Seçmenin gözü AK Parti’nin üzerinde

Prof. Dr. Mustafa Altunoğlu / Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi
17.10.2015

AK Parti kurulduğu günden beri pek çok badire atlattı. Karşısına çıkan her engeli aşarken ana sermayesi yaygın halk desteğiydi. AK Parti’nin başarısı, siyaset ile sosyolojiyi buluşturmaktaki mahareti oldu. Dolayısıyla AK Parti’nin gözden düşmemesi için Türkiye’nin sosyolojisi ile başarılı bir biçimde kurduğu bağı muhafaza etmesi gerekiyor.


Seçmenin gözü  AK Parti’nin üzerinde

Siyasi partiler, 7 Haziran’da yapılan seçimin ardından daha terleri soğumadan yeniden sahadaki yerlerini aldılar. 1 Kasım’a kadar bütün enerjileri ile rakipleri karşısında mücadele edecekler. Seçim akşamı sandıklar açıldıktan sonra hepimiz bu mücadelenin merakla beklediğimiz sonuçlarını öğrenmiş olacağız. Aslında önümüzdeki seçimde meraka mucip sadece bir belirsizlik var: AK Parti’nin tek başına iktidara gelip gelemeyeceği. 7 Haziran seçimlerine de benzer bir iklimin içinde gidilmişti. Tek farkla. Söz konusu seçim öncesinde HDP’nin yüzde 10’luk seçim barajını aşmak için verdiği mücadelenin nasıl sonuçlanacağını kestirmekte de zorlanıyorduk. Oysa şimdi HDP için böylesi bir öngörülemezlik bahse konu edilmiyor. 1 Kasım’da sadece AK Parti’nin tek başına iktidar şansı elde edip etmeyeceğini belirlemek üzere sandığa gideceğiz. Çünkü herkesin üzerinde ittifak ettiği haliyle, ne CHP’nin ne de MHP ve HDP’nin tek başına iktidara gelme ya da AK Parti’nin önünde yer alma şansı yok. İlâveten, MHP ve HDP’nin CHP’den daha başarılı bir performans gösterme ihtimalleri de son derece düşük. Belki sadece HDP ile MHP arasında bir sıralama değişikliği gerçekleşebilir. HDP, MHP’den daha fazla milletvekili ile parlamentoda temsil hakkı kazanabilir. Öyle bile olsa bu, yol açması muhtemel siyasi sonuçları bakımından çok da dikkate değer bir ihtimal değil. 7 Haziran seçimlerinde bütün gözler HDP’nin üzerindeydi. Çünkü ne CHP ne de MHP’nin göstereceği performansın siyasi dengeleri radikal bir biçimde dönüştürmesi beklenmiyordu. Ancak ve ancak HDP’nin barajı geçmesi halinde, yeni bir hükümet seçeneği söz konusu edilebilecekti. Nitekim 7 Haziran akşamı muhalefet partileri açısından maksadın hâsıl olduğu bir sonuç ortaya çıktı. CHP, MHP ve HDP 2002’den beri süregelen dengeyi sarsabildiler. AK Parti tek başına iktidara gelecek bir sayısal çoğunluğu elde etme şansını küçük bir farkla kaçırdı. Öyle anlaşılıyor ki, 1 Kasım seçimlerinin gözdesi AK Parti olacak. Bütün gözler AK Parti’ye çevrilmiş durumda. Attığı her adım dikkatle takip ediliyor. Adaylarından seçim bildirisine, genel başkanının ve önde gelen aktörlerinin söz ve edimlerinden seçim şarkısına kadar her şeyi ülke gündeminin ön sıralarında yer alıyor. Bu durum, 1 Kasım yaklaşırken, AK Parti için hem önemli bir avantaja hem de dezavantaja tekabül etmekte. Peki nasıl? Açıklamaya çalışayım.

Gözde olmanın avantajı

Bütün gözlerin üzerine çevrilmesi, AK Parti’nin rakipleri karşısında söylemsel üstünlüğü bir kez daha ele geçirmesi, gündemi belirlemesi demek. Buradan hareketle, CHP, MHP ve HDP’nin, AK Parti esaslı gündemin sınırları içinde kalacaklarına hükmedebiliriz. Benzer bir zorluğu 7 Haziran öncesinde AK Parti yaşamıştı. Kurulduğu günden beri girdiği seçimlerin tümü dikkate alınarak söylenirse, ilk kez söylemsel üstünlüğü rakiplerine kaptırmıştı. Hem CHP’nin seçmenin ekonomik rasyonalitesine hitap eden vaatlerine karşı hem de HDP’nin önündeki baraj engelini aşması için farklı siyasi ve sosyal aktörlerin ittifakı ile estirilen rüzgara karşı savunmada kalmıştı. Dahası, Çözüm Süreci, Başkanlık Sistemi ve 17-25 Aralık operasyonları ile ilgili seçmende muhalefet partilerinin oluşturdukları şüpheleri giderici adımlar atmayı başaramamıştı. Öyle ki, söz konusu şüpheleri gidermeye çalıştıkça ne savunmada çakılı kalmaktan kurtulabilmiş ne de proaktif bir hamle ortaya koyabilmişti. Netice itibariyle, AK Parti’nin söylemsel üstünlüğünü rakiplerine kaptırması -elbette seçmenin duyarlılıklarına yeterince hitap etmeyen isimleri aday göstermesi, teşkilatlarının ‘dava ruhu’nu esas alan önceliklerinin ve motivasyonlarının çözülme emareleri göstermesi gibi dinamiklerle de birleşerek- 7 Haziran akşamı tek başına iktidara gelme şansını yitirmesine yol açmıştı. Söz konusu söylemsel üstünlüğü bir kez daha elde etmesi, o halde, AK Parti’nin en önemli avantajlarından birisi olarak belirlenebilir.

Bütün gözlerin üzerinde toplanması, AK Parti’yi bir başka açıdan daha rakipleri karşısında avantajlı kılıyor. Gözde olan, bütün gözleri üzerinde toplayan bir biçimde kendine dikkat etmek zorundadır. Hem zarfının hem de mazrufunun üzerinde titizlenmeye memurdur. Ancak böylelikle sahneye daha rahat bir biçimde çıkabilir. Seçmenin vereceği karar üzerinde tesir icra edebilir. Hem adaylarını hem de seçim bildirgesini dikkate aldığımızda, 7 Haziran’dan önemli oranda ders çıkarmak sûretiyle, AK Parti’nin biraz daha dikkatli, çalışılmış, titizlenilmiş, üzerinde düşünülmüş bir strateji belirlediğini fark edebiliyoruz. CHP, MHP ve HDP 7 Haziran öncesinde nasıl görücüye çıktılar ise öyleler. Kayda değer bir revizyona gerek duymadılar. Yalnızca AK Parti önemli oranda yenilenmiş olarak karşımıza çıktı. Adaylarını değiştirdi. Bildirgesine yeni bir ruh üflemeye çalıştı. Daha doğrusu bütün stratejisini kurucu felsefesine referansla belirledi. Ne emeklileri ne de çalışanları ihmal etti bu sefer. Dahası, gençleri, kadınları ve çiftçileri ikna etmek üzere çeşitli vaatlerde bulundu. Gözünü tekrar “kimsesizler”e çevirdi diyelim özetle. “Kimsesizlerin kimsesi” olmayı negatif ve kutuplaştırıcı bir siyaset diline tercih ettiğini açık bir biçimde beyan etmiş oldu böylelikle. Sonuçlarını şimdiden kestirmek mümkün değilse de, göz önünde olmanın gerekliliğini yerine getirmesinin AK Parti’nin 1 Kasım öncesindeki önemli avantajlarından bir başkası olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.

Gözde olmanın dezavantajı

Gözde olmanın sadece avantajlı bir konum elde etmeye yardım edeceğini varsaymak yanlış olur. AK Parti, 1 Kasım seçimlerinin gözdesi olma vasfıyla, aynı zamanda çeşitli dezavantajlara da sahip. Bunların başında, memleketteki iktisadî, siyasî ve sosyal sorunlarda temellenen bütün eleştirileri göğüslemek zorunda olması geliyor. Doların yükselmesinden 2013’ten beri silahların gölgesinden ziyade müzakere ile Kürt meselesinin çözümü için yol alma çabalarının şimdilik sonuç vermemesine, Ağustos ayında Artvin’de yaşanan sel felaketinden kısa bir süre önce Ankara’da 12 kişinin ölümü ile sonuçlanan otobüs kazasına kadar sair meselelerden kaynaklı haklı ya da haksız her eleştiriyi AK Parti göğüslemek zorunda. Dahası, Ahmet Hakan Coşkun’a yapılan tasvip edilmesi imkânsız saldırının bütün sorumluluğunun da sadece ve sadece AK Parti’ye yüklendiğini hesaba katarsak, gözde olmakla ağır bir yükün altına girmek arasındaki özdeşliği daha iyi kavrayabiliriz.

Bütün gözleri üzerinde toplamak AK Parti’yi bir başka biçimde daha zorluyor. CHP, MHP ve HDP için söz konusu edemeyeceğimiz bir zorluk bu. Çünkü hiçbiri tek başına iktidara gelme beklentisine sahip değil. Bir bakıma çok rahatlar. Bu rahatlıkla adımlarını atıyorlar. Bazen tek tek, bazen hep birlikte. Hatta bazen yanlarına “Cemaati” almayı da ihmal etmeden AK Parti’den ve Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtulmanın yolları üzerinde kafa patlatıyorlar. Örneğin HDP, aklına estikçe “iç savaş” ile tehdit ederek mevzileniyor. MHP’nin gözü müzakereleri sonlandırarak çözümü ölmekte öldürmekte aramaktan başka bir şey görmüyor. Dikkat edelim, her iki siyasi parti de gözlerini savaşla açıp yine savaşla yumuyorlar. Adı birgün MHP ile, diğer gün Cemaat ile, ertesi gün HDP ile anılan CHP’nin ise ne yapmaya çalıştığını henüz hiçbirimiz anlayabilmiş değiliz. Şu sıralar uzlaşmacı bir tutum almanın daha makul bir yöntem olduğuna karar vermiş gibi. “Bakın ben herkesle konuşabiliyorum, bir araya gelebiliyorum diyor.” Bundan öte, esas derdi galiba yakalayabildiği kadar seçmeni yakalayarak mevcut konumunu muhafaza etmek. Kabul edelim, rakiplerinin rahatlığı karşısında AK Parti daha bir istim üzerinde. Gergin. Kontrolünü zaman zaman kaybedebiliyor. Beklentilerinin yüksekliği hata yapma riskini artırıyor. Hele, az önce vurgulamaya çalıştığım gibi “gözünün üstünde kaşın var” denilerek ne yapsa yumruk yediği bir vasatta gözde olmanın yükünü omuzlaması hiç de kolay değil.

Gözden düşmemek için...

AK Parti kurulduğu günden beri pek çok badire atlattı. Bunları burada tek tek sıralamama gerek yok. Karşısına çıkan her engeli aşarken ana sermayesi, asla unutulmamalı ki, yaygın halk desteğiydi. AK Parti’nin başarısını konu edinen analizlerin büyük çoğunluğu dönüp dolaşıp her seferinde siyaset ile sosyolojiyi buluşturmaktaki mahareti üzerine kuruldu. Dolayısıyla AK Parti’nin gözden düşmemesi için Türkiye’nin sosyolojisi ile başarılı bir biçimde kurduğu bağı muhafaza etmesi gerekiyor. 7 Haziran seçimleri bu bakımdan önemli bir uyarı niteliğindeydi. Bireylerin gündelik, sıradan hayatları içindeki temel gereksinimlerine yeterince duyarlılık göstermemenin elbette bir karşılığı olacaktı. Aynı şekilde kolektif kimliklerin taleplerine ikna edici düzeyde cevap vermemenin cezasız kalması beklenmemeliydi. Son olarak, bir genel seçim olsa bile yerel dinamikleri dikkate almadan aday göstermenin ya da kampanya yürütmenin sonuca müessir rahatsızlıklara yol açmayacağını kim iddia edebilirdi ki? Elbette hiç kimse.

Eğer bu seçimin büyülü sözü “öze dönmek” ise, şunu kolaylıkla söyleyebiliriz: AK Parti terk ettiği sokaklara tekrar inmek zorunda. Postmodern araçlara gereğinden fazla önem atfetmek yerine, yürüyerek sokakları aşındırmak, ayağındaki ayakkabıyı eskitmek zorunda. Selam vermek, hal hatır sormak, hasbihal etmek zorunda. Bir süredir ihmâl ettiği evlerin kapısını tekrar çalmak zorunda. Kimsesizlere göz kulak olmak zorunda. İnsanları heyecanlandıracak ve inandıracak hikâyeler anlatmak zorunda. Ancak böylelikle yitirdiği konumunu belki tekrar elde edebilir. 1 Kasım akşamı tek başına hükümet kurabileceği bir parlamenter çoğunluğa kavuşabilir.

[email protected]