Serpme kahvaltı değil israfa davet

Mustafa Çiftçi / Yazar
12.03.2021

Bir organizasyonun davetlisi olarak Türkiye'de bulunan beyfendi ile sabah kahvaltısında buluştuk. Otelde aynı programa gelmiş diğer misafirler de vardı. Biz biraz erken gelmiştik. Beyfendiyle beraber kahvaltı ettik. O zamanlar serpme kahvaltı yok da başka bir rezillik olan açık büfe var. Beyefendi beni korkutmaya yetecek kadar yüklendi. Ve yedikçe yedi. Zannedersiniz ki az sonra balta elinde oduna gidecek. O kadar zalım bir kahvaltı yaptı ki akıllara zarar.


Serpme kahvaltı değil israfa davet

Mustafa Çiftçi / Yazar

Serpme kahvaltı işini kim icat etti bir bilene sorsak. Bizim mutfağımız israfı sevmez. Bir yemekten artan diğer yemeğe malzeme olur. Neden derseniz kıtlık, harp, göç görmüş bir mutfaktır. Yokluk zamanlarında da etli butlu günlerinde de bu mutfak iyi sofralar çıkarmıştır. Ama bir ucu kesif bir israfa dayalı bu serpme kahvaltıyı popüler yapanlar kimlerdir acaba?

Her zaman gittiğim bir kafem var benim. Boş beleş adamlar gelmez. Gençler doğum günlerini orada kutlar, hanımlar kabul gününü orada yapar, emekli amcalar gazete okur, ben de bir köşede kendi okumalarımı yaparım. Temiz sakin bir yerdir. İşte orada her zamanki masamı dolu görünce bir kenara iliştim. Ve avını bekleyen kedi cinsi gibi kendi masamın boşalmasını bekledim. Benim masama oturmuş iki hanım var idi. Yaşları pek genç olduğundan uzun kahvaltıları sevdikleri anlaşılıyordu. Çünkü insan yaşı ilerledikçe işlerin uzamasına mesafeli oluyor. Her iş hemence oluversin istiyor. Uzun lafın kısası masamdaki gençler kahvaltıyı uzattılar. Ben de çok umutlanmadan bekledim. Sonunda hanımlar kalktı. Ben ışık hızıyla masama uzandım. Garson "Abi masayı toplasaydım da öyle otursaydın." dedi ama ben masayı kaptırırım diyerek acele ettim. Hanımların kahvaltısında elli çeşit nevale dizilmişti. Ama kuş kadar yemişler gerisi çöpe gidiyordu. Garson toplamayla bitiremedi. Bu kahvaltı işte meşhur serpme kahvaltıydı. Hanımlar nasıl acıkmışlarsa artık. "Kahvaltıyı serpme yapalım şanımız yürüsün." diyerek masayı donattırmışlardı anlaşılan. Ama iki kişi olmalarına rağmen masaya gelenle bir Afrika kasabası üç gün şenlik yapardı. Garson büyük bir sabırla tek tek topladı. Masa temizlendi. Ben okumaya devam edecektim. Ama aklıma takıldı. Gerçekten lüzum var mı bu kadarına? Gerçekten bu kahvaltının hakkını vererek yemek mümkün mü? Yani iki kişi böylesi bir sofrayı doyuncaya, tıksınrıncaya kadar yeseler bitirebilirler mi? Eğer bitirecek olsalar bu kadar yenir mi? Sorularım cevaplarını davet eden sorular. Bu cevaplar herkesin malumu.

Zalım bir kahvaltı

Şöhretli bir yüzücü var, Micheal Phelps dediğin zaman internetten videoları çıkar. Bu yüzücü bol madalyalı bir sporcu. Madalya namına ne varsa alıyor. İşte bu Maykıl kardeşin bir kahvaltısı var. Bu kahvaltıyı seyrederken bile doyarsınız. Ama Maykıl'a dokunmuyor o yüzmeye başlamadan evvel bu kahvaltıyı yapıyor. Sonra ver elini havuz. O kadar yersen bu kadar yüzersin yani. Sonra internette içerik üretmek için türlü şaklabanlıklar yapanlar Maykıl'ın bu kahvaltısını kendilerine bir meydan okuma belleyip "Biz de yeriz o kahvaltıyı bir oturuşta "diyerek kendilerine mevzu çıkarıyorlar. Ve kahvaltıyı yedikleri videolar çekiyorlar. Nasıl bir mideleri var? Yemek değil maksat videoya "like" almak olunca hayret verici bir iştahla yiyorlar. Serpme kahvaltıyı görünce aklıma Maykıl'ın kan donduran kahvaltısı geliyor. Onun o kadar zalım bir kahvaltı yapması anlaşılır bir şey. Adam sporcu ve de şöhreti dünya çapında. Onun yemesi, yüzmesi ve kazanması lazım. Ama biz gündelik hayatında masa başından kalkmaya üşenenler olarak serpme kahvaltıyı nasıl bir kör iştahla yemeye kalkıyoruz?

Kitap dolduracak peynirler

Serpme kahvaltıları görünce meğer ne çok peynirimiz ve reçelimiz varmış diyorum. Zaten bir seferinde, "Türkiye Peynir Haritası" çıkarmaya uğraşan bir yazarla tanışmıştım. O zaman bir kere daha anlamıştım ki bizim muhteşem bir lezzet haritamız var. Peynir de o haritada bir işaret sadece. Ama başlı başına bir kitap hacminde olacak kadar çok peynir var. Serpme kahvaltıcılar bu peynirleri bir bir diziyorlar masanıza. Her birinden bir gıdımcık alsanız midenizde yer kalmaz. Bir de reçeller var. Sadece renkleriyle karın doyururlar. İncir reçelinin yeşili ayrı bir yeşil olarak çilek reçelinin rengi başka bir gönül çelen olarak hazır bulunuyor sofrada. O zaman bir kere daha anlıyorsunuz ki büyük devlet tecrübesi yaşamış bir coğrafyanın zenginliği anlatmayla bitmeyecek bir mutfağı oluyor. Ama mutfağın zenginliğini bir sabah kahvaltısında sofraya dizmek ne bileyim biraz görgüsüzlük oluyor sanki.

Sanırsın oduna gidecek

Kahvaltı meselesi açılınca seneler önce bir otelde tanıştığım bir beyfendiyi anmadan geçemem. Bir organizasyonun davetlisi olarak Türkiye'de bulunan beyfendi ile sabah kahvaltısında buluştuk. Otelde aynı programa gelmiş diğer misafirler de vardı. Biz biraz erken gelmiştik. Beyfendiyle beraber kahvaltı ettik. O zamanlar serpme kahvaltı yok da başka bir rezillik olan açık büfe var. Beyefendi beni korkutmaya yetecek kadar yüklendi. Ve yedikçe yedi. Zannedersiniz ki az sonra balta elinde oduna gidecek. O kadar zalım bir kahvaltı yaptı ki akıllara zarar. Sonra kahve içmeye başladık. Beyfendi kahvaltı üzerine ne kadar içilebilirse o kadar kahve içti. Sonra diğer misafirler kahvaltıya indiler. Beyefendi her gelenle sanki sıfırdan başlıyor gibi yedi. Ben toplantıyı falan bıraktım beyfendinin ne zaman çatlayacağını beklemeye başladım. Ama boşa beklemişim. Benim sayabildiğim kadarıyla beyfendi üç kere kahvaltı etti. Her birinde de zırh gibi doymuştur. O zaman insanın kör boğazından ve nefsinden korktum. Sonra merakımı yenemedim. Beyfendinin vücuduna baktım. Bu kadar yemeğe herhalde tombalak olması lazımdı. Çünkü boyu kısaydı. Ama kilosu da makul denecek durumdaydı. İşte o zaman ellerine baktım. Bir kişinin halini elleri hemen ele verir. Beyfendinin elleri kerpeten gibiydi. Kahve içtiği kupayı bir kavrayışı vardı görmeye değer. Bu beyfendi muhetemelen beden işçisiydi. Bu kadar yemeye bir de çalışmıyorsa artık herhalde bu mesele tıpçıları ilgilendirecek kadar garip bir vaka olurdu.

Kolumuz kopmadan...

Bu beyfendiyi anlatma sebebim; normal insanlar için serpeme kahvaltı bir israf sebebidir. Ama böylesi yeme içme azmanı olmuşlar için kahvaltıyı nereye kadar serperseniz serpin fark etmez yerler. Ama mesele yedikten sonra ne yaptığınızdır. Yer ve oturursanız o kahvaltı sizi sarar nefes aldırmaz. Ama yedikten sonra kırk adım atmalı diyerek en azından yürürseniz daha insana yaraşır bir iş yapmış olursunuz.

Modern dünya bir işi allayıp pulluyorsa o işte muhakkak bir israf ve körlük oluyor. O körlüğe karşı en meyilli olan insanoğludur. Serpme kahvaltıdan evvel de açık büfe popüler idi. Açık büfede ne türlü rezillikler yaşandı ve yaşanıyor ama engel olamıyoruz. Modern dünya hızla giden bir tren gibi durdurmak için kolunuzu uzatınca kolunuz kopuyor. Zor bir durum. Ama en azından treni durduramazsak da kendi vagonumuzda yani şahsi hayatımızda bazı körlüklere engel olabiliriz. Kahvaltımız serpme olmasın mesela neyimiz eksik olur ki değil mi ama...?

[email protected]