Seküler terör örgütlerinde şiddet ve kadın imgesi

Zeynep Bayramoğlu Gazeteci-Yazar
26.03.2019

Özgürleşmek vaadiyle kandırılarak dağa giden kadın hem suça bulaşması hem de dağda yaşadığı şiddet nedeniyle geri dönememekte. Tecavüz ve tacizin örgüt içinde kadını hizaya getirmek için bir yöntem olarak kullanıldığı sağ kurtulanların ifadelerinde belirtiliyor.


Seküler terör örgütlerinde şiddet ve kadın imgesi

PKK'ya katılan kadınlardan pişman olup da kurtulma umudu olmayanların intihar ettiği, hamile kalanların infaz edildiği de bir gerçek. Bu kadınlardan yaşarlarken istedikleri verimi alamayan örgüt, ölülerinden faydalanıyor. Hem örgüt içindeki kadınlara gözdağı vermek hem de aileleri devlete karşı öfkeye boğmak için, güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü anlatılıyor.

 

Jacques Louise David’in 1799 yılında yaptığı ve şu an Paris’te Louvre Müzesi’nde sergilenen “Sabine Kadınlarının Araya Girmesi” adlı tablo, savaşta kadının durumunu göstermesi açısından oldukça çarpıcı bir eserdir. Hikayesi Antik Roma’nın kuruluş mitine dayanır. Roma’nın kurucuları Romos ve Romulus tarafından alıkonan Sabine Kadınları, onları geri almak için gelen babaları, kardeşleri ve eski eşlerine karşı Romalı erkeklerden olan çocukları ile direnirler. Savaş meydanında yere attıkları ve mızraklara uzattıkları bebekleri ile kadınlar saldırıyı durdurmayı ve Roma’nın fethini engellemeyi başarırlar.

Picasso da kült eseri Guernica’da savaşın acısını kadınlar üzerinden anlatır. Tablo dünyanın en önemli savaş tablolarından biri kabul edilmiştir. Savaşın getirdiği yıkım ve acıyı siyah ve gri renklerle anlatan Picasso, yaptığı eserle yıllar sonra bile savaş baronlarını rahatsız etmişti. Irak’a müdahale kararını açıklamak üzere Birleşmiş Milletlerde konuşma yapmak isteyen dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ve ekibi, Guernica’nın reprodüksiyonu önünde bu işgal açıklamasını yapmayı uygun görmemiş, eser mavi bir perde ile kapatılmıştı.

İntihar bombacısı kadınlar

Savaşta mağdur olan kadınlar, zayıf kadınlar, bir savaş silahı olarak tecavüze uğrayan kadınlar. Bütün bunlar geleneksel akla uygun olarak kadının zayıf/günahkar/kurban olduğundan yola çıkılarak üretilmiş roller olarak karşımıza çıkıyor. Ama savaş özelinde kadın imgesinde artık keskin bir dönüşüm olduğunu görmek mümkün. Son yıllarda kadın imgesinin özellikle seküler terör örgütleri tarafından tersine bir kullanımı olduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti yaklaşık kırk yıldır ayrılıkçı terör örgütü PKK ve uzantıları ile mücadele ediyor. Marksist bir yapısı olan örgüt, ilk ses getiren eylemini 15 Ağustos 1984’te gerçekleştirdi. Örgütün ilk intihar saldırısı ise 30 Haziran 1996 yılında gerçekleştirildi. Eylemi gerçekleştiren 1972 Malatya doğumlu “Zilan” kod adlı Zeynep Kınacı’ydı. İntihar eylemleri ekimde Sivas’ta, kasımda Diyarbakır’da devam etti. Üç olayın da faili birer kadındı.  

Terör örgütlerinin varlıklarını sürdürebilmelerinin yegane yolu militanlarını birarada tutmaktır. Bunun için iki şeye ihtiyaç duyarlar, inanç ve para. İnanç tesisi için kurumsallaşırlar. Bir hikayeye ihtiyaç vardır, sonrasında o hikayeyi besleyecek bir kütüphane ve disiplin gerekir. Örgütlerin zaman içinde kendi kütüphanelerini oluşturduklarını ve eleman devşirme için potansiyel elemanlarını bu kütüphane ile doktrine ettiklerini görürüz. PKK terör örgütünün eleman devşirme çalışmalarında kadınlara özel başlık ve içerik oluşturduğu görülmektedir. PKK’nın iddiası kadını özgürleştirmektir.

PKK'nın jineoloji literatürü

Kadın bedeninin denetimi ataerkil sistemin yeniden üretiminde kritik bir noktadadır. Genç kızlar küçük yaşlardan itibaren erkeklerin denetiminde tutulur. Kadının namusunu koruma görevi evlenene kadar babasına ve erkek kardeşlerine, gerekirse amcasına ve oğullarına, evlendikten sonra kocasına geçer. Bölgede yapılan görüşmeler namus olgusunun kadın bedeninin denetimini meşrulaştırmakta olduğunu göstermektedir. Bu olguyu içselleştirenler sadece erkekler değil aynı zamanda kadınlardır. Bölgedeki kadınlar, namus cinayetlerini onaylamasalar bile namusun korunması gerektiği konusunda hemfikirdir. Namus kavramının uygulamada kadını denetim altında tutmak için kullanılması ve bölgedeki kadının sosyo-ekonomik durumunun kadın aleyhinde olması, PKK’nın özgürlük propagandası yapmasını kolaylaştırır.

Çok çocuklu ailelerdeki kız çocuğuna olan ilgisizlik/değersizleştirme, namus kavramının denetimci baskısı, cinsel istismar olaylarında kadının korumasız bırakılması gibi sorunlar karşısında, kadına/kız çocuğuna bir can simidi olmayı vaat eden PKK propagandası ve oluşturulan Jineoloji literatürü, örgütün kadın yapılanmasını yıllar içinde güçlendirmiştir. Unutulmaması gereken nokta ise kadınların/kız çocuklarının dağa çıkma nedenlerinin çok çeşitli ve büyükşehirlerdeki katım sebepleri ile kırsaldaki katılım sebeplerinin farklı olduğudur. Ama propaganda ortaktır: Kadını özgürleştirmek.

Jin, Jan, Azadi (kadın, yaşam, özgürlük) sloganları ile başlayan bu propaganda ile kadınlar, yerel kıyafetleri içinde “Kürt kültürünün taşıyıcıları”, cezaevleri önünde “hak arayan kahramanlar”, askeri giysilerle de “kurtuluşun simgesi” olarak konumlandırılırlar.

Öcalan’ın “Cinsin kurtuluşu, ulusun ve sınıfın kurtuluşundan daha değerlidir” sözleri ile başlayan jineoloji literatürü ile kadın örgütlenmesine ağırlık veren terör örgütünün farklı isimler altında aynı ülkü ile hareket ettiği toplam 38 örgütten 18’i sadece kadınlardan oluşmaktadır. Geri kalan örgütlerin kadın ve erkeklerden oluştuğu düşünüldüğünde PKK’nın "kadın kuvvetlerine" ne kadar önem verdiği daha net anlaşılabilir.

Örgüte katılan kadınlar gerçekten özgürleşiyor mu sorusunun cevabı ise üretilen edebiyatın önüne geçememektedir. Örgüt sempatizanı olan kadınların yazıları incelendiğinde temel bir şikayet gündeme gelmekte. “Kürt kadını sadece devletle ve egemen sınıfla değil, aynı zamanda aynı mevzide bulunduğu aynı ideolojik politik oluşum içinde olduğu yoldaş erkeklerle de savaşıyorlar.” Elbette bu şikayet şehirde fikir gerillalığı yapan kadınlara ait. Sahada ise çok daha vahim itiraflarla karşılaşıyoruz. Özgürleşmek isteği ile dağa giden kadın hem suça bulaşması hem de dağda yaşadığı şiddet nedeniyle geri dönememekte. Tecavüz ve tacizin örgüt içinde kadını hizaya getirmek için bir yöntem olarak kullanıldığı sağ kurtulanların ifadelerinde belirtiliyor. Kurtulma umudu olmayanların intihar ettiği, hamile kalanların infaz edildiği de bir gerçek. Bu kadınlardan yaşarlarken istedikleri verimi alamayan örgüt, ölülerinden faydalanıyor. Hem örgüt içindeki kadınlara gözdağı vermek hem de aileleri devlete karşı öfkeye boğmak için, güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü anlatılıyor.

Ya infaz ediliyor ya intihar ediyorlar

Bütün bunların ışığında başta söylediğim cümleyi yanlışlamak istiyorum. Mağdur ve güçsüz kadın imgesinin seküler terör örgütleri tarafından değiştirdiğini söylemiştim. Evet, terör kadına güç/silah veriyor, ama mağduriyetini belki de salt kurban olduğu günlerden daha fazla arttırıyor. Ağlayan kadın değil, eli silahlı kadın daha kullanışlı bir malzeme haline geliyor. Bu malzemenin kullanımının bu kadar popüler olmasının sebebi hiç kuşkusuz kumaşın sağlamlığı. Örgütün kadına bu kadar özel çalışmasının nedeni ise kuşkusuz evdeki dönüştürücü güç olmasından kaynaklı. Dağa çıkmak için doktrine edilen gencin önünde kapıyı açan anne ile kapıyı kapatan anne arasındaki etki farkını onlar da biliyorlar. Belki de bu nedenle tarihlerindeki en büyük şaşkınlığı “Bize çocuklarımızı geri verin” diyen yürekli anneler ile yaşadılar.

Yıllar süren terörle mücadelemiz bize şunu gösterdi; ne tek başına siyasi söylem, ne tek başına güvenlik politikaları, ne tek başına sosyal projeler… Terörle mücadele etmenin yolu bunların hepsini birlikte ve koordineli yapmaktan geçiyor ve her şeyden önemlisi insana/kadına değmekten geçiyor.