Selahaddin Eyyubî’nin mücadelesi bugüne ne söyler? 

Koray Şerbetçi/ Tarihçi-yazar
26.01.2019

En bilindik tarihsel okuma, Selahaddin Eyyubî’nin düşmanı Haçlılarla mücadelesi ve bu uğurda çektiği zahmetlerdir. Ama madalyonun bir de diğer yüzü mevcut. Yani ömrünü adadığı Haçlılarla mücadelesinde kendi medeniyet ikliminden olanların onu nasıl yalnız bıraktığı meselesi… 


Selahaddin  Eyyubî’nin mücadelesi bugüne ne söyler? 

Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri destanında “Şark’ın en sevgili sultanı Selahaddin” diye tanımladığı Sultan Selahaddin Eyyubî, Haçlı saldırılarına karşı İslam dünyasının verdiği mücadelenin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Tarih boyunca hem Batı’nın hem de İslam âleminin sosyal hafızasında tazeliğini korumasının temel nedeni yaşamını adadığı mücadelesiydi.

İslam âleminin adeta bir fetret devri yaşadığı 21. asrın şu günlerinde “Sultan Selahaddin Eyyubî’nin mücadelesinden bugünün Müslümanları ne dersler çıkarıyor?” diye sorulacak olursa pek de iyimser cevaplar verilemeyeceği açıktır. Bu önemli tarihsel figürün manevî mirasçıları olan Müslümanlar ya onun etnik kökeninin nereye dayandığını bulmakla meşguller ya da maziperestlik illetine tutularak onun mücadelesini bir yiğitlik destanı olarak anlatıp yüreklerini soğutmakla yetinmekteler.

Oysaki Sultan Selahaddin de tarihin akışına yön vermiş tüm güçlü tarihsel figürler gibi yaptıkları ve yapamadıklarıyla günümüz için bir modeldir. Öyleyse 21. asrın Müslümanlarına rol model olabilmesi bakımından Selahaddin Eyyubî simgesinin mücadele boyutunda pek de üstünde durulmayan bir noktaya zihin projektörlerimizi çevirelim: “Dostların ihaneti!”

En bilindik tarihsel okuma, Selahaddin Eyyubî’nin düşmanı Haçlılarla mücadelesi ve bu uğurda çektiği zahmetlerdir. Ama madalyonun bir de diğer yüzü mevcut. Yani ömrünü adadığı Haçlılarla mücadelesinde kendi medeniyet ikliminden olanların onu nasıl yalnız bıraktığı meselesi…Aslında can sıkacağı için pek de bakmak istemeyeceğimiz bu noktalara cesaretimizi toplayarak bakmak, günümüzde içinden çıkamadığımız önemli ve karanlık noktaları aydınlatmak için bir gerekliliktir.

Haçlı istilası başlıyor

Orta Çağ Avrupa’sının kasvetli ikliminde toplanan Clermont Konsili’nde Papa’nın “Deus Le Volt!” yani “Tanrı Böyle İstiyor!” haykırışıyla birlikte, Hıristiyan fanatikler İslam beldelerine akmaya başladı. Gelenler arasında profesyonel savaşçı şövalyeler olduğu gibi sıradan insanlar da vardı. Hem dünyevî zenginleşmeyi hem de uhrevî arınma vaadi masallar diyarı Doğu’ya yürümeyi cazip kılıyordu

Anadolu üzerinden Müslüman Türklerle çarpışa çarpışa Suriye ve Filistin’e inen Haçlılar nihayetinde takvimlerin 15 Temmuz 1099’u gösterdiği gün mukaddes belde Kudüs’ü almışlar ve kimseye merhamet etmemişlerdi. Kendi yazarlarının ifadesiyle şehirde yaptıkları bu katliam sonucu atlarının bileklerine kadar ulaşan kan deryasında şehirde zafer turu atmışlardı.

 Dönemin İslam dünyasının liderleri kendi aralarındaki politik hesaplaşmalarla uğraşmaktan Haçlılara ciddi bir direnme gösterememişlerdi. Hatta Fatımîler Haçlılara destek bile vermişlerdi. Ama daha beter tablolar da yaşandı. Örneğin Tell Başir’de…

1108 yılında Suriye’deki Tell Başir bölgesinde yapılan savaşta bir yanda Müslüman Musul emiri Çavlı Bey ile Katolik Urfa Haçlı Kontu Joscelin yer alırken karşı tarafta yine Müslüman Halep Emiri Rıdvan Bey ile Antakya Haçlı Kontu Tancred bulunuyordu. İşte devrin yerel Müslüman yöneticilerinin küçük politik hesapları sonucu oluşan bu bölünmüşlük ikliminde Kudüs Krallığı, Antakya ve Urfa Kontlukları uzun süre rahat rahat Orta Doğu’da varlıklarını sürdürdü. Ta ki Zengîler adı verilen siyasî iradenin Haçlıları İslam beldelerinden söküp atma projesini ilmek ilmek işlemesine kadar.

Zengî direnişi

Haçlıları bölgeden sökme konusunda İslam âlemi adına en ciddi hamleyi İmadeddin Zengî ve oğlu Nureddin Mahmud Zengî, başlattı. Ama onların İslam âlemine verdiği en büyük armağan Selahaddin Eyyûbî’yi yetiştirmeleri oldu. Selahaddin Eyyubî Zengîlerin emrinde ilk adım olarak iç çalkantılarla sarsılan Fatımî hakimiyetindeki Mısır’a uzandı. Fatımî idaresini ortadan kaldırarak İslam âlemini birleştirme yolunda ilk adımı attı. Mezhepsel bölünmüşlüğün ortadan kalkması Haçlılara karşı İslam direncini güçlendirdi.

Ama Selahaddin Eyyûbî yine gaflet ve hıyanetle yüz yüze geldi. Bu kez karşısına Haçlılar, Haşhaşî fedailer, Müslüman Halep ve Musul emirlerinden oluşan yeni bir ittifak çıktı. O, içerideki bu zihniyeti bertaraf etmeden Kudüs üstüne yürünmeyeceğinin farkındaydı. Bu nedenle yaklaşık 10 yıl bu ittifakı dağıtmaya çalıştı. Bu amaçla Halep’i kuşattığında, biri başarısız olursa diğeri işi tamamlasın diye gönderilen üç Haşhaşi suikastçının saldırısından kıl payı kurtuldu ama kendisini kurtarmak için bedenlerini siper eden iki değerli komutanını kaybetti. Uzun bir mücadele sonucu ittifakın kalbi olan Halep’i aldı ve ittifakı çözdü. Burada da kardeşi Börü’yü şehit verdi. Selahaddin Eyyubî şehre girerken: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin.” ayetini okumaktaydı.

Fetihten sonra ne oldu?

Böylece İslam âlemini birleştiren Sultan Selahaddin, önce Hıttîn’de Haçlıları yendi. Daha sonra Kudüs’e hamle yaptı. Kudüs Haçlı Krallığı teslim oldu. Şehri aldıklarında kimseye acımadan katleden Haçlıların aksine Sultan Selahaddin, şehirdeki Hıristiyanlara merhamet etti. Fidye verebilenler salındı. Yoksul Hıristiyanlar ise serbest bırakıldı. Bir tek dinden dönen Müslümanlara ve Tapınak Şövalyelerine acınmadı.

Kudüs’ün fethinden sonra Haçlı egemenliğine darbe vurmak için hemen Sur kentine yöneldi ama ilk tökezlemeyi burada yaşadı. Onu tökezleten Haçlılar değil kendi askerleriydi. Askerleri kışın bastırmasını, savaşın uzamasını bahane ederek sızlanmaya başladı. Kuşatma önce gevşedi daha sonra kaldırıldı. Ama Selahaddin Eyyubî yılmadı. Kış geçince tekrar toparladığı askerleriyle Haçlılara karşı darbe üstüne darbe vurdu. Bu arada Kudüs’ün Müslümanların eline geçmesi Avrupa’da infial meydana getirdi. Papa’nın çağrısıyla kralların komutasında kalabalık kuvvetler Kudüs’ü geri almak için yola çıktı. Gelen Haçlılar stratejik Akka kentini kuşattı. Akka direnirken Sultan Selahaddin de kuşatanları kuşattı. Müslüman kuvvetler Haçlılardan daha kalabalıktı ama kuşatma bir türlü kırılamıyordu.

Eyyubî kuvvetleri gün geçtikçe yıpranıyor, hazine eriyordu. Sultan, başta halife olmak üzere dört bir yandaki yerel Müslüman yöneticilere mektuplar yazıyor, verdikleri mücadelenin önemini hatırlatıyor ve yardım istiyordu. Bir mektubunda: “Mızraklar kırıldı, kılıçlar köreldi, miğferler parçalandı. Savaş mızrak uçlarını, okları, atları tüketti. Kalan atlar ürkek, kılıçlar kesmiyor, yaralayanlar yaralandı, yüzler gülmüyor” diyerek hem durumu anlatıyor hem serzenişte bulunuyordu dostlarına.

 Akka kuşatması askerleri, parayı ve sabrı tüketiyordu. Denizden destek alan fanatik Hıristiyanlar kenti inatla kuşatıyor, onları kuşatan Selahaddin Eyyubî ise dört bir yana mektuplar yazarak durumun vahametini anlatıyordu. Bu sıralarda Bağdat’taki halifeye gönderdiği bir mektupta kendisinin yalnız bırakılışını şöyle anlatıyordu: “Frenklerden davaları uğruna ölümü hiçe sayan, bu uğurda vatanlarından, ailelerinden sevinerek ayrılan, denizin dalgalarına binerek canlarını tehlikeye atan kişilerle İslam’ın başı dertte. (…)Müslümanlar ise tam aksine sızlanıyorlar, sabır göstermiyorlar. Bölük bölük oluyorlar. Savuşup gidiyorlar, dönmüyorlar. Kalırlarsa para verilince kalıyorlar. Gelirlerse kalplerinde birlik olmadan geliyorlar.”

Mektupta dile getirilen bu acı tablo karşısında Sultan Selahaddin Müslümanları bir arada ve diri tutmak, Haçlılara darbe vurmak için azami gayret ediyordu. Fakat bir gün Cizre sahibi Sencer ülkesine dönmeye çalışıyor, ertesi gün Erbil Hakimi Gökbörü bir bahaneyle memleketine gidiyor, bir başka gün Sincar Hakimi İmadeddin ülkesine dönmek için izin istiyordu. Sultan bir yandan bunlarla uğraşıyor diğer yandan halifeye gönderdiği başka bir mektupta: “Şehir büyük tehlike ile karşı karşıya. Yardımcı askerler şimdi gelmezse ne zaman gelecek? İhtiyaç geçtikten sonra hiç gelmesin!” diye öfkesini dile getiriyordu.

‘Uyan, geri geldik!’

Sonunda Akka Haçlıların eline geçti. Sultan Selahaddin kentteki Müslümanların güvenle tahliye edilmesi için bir antlaşma yaptı. Ama dört sene önce Kudüs’te Hıristiyanlara gösterdiği merhamete karşılık Haçlılar anlaşmaya rağmen 3 bin Müslüman’ı katletti. Hıristiyanların Aslan Yürekli adını verdikleri İngiliz Kralı Richard ile bu şartlarda ciddi bir mücadeleye girdi ve sonunda bir anlaşma ile Kudüs Müslümanların elinde kaldı.

4 Mart 1193’te hayata gözlerini yuman Selahaddin Eyyubî yalnızca düşmanı olan Haçlılarla mücadele etmedi aynı zamanda dostlarının yılgınlığı ve bölünmüşlüğüyle de mücadele etti. Selahaddin Eyyubî bu bakımdan sadece döneminin bir hükümdarı ve komutanı değil verdiği mücadelenin her boyutuyla dünden bugüne Müslümanlar için adeta bir sembol şahıs oldu. Bu nedenle 20. asrın başında Suriye’yi ele geçiren ve Şam’a giren Fransız komutan Henri Gouraud, Selahaddin Eyyubi’nin mezarını tekmeleyerek, “Haçlı Seferleri şimdi sona erdi! Uyan, Selahaddin, geri geldik! Burada bulunmam, Haçın Hilal karşısındaki zaferini kutsuyor!” demişti. Bugün adeta bir fetret devri yaşayan İslam âlemi, Selahaddin Eyyubî’nin tarihsel mücadelesine tüm yönleriyle bakabilirse belki de kendisine günümüz için bir yol haritası çizebilecektir.

@koray_serbetci