar alanlarında her an bir koalisyon veya taht oyununun parçasıdır. Ondan kelli bizde taht oyunları aileden başlayıp hayatımız boyunca içinden geçtiğimiz bütün sosyal alanların siyasallaşmasına matuf olup ¨sözkonusu taht ise koalisyon teferruattır¨ diyerek alabildiğine içselleştirilir.

En azından zihinsel olarak devam eden göçebe kültür sayesinde yörük çadırı kurma hızında itina ile anahtar teslimi koalisyon kurulur, bozulur veya gerekirse yeniden kurulur. Argümanımı abartılı bulanlar için Türkiye’de bir koalisyon çatısı altında asla bir araya gelmeyeceği düşünülen partilerin nasıl bir araya gelebildiklerini hatırlatmakla yetineceğim. Türk siyasi tarihinde CHP-MSP, I. ve II. MC, Refah-Yol ve Ana-Sol-MHP koalisyon hükümetleri benim tezimi destekler niteliktedir. Dahası her parti yekdiğerine ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye heveslendiği için sandalye sayılarının azlığına rağmen kilit önem kazanan partiler de piyasayı yukarıdan açtıkları eşik pazarlıkları balıkçı kavgası tadında yaşanmaktadır, o kadar. Yoksa ¨birbirlerine ağır ifadeler kullandılar¨ veya ¨kapıyı şöyle kapattılar -ki daha resmi görüşmeler başlamadı bile- ifadeleri ucuz felaket tellallığından ibarettir. Yoksa siyaset mümkünlerin, demokrasi de uzlaşının sanatı ise kurulabilecek herhangi bir koalisyon hükümeti bu sanatın başyapıtı değil midir?

Bu mütevazı yazı, izlemekte olduğumuz Koalisyon Oyunları’nın görünüşte hükümetin ihdasını zorlaştırmasına rağmen nasıl da muhkemleşeceğini ve eğer Yeni Türkiye inşa edilecekse bunun tam da büyük bir koalisyon gerektirdiğinin altını çizmeye yöneliktir. Nietzche’nin meşhur ifadesinden mülhem ¨öldürmeyen güçlendiriyorsa¨ o zaman hangi koalisyon ¨kombini¨ olursa olsun tam da Yeni Türkiye’nin tutkalı olacağı billurlaşmıştır.

Koalisyonun yolu

Öncelikle şu anki koalisyon arayışlarının müsebbibi 7 Haziran genel seçimlerinden başlayalım. Aslında ¨genel seçimler yaşamadık¨ dersek fazla abartılı olmaz kanaatindeyim ve bunu da seçim gününe denk gelen ¨İğne Deliğinde Demokrasi Bıçak Sırtında Seçim¨ yazımda belirtmiştim. Çünkü genel seçimlerin bagajı fazlasıyla Başkanlık tartışmalarıyla yüklü olduğundan adeta bir referandum havasında geçtiğini söyleyebiliriz.

İşin bu hale gelmesinde HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın bir anlamda seçim startına dönüşen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik üç kere ¨Seni Başkan yaptırmayacağız¨ şeklindeki belki de Osmanlı-Türkiye parlamento tarihinin en kısa grup konuşması ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın genel seçimleri genelde Başkanlık özelde de kendisinin Başkanlığı referandumuna dönüştüren salvosuydu. Bu bağlamda genel seçimler, ¨esas oğlan/kız¨ konumunda olması beklenen siyasi partiler, siyaset üstü görünümlü siyasi aktörün gölgesinde kaldı. Makamı gereği kendisine vatana ihanet haricinde hiçbir suçun isnat edilemeyeceği ve kendi üzerinde hiçbir makamın bulunmadığından CHP ve HDP’nin YSK’ya başvurularının reddedilmesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan “toplu açılış” “halkla buluşma” ve ¨Fetih Şöleni¨ adı altında toplam 37 ilde miting yaptı. AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun 81, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 65, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 44 ve HDP Eş Genel Başkanları Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ın toplam 41 (22+19) ilde miting düzenlediklerini akılda tutarsak Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın performansı hiç de yabana atılacak cinsten değildi. Dahası tele görsel bir çağda yaşadığımızdan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mitingleri başta haber kanalları olmak üzere neredeyse tüm televizyon kanallarında canlı veya banttan daha fazla iltifata mazhar olduysa da sonuçları itibariyle bugün Başkanlık tartışmaları gündemden düştüğüne göre amacına ulaşmadığı hatta HDP’nin argümanına su taşıdığı ortadadır. Ayrıca frekans analizi yöntemiyle mitinglerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedefinde CHP ve MHP’den daha çok HDP olduğunu hatta tüm muhalefet partilerinin gündeminde iktidardaki AK Parti’den ziyade Cumhurbaşkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı olduğunu hatırlarsak neden genel seçimlerin tam teşekküllü bu evsafa haiz olmadığını anlayabiliriz.

Öte yandan, özellikle HDP cenahında da durum farklı değildi çünkü onlara atfedilen portföyde de fazlasıyla İmralı vardı, Kandil vardı Avrupa vardı. Bir de “üst akıl” vardı, AK Parti ile ¨the Cemaat¨ arasındaki on yıllık koalisyon ikincisinin açgözlüce daha az külfetle daha fazla nimete gark olmak istemesi sonucunda dönüştüğü ¨paralel yapı¨yı iktidara sandıkta darbe yapmaya yönlendiren faiz lobisi destekli üst akıl. Kısacası, başta medya olmak üzere diğer güç odaklarını saymadan bile siyasi partilere başrol değil karakter oyuncusu kadar yer bırakan fazlasıyla kalabalık bir seçimdi 7 Haziran genel seçimleri. Bundan öte, genel seçimler önümüzdeki dört yıllığına iktidarı belirlemek için değil de sanki kısa vadede 2023, orta vadede 2071 ve uzak vadede inananlar için kıyamete inanmayanlar içinse sonsuza dek sürecek bir iktidar için yapılmıştı. Hakkını yemeyim en azından Kılıçdaroğlu mitinglerinde ve mülakatlarında dört yıllık iktidar talebini yinelerken daha önce CHP’ye hiç oy vermemiş seçmenden ¨emanet oy¨ istemesine rağmen HDP’ye giden emanet oyların bir bölümünden dolayı bir önceki genel seçimlere göre muhalefette iken oy oranını düşürmeyi başardı.

İşte koalisyon ihtimallerinde parlamento aritmetiği çerçevesinde kombinezon hesapları yapmakla birlikte genel seçimlerdeki siyasi partilerden öte azımsanmayacak bu kalabalığı hesaba şimdi de katmak gerekmektedir.

Koalisyonu icbar eden 1982 Anayasasının sonucu ve iktidara gelenleri kendine meftun edip değiştirilmesine engel oldukları ama günahını darbecilere yıktıkları yüzde 10 barajını HDP’nin ezerek geçip artık anlamsızlaştırması değildi sadece. Ayrıca AK Parti, girdiği dördüncü genel seçimde yine açık ara birinci parti olmasına rağmen tek başına hükümeti kuracak 276+ çoğunluğa erişemedi. İktidar partisinin bu seçimlerde görece başarısızlığı için ¨metal yorgunluğu¨ndan tutun da kalkınmacı ¨... yapıyoruz¨ kör gözüne parmağım şeklinde sokulan reklamlarına seçmenin de Ömer Seyfettin’in Diyet hikayesindekine benzer reaksiyonundan ekonominin orta gelir tuzağına yakalanıp Merkez Bankası rezervleri ile kişi başına düşen milli gelirin bir önceki genel seçimlere kıyasla düşmesine yani fakirleştiğimize, geçen parlamento döneminde yeni Anayasa yapma ihtimalinin çarçur edilmesinin faturasının özellikle iktidar partisine kesilmesine kadar bir sürü sebep sayılabilir. Lakin, naçizane kanaatim asıl sebep AK Parti’nin iki başlı görüntüsüyle eskisine oranla seçmene daha az güven telkin ettiğidir. Bunun en önemli sonucu ise AK Parti’nin alternatifsizliği tezinden hareketle yenilmezliği şeklindeki büyünün bozulmasıdır ve özellikle iktidar partisinin oy oranı bir önceki seçime göre beşte bir oranında düştüğüne ve özellikle Kürt nüfus yoğun şehirlerde adeta silindiğine göre bu ciddi bir erozyondur ve iktidar partisinin 56 şehirde birinci parti, 76 şehirde milletvekili çıkarması bu gerçeği izale etmez.

Koalisyon oyunları

Yazının başında ifade ettiğim herhangi bir koalisyonun kurulabileceğine dair sükunetimin hatta sekinemin sebebi, koalisyon kurmanın bizde ata sporu olmasının ötesinde gerek genel sonuçlarının gerekse de Türkiye demokrasisinin sigortalarıdır.   Bunlar; parlamentonun yarısından fazlasının yenilenmiş olması, milletvekilliklerinin iki yılı doldurmadan emekliliğe hak kazanamamaları ve AK Parti’deki üç dönem kuralı gereği güç bela yeni seçilebilen vekillerin sandalyelerini eski tüfeklere kaptırmak istememesidir. Eğer herhangi bir koalisyon kurulamazsa -abartılı olmakla birlikte- parlamentoya ilk kez girenlerin kendi arasında bir koalisyon oluşturması bile sözkonusu olabilir. Elbette tüm siyasi partilerin ülkenin hükümetsiz kalmaması için nihai kertede baldıran zehri içmeye razı olup bir koalisyon çıkarma ihtimallerini saymıyorum ki o da Türkiye’deki demokrasinin geçen 65 yıldaki konsolidasyonunun nişanesidir. Gündemdeki en olası koalisyon şimdilik ise herkesin tabanları birbirine benziyor diye AK Parti ve MHP’yi birbirine yakıştırıyor olmasıdır. Halbuki bu benzerlik milliyetçi-mukaddesatçı-muhafazakâr oylar konusunda ciddi bir rekabetleri olduğu gerçeğini gizlemez. Bahçeli’nin seçim gecesi yaptığı konuşmasında partisine ana muhalefeti layık görürken pazarlığı çok yukarılara taşımak için iyi bir manevra yakaladığı da ortadadır.

Her seçim sonrası ¨seçmen ne mesaj verdi?¨ retoriği çocukluğumdan beri beni hep güldürmüştür. Bir kere ¨seçmen¨ bir kimlik olarak bireyin en geçici ve en uçucu kimliklerinden biridir. Haliyle hepsi yekdiğeriyle anlaşıp oy kullanmadığına göre seçmenler ortak bir mesaj vermemiştir ve ortaya çıkan tablo belki de beklentilerini karşılamaktan uzak şekillendiğinden onlar için de üzüntü verici olabilir. O yüzden seçmen illa bir mesaj kaygısı gütmediği gibi zaten bir tane oyu olunca nasıl mesaj vereceği de izahtan varestedir. İktidarda görmeyi en çok arzu ettiğiniz, şerrinden en emin olduğunuz, adayı veya genel başkanı bizi en çok ikna edebilen partiyi seçiyoruz seçim pusulasında. Kısacası seçmen koalisyon demedi ama sonuç böyle şekillendi. Sonuç olarak, her seçimden sonra olduğu gibi yeni bir Türkiye şekillenirken bu Yeni Türkiye üstenci değil yekdiğerine daha fazla kulak vermeyi gerektiren koalisyonun doğal sonucu olacaktır.

[email protected]