Özgürlük insan olmanın en önemli göstergesidir. Çünkü özgür insan, serbestliği yani kurduğu akli bağlamları sonucunda vardığı kararla, yaptıklarının veya yapmadıklarının sorumluluğunu alabilme seviyesinin göstergesi ile ortaya çıkar. Yaptığının sorumluluğunu almayanın veya alamayanın özgürlüğünden söz edilemez.
Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
Serbestlik ve özgürlük çoğunlukla eşanlamlı kullanılan kelimeler. Oysa bu tür kelimelere dikkatli bakıldığında, eşanlamlı bir kelimenin olmadığı ve olamayacağı, belki anlam ilişkisi veya geçişgenliğinden söz edilebileceği görülecektir. Örneğin eş anlamlılık iddiası ile hakimiyet yerine kullanılan egemenlik kavramı, hakkın hakimiyetini güce dayalı bir hegemonya ile ortadan kaldıran bir kavramdır. Bu, tüm eş anlamlılık kapsamına dahil edilen kelimeler için geçerlidir sanıyorum. Bu tür kavramların özensizce birinin yerine diğerinin kullanılması, yerini aldığı kelimenin farkındalığını gizleyip örtbas etmesi gibi bir tehlikeyi de barındırabilir.
Varlığın alameti (varlığı) kendini ifade etmesiyle ortaya çıkar. Varlık var olanın ifadesi ile, yokluk ise herhangi bir ifadenin olmayışı ile anlam kazanır. Tüm varlıklar varoluş kodlarını ifade eden alametlerle bunu gerçekleştirir. Örneğin bir taş, onu taş yapan tüm özellikleri ifade ederek taş ya da cumhuriyet sahip olduğu anlamı ifade edebildiğinde cumhuriyettir. Bu yüzden insan dilinde kavramların anlamının en kapsamlı tanımının, o kavramın temsil ettiği varlığın kendisi olduğu düşünülür. Bu tanım insan aklının o kavrama eklemlediği anlam türevleri hariç tutulduğunda ikna edici bir içeriğe sahip. İnsan dışındaki tüm varlıklar sahip oldukları tüm içeriği bu ontolojik anlam üzerinden ifade ederek varoluşlarını gerçekleştirir. Bu bağlamda insanın iki yönü ortaya çıkıyor. İnsan fiziki varlığı ile bu ontolojik ifade ortamına dahil iken, ya da sahip olduğu fiziki yapısının tezahürü ile bu ontolojide kendini ifade ederken, onu diğer varlıklardan ayıran bilinç yönü ile epistemolojik bir ifadeye de sahiptir. Böylece ontolojik olarak tüm varlıkla aynı evrenin parçası olan insan epistemik yönü ile evrenin ontolojik ifadesinden ayrışıp evrenin karşısında onu sorgulayabilen ve ona müdahale edebilen bir varlık olarak ortaya çıkar. Fiziki yapısının ifadesi için diğer varlıklar gibi bir kelimeye ve dile ihtiyaç duymazken, onu insan yapan bilinç yönü, kelime ve o kelimelerin kombinezonlarından müteşekkil bir dille ifade bulur.
Kolektif ifade ortamı
Ontolojik ifadeler konusunda doğadaki tüm varlıklar birbirinin ifadesini anlayıp doğa olayları olarak adlandırdığımız kolektif bir ifade ortamı kurarlar ve bu ortam doğal ortam olarak özellikle bugün ulaşılması gereken bir hedefe dönüşmüş durumda. Adeta bugün akıl ve bilinç dışı olarak insan dışındaki varlıkların ifadelerinin uyumu olan doğal ortam insan bilincinden daha üstün olduğunu kanıtlamış gibi bir paradoksa işaret ediyor. Doğal ortamda akıl ve bilinç içermeyen varlıkların kavram kullanmadan kurdukları ifade diyaloğu, bilinçli olarak kurulan ve insan bilincini ifade eden dilden daha üstün olduğuna ilişkin bir paradoksa dönüşmüş durumda.
İnsanın bilinç yönü aklın nesneleri olan kelimeler ile faaliyet gösterir. Kelimelerin kökleri veya çekirdekleri varlıkların durumlarını, halleri ve eylemlerini temsil eden isimlerdir. Bir varlığın ismini bilmek ise onu tanımlamak ve ona müdahale edebilmeye ve doğal ortamda olmayan yeni varlık türevlerinin türetilmesine dönüşür. Bu açıdan insan bu kelimelerden kurduğu dil ile kendi varlığına ve tüm varlığa müdahale edebilen bir varlık olma sürecindedir. İnsan dışındaki tüm varlıklar oluşlarının mahiyetini varlık kazandıkları anda gerçekleştirirken insan hayatı boyunca kendi varlığını ve müdahale ettiği tüm varlığı değiştirebilme yetisine sahip bir varlıktır.
Kelimeler bilinç sahibi insanın, varlıklarla diyalog kurabilmesini sağlayan, temsil görevi olan varlıklardır. Onların kök yazılımı varlığın fıtratı dediğimiz yazılım ile aynı köke bağlıdır. Ancak insan bilincinin varlığa olan müdahalesi gibi onu temsil eden kelimeye de müdahalesi mümkün olmuştur. Bu bakımdan neredeyse dil varlığın kendisidir ve dile olan müdahale varlığa olan müdahaleyle aynı yönde gerçekleşir. Çünkü her varlık ifadesi kadar vardır ya da her ifade ona imkan veren varlığı kadar bir ifadeye sahiptir. Bilimin peşinde olduğu da bu ifadenin anlamını kavrayıp insan diline aktararak ona müdahale edebilmek veya onunla diyaloğa geçebilmektir. Bu insanoğlunun varlığa ve elbette kendisine müdahalesinin anahtarıdır. Varlığın temsilcisi olan kelimenin bağlamı değiştiğinde artık o kelime ile varlığın bağlamı ortadan kalkar ve ifade ile varlık arasında bir çatışma hali ortaya çıkar. Bu çatışmada kelimenin epistemesi ile varlığın ontolojisi artık örtüşmez. Biçim ve içerik bambaşka şeyler ifade eder. Bu durum insan kılığına girmiş bir canavar veya tam tersi ile izah edilebilir. Her ikisinde de görünen ile olan aynı değildir. Böylece kavram ile anlam ayrışarak diyalektik imkan ortadan kalkarak insan ve doğa, insan ve insan arasında bir çatışma hali ortaya çıkar. Artık kelimelere kendince anlamlar yükleyerek varlıklara ve diğer insanlara keyfi anlam yüklemeye çalışan insan ile doğa karşı karşıya gelmiş iki düşman olarak, insan ve doğanın mücadelesi başlamıştır. İnsan, doğaya karşı yaptığı bu anlam yükleme işlemini diğer insana karşı da yaparak, insan ile insanın mücadelesini de başlatmıştır. İletişim imkanlarının olağanüstü bir seviyeye geldiği günümüzde, içerikleri gerçek bağlamından kopartılmış mutant kavramların yayılımı emperyalizmin ve onların işbirlikçilerinin en işlevsel silahı haline dönüşmüştür. Artık insan insanın kurdu olmuştur ve bunu fıtratını bozup silah olarak yonttuğu kelimeler ile başarmıştır.
Varlıkların varoluş yazılımı olan fıtratları gibi onları temsil eden kelimelerin de fıtratları vardır. Bu onların çekirdeğini oluşturur ve kelimeler bu anlamı korunarak, yerinde kullanıldıklarında bu çekirdek onu kullanan akılda kök salarak sapasağlam tutunmuş, dalları göğe yükselen ve her mevsim meyve veren ağaca benzer. Bağlamından kopartılıp fıtratı bozulmuş kelimeler ise çiçeği ve meyvesi olmayan kurumuş bir ağaca benzer. Bu hususa ilişkin İbrahim suresi 24,25,26 ayetlerini incelemeyi önereceğim.
Kelimelerin fıtratı diyebileceğimiz çekirdekleri o kelimenin temsil ettiği varlığın kök anlamını ifade ettiği takdirde akıl, varlıklar ve onların anlamları hakkında bağlamlar kurabilir. Aksi takdirde sentetik anlamlarla fıtratı bozulmuş olan kelimeler görünüşte temsil ettiklerine dair anlam ilişkisine izin vermeyecektir. Çünkü gerçek bağlamı kopmuş bir kelimeye sahip akıl da gerçekliğini kaybederek gerçek bağlamlar kuramayacaktır. Tamamen düşünsel evrende gerçekleşen serbestlik yani akli bağlamlar kurma yetisi ancak araçsallaştırdığı kelimelerin gerçek bağlamları ile gerçek anlamlara ulaşabilir. Gerçek bağlamlarından kopuk kavramlara sahip aklın üreteceği anlam dünyası, doğru ile yanlışın eşitlendiği, yanlışın doğru olarak dayatıldığı paradoksal bir dünyanın çelişkilerinden kurtulamayacaktır.
Baş ve bağlamak
Serbestlik, ser ve best, baş ve bağlamak kelimelerinden müteşekkil bileşik bir kelimedir. Baş ile vurgulanan akıldır. Bağlamak ile de bağlam kurmak vurgulanır. Kelime, akli bağlam kurma yetisi anlamına gelir. Akli bağlam kurabilmek ise öncelikle kelimelerin kök veya çekirdek anlamları ile birlikte edinilmesine ve bu çekirdeklerin akılda kök salarak o kelimenin canlanabilmesine bağlıdır. Böylece canlı (gerçek) kelimelerin kök saldığı akıl da canlı bir akıl olarak savrulmalardan kendini koruyacak ve sahip olduğu bu kelimelerle kavradıkları bağlamlar ile serbestliğini(akli bağlam kurma yetisini) başarabilecektir. Bir tohumun özgürlüğü onun, kabuğunu açıp dışarı çıkabileceği ve sahip olduğu tüm kapasiteyi gerçekleştirebileceği bir canlılığa sahip olmasına bağlıdır. Ancak bunun için öncelikle kabuğun sakladığı sağlıklı bir rüşeymin varlığı gerekir. Burada önemli olan kelimenin biçimi ve özünün aynı içeriğe sahip olmasıdır. İşte zihinde mevcut kavramların kök anlamları tohumun ruşeymi gibidir. Biçim olarak tohuma benzese de, içinde rüşeym barındırmayan biçimden onu ifade eden bir anlam çıkması beklenemez. Bu durum ancak onun anlamının ne olduğuna ilişkin ayrışmalarla çatışma ortamları üretir. Türkiye'de siyasetin söz varlığına ilişkin temel kavramlar ne yazık ki böyle bir içerik ve biçim sorunu ile karşı karşıyadır. Bunun en önemli sebebi kavramsal işgal yöntemi ile, bu kavramların bağlamlarından kopartılıp tam aksi yönde, akılla izahı olmayan mitolojik içeriklerle anlam yüklenmeye çalışılmasıdır. Demokratik cumhuriyeti korumak bahanesiyle, onu yıkmak anlamına gelen darbe girişimlerinin mantığı başka biçimde izah edilemez.
Hegemonik bir özne
Buraya kadar iki durum öne çıkmış oluyor. Kendi içeriklerine sahip çekirdek kelimeler ve onların ifade bulabileceği ortam. Bu ortam kelimelerin söz olarak vücuda geldiği ve muhataba yöneldiği analojik bir ortamdır. Bir sözün benzer içeriklerle anlaşılabilmesi o sözü kullanan kişilerin buna dair benzer anlamlara sahip olmasına bağlıdır. Aksi takdirde karşılıklı sözlerin bambaşka anlam ilişkileriyle ifade edildiği söz üzerinde bir diyalog ve bu diyaloğun sorumluluğuna dayalı sürdürülebilir bir diyalektik ortamın gerçekleşmesi mümkün değildir.
Akli bağlam kurma
Denetlenmesi mümkün olmayan düşünce dünyasına ilişkin bir faaliyet olan serbestlik (akli bağlam kurma) kullandığı kavramların içerik ve biçimlerinin örtüştüğü kelimelerle ancak bunu başarabilir. Kavramları içeriği ile hiçbir ilgisi olmayan bağlamda kullanan bir aklın sorumluluğunu üstlenip akıl ve mantıkla izah edebileceği özgürlüğünden söz edilemez. Bu yüzden bu aklın özgürlük anlayışı güce dayalı, sen kim oluyorsun da beni sorguluyorsun ifadesinden öteye geçemeyecek hegemonik bir özne olacaktır.
Özgürlük kavramı Türkçe'nin türettiği, özde olanın açığa çıkmasını ifade eden, kapsamlı içeriklere sahip bir kelimedir. İşte burada özü ifade eden, kişinin düşünce dünyasında serbestçe (akli bağlamlar kurup arkasında durarak) ürettiği anlamlardır. Bu anlam dış dünyaya, diğer insanlara ifade edildiğinde artık özgürlük alanına dahil olur ve bu eylemin öznesi bu ifadenin tüm sorumluluklarını alarak özgür olabilir. Eylem ve ifadeleriyle bir değişikliğe sebep olan özne, bu ifadelerin sahibi değilse veya bunların sorumluluğunu üstlenmiyorsa bu eylemin ve ifadenin öznesi de değildir, dolayısı ile özgür de değildir. Hegemonik güç sorumluluk alan bir gerekçeye veya iradeye yaslanmadığı için onun özgürlükle izahı mümkün değildir. O varlığını hiçbir hakka ve ahlaka dayandırmak zorunda olmayan salt güç olarak özgürlüğün konusu olamaz, hatta kendisini özgürlük bahşeden bir otorite olarak ifade eder.
Genellikle, olumlu anlamda bir şeyler yapma yetisi olarak ifade bulan özgürlük aslında hak ve ahlak bilinci ile çoğu zaman yapabilme gücüne sahip olduğu halde, hiçbir baskı altında olmadığı halde kendi iradesi ile yanlış bulduğunu yapmama olarak gerçekleşir. Onu bu sorumluluk aşamasına getiren ondaki hak ve ahlak bilincidir. Bu bağlamda özgürlük insan olmanın en önemli göstergesidir. Çünkü özgür insan, serbestliği (kurduğu akli bağlamları) sonucunda vardığı kararla, yaptıklarının veya yapmadıklarının sorumluluğunu alabilme seviyesinin göstergesi ile ortaya çıkar. Yaptığının sorumluluğunu almayanın veya alamayanın özgürlüğünden söz edilemez. O zaten serbest olabileceği kavramlara sahip olmadığı için bunu açıklayabilecek akli bağlamlar kuramayan, çoğu zaman başka bir öznenin nesnesi konumunda gönüllü veya gönülsüz bir araçtır. Bu durum sadece siyasi kavramlar alanında değil tüm kavramsal alanlar için de geçerlidir. Bu bağlamda ne yaptığının bilincinde, akli bağlamlar kurabilen ve buradan hareketle üretken bireylerden müteşekkil bilinçli bir toplum için eğitim sistemini kavramsal eğitim anlayışı üzerine inşa etmek gerekir. Bunun için de öncelikle kavramsal materyallere sahip olmak ve bunları eğitimin tüm aşamalarında kullanmak gerekir. İyi ve kötü ancak kendine geçit veren bir yol bulduğunda gerçekleşebilir. Kavramları gerçek bağlamları ile gerçekleşen bir zihin iyiliğin, bağlamlarından kopartılmış kavramlarla gerçekleşen bir zihin ise kötülüğün geçit bulacağı bir zihniyet olarak ortaya çıkacaktır.