Şehristani'nin İbn Sina'da bulduğu çelişkiler

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
26.09.2020

Kitabında Şehristani'nin İbn Sina'ya yönelttiği eleştirileri doğruluk/uygunluk ve tutarlılık/yerindelik kriterleriyle irdeleyen Hasan Hüseyin Bircan, aynı zamanda İbn Sina'nın metafizik görüşlerinin panoramasını da ortaya çıkarıyor.


Şehristani'nin İbn Sina'da bulduğu çelişkiler

İslam felsefesi dendiğinde akla gelen ilk üç isimden biridir İbn Sina (diğer ikisi elbette Farabi ve İbn Rüşd’dür). Beytu’l Hikme’de sürdürülen tercüme çalışmalarının beslediği fikri bir ortamda el-Kindi ile şekillenmeye başlayan felsefi düşünmenin meşşai formunun muallim-i evvel sayılagelen Aristoteles sonrası muallim-i sani (ikinci öğretmen) unvanıyla da anılan Farabi’nin bir takipçisi olarak düşünülse de, İbn Sina’nın manevi üstadı Farabi’yi birçok bakımdan aşarak Meşşai felsefenin zirvesine yerleştiğini ve sonrasında “Şeyhur’reis” unvanıyla da anılmaya başladığını biliyoruz. İbn Sina için bu unvanı sadece felsefeyle ilgili kişilerin değil, Sadreddin Konevi vb. sufilerin de aynen kullanmaları onun yaklaşımının, fikri çaba ve eserlerinin itibarını göstermesi bakımından önemlidir.

İbn Sina’nın felsefi bakımdan kendisinden önceki tüm düşünme eğilim ve yaklaşımlarının zirvesini temsil ettiği, ondan sonra yeni bir felsefi sistem oluşturmaya çalışanlar için de hem bir kaynak hem de bir hesaplaşma zemini sunduğu söylenebilir. Öyle ki, Ebu Hamid Gazzali, felsefecileri üç konuda tekfir edip, başka bazı konularda da eleştirilerini sıralarken aklında elbette Farabi ve İbn Sina ile temsil edilen Meşşai felsefe vardır; ancak, Gazzali’nin filozofların görüşlerini eleştirirken esas aldığı metinler İbn Sina’nın eserleridir.

Doğruluk ve tutarlılık

Ortaçağ felsefe dünyasında benzeri olmayan bir isimdir belki de İbn Sina. Gazzali, Fahreddin Razi, Şehristani gibi isimlerin eleştirilerine karşın İbn Sina’nın klasik dönem sonrası Müslüman entelektüel dünyada önemli bir rol oynadığı da kuşkusuzdur. İbn Sina belki İslam düşünce tarihi açısından kavşakların buluşma noktası addedilebilir. Onun, kendisinden önce var olan bazı düşünme eğilimlerini reddettiğini biliyoruz; bu eğilimler İbn Sina’dan sonra varlıklarını sürdürememişlerdir. İbn Sina’dan önce felsefe ve kelam arasında herhangi bir münasebet yokken İbn Sina ile birlikte çoğu kez çatışmacı da olsa bir ‘ilişki zemini’ ortaya çıkmış, İslam düşünce geleneğinin kendine ait bir modus vivendi icat edilebilmişti. Gazzali’nin İbn Sina’yı eleştirmesiyle birlikte ve bu eleştirilere rağmen, İbn Sina sonrası kelamın, İbn Sina metafiziğiyle İslam öğretisinin bağdaştırılması ya da bu bağdaşıllıkların eleştirisi etrafında şekillenen bir seyir çizdiğini biliyoruz. Yine öyle ki, İbn Sina’nın metafizik alanda yaptığı katkılar ondokuzuncu yüzyıla kadar kelamcıların eserlerinde yer bulmuş, tartışılmıştır.

İbn Sina’nın metafiziğinin kalbini teşkil eden ve çoğu kelamcının şimşeklerini üzerinde toplayan “Tanrı-Alem ilişkisini” ve Şehristani’nin bu bağlamda İbn Sina’ya yönelttiği eleştirileri ele alan kitabında NEÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Hüseyin Bircan, Şehristani’nin hedefinin İbn Sina’da bulduğu çelişkileri, özellikle onun metinlerinden hareketle ortaya koyarak İbn Sina’yı insanlar seviyesine indirmek olduğunu vurguluyor. Felsefenin geçerliliği ya da geçersizliği gibi bir meselesi olmayan Şehristani’nin, zaman zaman İbn Sina’yı son derece sert bir şekilde eleştirse de, Gazzali’nin aksine onu hiçbir şekilde bidatle ya da tekfirle suçlamadığına dikkat çeken Bircan, onun İbn Sina’yı eleştirmek için yazdığı Musaraa adlı kitabında bazı Eşari refleksler olmakla birlikte İsmaili eğilimin ağır bastığını, dolayısıyla Şehristani’nin bu eserde bizde “eklektik Batıni bir filozof” olarak göründüğünü vurguluyor. Kitabında Şehristani’nin İbn Sina’ya yönelttiği eleştirileri doğruluk/uygunluk ve tutarlılık/yerindelik kriterleriyle irdeleyen Bircan, aynı zamanda İbn Sina’nın metafizik görüşlerinin panoramasını da ortaya çıkarıyor.

@uzakkoku

Üstün, dingin ve daimi bir sevinç arayışı

Rene Descartes’le başladığı kabul edilen modern felsefe içinde en dingin düşünür olduğu ifade edilebilecek Benedict (Baruch) Spinoza sapkınlık suçlamasıyla Yahudi cemaatinden aforoz edildiğinde sadece 23 yaşındaydı. Hayattayken bazı çekinceler sebebiyle yayınlamadığı Ethica adlı şaheseriyle felsefede devrim yaptığı ileri sürülen Spinoza’nın amacını “üstün ve daimi bir sevincin hazzını kendisine sonsuza dek verecek” gerçek iyiyi bulmak olduğunu kaydeden Lenoir, Spinoza’nın düşünceleri ile hayatı arasındaki sıkı bağları gözeten bir biyografiyi bize sunuyor. Spinoza’nın sadece kendi zamanının değil, bizim zamanımızın da ilerisinde olduğunu ileri süre Lenoir’e göre Spinoza mucizesi de bu.

Spinoza Mucizesi, Frédéric Lenoir, çev. Aslı sümer, İş Bankası, 2020

İkisi başarısız üç darbenin subayı

27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti’ye yapılan darbe öncesi hükümete karşı yürütülen gizli yapılanmalarda önemli rol oynayan ve bir döneme damgasını vuran Talat Aydemir’in mesai arkadaşlarından biri Bahtiyar Yalta. Talat Aydemir’in 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihlerinde giriştiği ve başarısız olduğu darbelerde de etkin roller üstlenip olayların merkezinde yer aldığını biliyoruz onun. 22 Şubat 1962’deki başarısız darbe girişimi neticesinde görevli olduğu Kara Harp Okulu II. Öğrenci Taburu komutanlığından kurmay kıdemli binbaşı olarak emekli edilen Bahtiyar Yalta’nın anılarının gerek darbe mekaniklerinin nasıl oluşturulduğunu gerekse de Türkiye’deki asker-sivil ilişkilerinin serencamını kavramak bakımından önemi büyük.

Bir Darbeci subayın Hatıraları, Bahtiyar Yalta, Kronik, 2020