Şi Jinping'in Moskova ziyareti: Mesaj ne?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / İstanbul Nişantaşı Üniversitesi
25.03.2023

Rusya, Çin'in pragmatik ve ABD'nin hegemonyacı duruşuna karşı olmasından faydalanarak Pekin-Moskova işbirliğini uluslararası kamuoyuna gerçek bir ittifakmış ve Moskova hiç yalnız değilmiş gibi sunmayı tercih etmekte, zira buna çok ihtiyacı var.


Şi Jinping'in Moskova ziyareti: Mesaj ne?

Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Rusya Devlet Başkanı Putin'i tutuklanma kararı almasından hemen sonra Çin Devlet Başkanı Şi Jinping'in Moskova'ya uçtu. Tüm uluslararası topluma, bu toplumun normlarına yönelik bir eleştiri mi dillendiriliyordu? Çatışma çözümü konusunda kollarını sıvadığını daha yakın zamanda duyurmuş Beijing için ilginç bir yaklaşım. Bu yüzden herkes bu ziyaretin sembolik bir anlamı olup olmadığını ve sonuçlarını merak ediyor. Kamuoyu ilgisinin farklı sebepleri de var: En başta ABD'nin kurmuş olduğu liberal düzen, yeni Soğuk Savaş ile sınanıyor. Daha önce de ABD'nin tek yanlı politikalarıyla sınanmıştı. İki sınama, bugün başka başka krizlerle (kapitalizmin krizi, enerji krizi, emlak krizi, gıda krizi, iklim krizi, kimlik politikalarının krizi, mülteci krizi vb) iç içe geçiyor. Washington, bu krizlerin bir kısmını kendi haline bıraktı. Tek taraflı politika yürüttüğünü göstermeden örtülü bir tek taraflılık izliyor, ama en çok korktuğu sınama yeni güç mücadelesinde kendisine yakın rakiplerin ortaya çıkması zira böyle bir durumda krizleri yönetememenin de tek taraflı takılmanın da maliyeti artabilir.

ABD'nin 2.0 hegemonya hayali

ABD, şimdilik süper bir formül buldu: mini-taraflılık. AUKUS, QUAD vb oluşumlarda görüldüğü gibi kendisine yakın bazı aktörlerle bir tür cazip ve sınırlı işbirlikleri geliştiriyor. Bu işbirliklerinin temel meselesi de Çin'miş gibi gözüküyor. ABD'nin bu yeni davranış biçimini birçok uzman aslında revizyonist olarak tanımlıyor. Yani ABD'nin gelecekte çok taraflı uluslararası sistemin, liberalizmin, Çin'e sağlayabileceği avantajlardan korktuğunu, bu nedenle önleyici olarak sistemi kendisinin revize ettiğini düşünenler var. Bir nevi önalıcı, önleyici revizyonizm. Bu görüşe göre Washington, bunu uluslararası sistemdeki gücünü korumak ve hatta hegemonyacı düzenin 2.0 sürümünü gerçekleştirmek için yapıyor. O 2.0 sürümde Moskova ve Beijing'in payına ekmek kırıntısı bile düşmeyecek anladığımız kadarıyla. Elbette Beijing aptal değil ve çatışma çözümüne-arabuluculuğa yaptığı vurgu ile kendisini, revizyonist ve zarar verici ABD'ye karşı liberal düzenin savunucusu olarak konumlandırabilir. Buraya kadar hikâyede çok bir sorun yok ama işte gidip Putin ile yüzyıllık değişimlere imza atıldığı mealinde sohbetler yapılınca Beijing'in kurmak istediği imaj da biraz zedeleniyor, ya da en azından Batı'nın yaptığı propaganda bu yönde.

Washington rahatsız

Putin ve Şi'nin el sıkışıp, birbirlerinin omuzlarını sıvazlamalarında ve Şi'nin kurmaya çalıştığı imaja rağmen bunu yapmasında ABD'yi rahatsız eden bir yön var. Dengelemenin doğası sistemde revizyonist aktör ortaya çıkarsa, düzeni korumak isteyenlerin ona karşı birleşeceğini söyler. Maşallah, bugün sistemde revizyonist aktörden bol bir şey yok. Elini sallasan küçüklü-büyüklü revizyoniste çarpıyorsun. Malum Rusya revizyonist, ama işte ABD de revizyonist. Eğer Çin düzeni korumak istiyorsa kimi kime karşı dengeleyecek. Rusya ile işbirliği yapıp, ABD'yi dengelemeye karar verirse Çin, bu ABD için kötü bir senaryo olur. Biden yönetimini bugün içeriden eleştirenlerin birçoğu ABD'yi yeterince esnek bir politika izlememekle bu yüzden suçluyor. İdeolojik bir tutum takınan, kabaca söyleyelim demokrasi maskesi giyip, kendisini diğerleri için konuşulmaz, anlaşılmaz, iş yapılmaz hale getiren ABD alan kaybediyor. Riyad ve Tahran birbiriyle Çin vasıtasıyla anlaştı. Şaka gibi, buz gibi bir gerçek. Gerçekten de Biden yönetiminin kendisi gibi düşünmeyen ülkeleri dışlaması, rakibi Çin gibi diğer büyük güçlerin özellikle üçüncü dünya ülkelerine, sistemde ABD'nin, Batı'nın konumundan, politikalarından memnun olmayanlara erişimini kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla, ABD açısından mantıklı olanın Rusya ve Çin'in arasını açacak şekilde iki tarafla da görüşebilir olmak olduğunu düşünenler Putin ve Şi dostluk, kardeşlik, işbirliği vurgusu yaparken muhtemelen kahroldular.

Zayıf bir Rusya idare edilebilir mi?

Bugünün Batı dünyası Çin yönetimini ve Rusya Federasyonu'nu revizyonist ülkeler olarak tanımlamaktadır. Dedik ya, elini sallasan revizyoniste çarpıyorsun. Ancak bu iki ülke arasında halihazırda ciddi farklılıklar mevcuttur. Örneğin, Rusya'nın gücü gittikçe azaldığı için alanının uzmanları Moskova'yı mevcut liberal düzeni bozacak ve yerine yenisini koyacak kapasitede bir ülke olarak kabul etmemektedir. Nitekim Rusya'nın sadece yakın ve biraz uzağındaki alanlarda sebep olduğu istikrar bozucu, çatışmacı davranışları bu görüşün haklı olduğu yönünde bize kanıt veriyor. Buna rağmen, Putin Rusya'sının izlemiş olduğu bu saldırgan ve iddialı politikasının gerisinde hala -her ne kadar mümkün olmasa da- büyük bir güç olma hayali yatmaktadır. Aslında, Moskova'nın esas telaşı ve amacı izlediği bu iddialı ve saldırgan dış politikalarla bir zamanlar sahip olduğu eski büyük güç statüsünü geri kazanmaktır. Rusya, bir yandan da izlediği bu iddialı dış politikasıyla özellikle rakiplerine Dünya'daki pek çok sorunun kendisine rağmen çözülmeyeceği mesajını vermek istemektedir. Uluslararası ilişkiler alanının uzmanları, Moskova'yı mevcut büyük güç rekabeti içinde sahip olduğu kapasite bakımından değerlendirdiklerinde Rusya'yı reaktif ve fırsatçı bir revizyonist güç olarak tanımlamaktadır.

Dolayısıyla Batı, neden fırsatçı, küçük bir revizyonistin ağzına bir parmak bal çalmayı tercih etmedi sorusunu önemli bir soru. Anlaşılan Washington'da birileri Kennan'ın (çevreleme siyasetinin babasının) tahtında oturuyor ve şöyle diyor: asla bir parmak bal yetmez. Ya da birileri şöyle diyor, bir parmak bala bile değmez. Ama sonuçta, eğer Rusya yeterince güçsüz ise Batı dışındaki büyük güçler, örneğin Çin, bir parmak balı esirgeyecekmiş gibi gözükmüyor. Beijing'in Kremlin'in burnuna yaklaştırdığı bal nasıl bir bal: yemesi pek zevkli bir tür çiçek balı mı yoksa bir kaşıktan fazlasında sizi çok hayırlı bir yolculuğa çıkartmayacak deli balla dolu bir kavanoz mu sallanıyor Moskova'nın gözü önünde. İşte bu noktada iki sorunun cevabını düşünmek zorunlu olmaktadır: (i) Çin Devlet Başkanı'nın Moskova ziyareti aracılığıyla Beijing neden küresel barışı kurmaya hevesli bir güç olarak ortaya çıkmıştır- ve dolayısıyla Ukrayna Savaşı'nın tarafları arasında neden arabulucu olmak istemiştir- ve (ii) İkinci olarak, Şi Jinping'in son ziyaretinde neden mevcut liberal düzenin reforme edilip korunması gerektiğinin altını çizmiştir. Sanki Rusya'ya yönelik bir kaşıktan fazlasına tamah etme uyarısı söz konusu.

Çin bir taşla üç kuş vurabilir mi?

Bilindiği üzere, Ukrayna Savaşı sırasında Çin nötr/tarafsız bir politika izlemeye çalışmış ve bu çerçevede çözüm önerisinde bulunmuştu. Bu bağlamada, Ukrayna'nın bağımsızlığına destek vermiş ama öte yandan hatalı ABD/NATO politikalarının şu andaki Ukrayna Savaşı'na neden olduğunu söylemekten de çekinmemişti. Daha da önemlisi, Ukrayna Savaşı sırasında Batılıların itirazlarına rağmen Moskova'yı suçlamamış ve tabii ki Batı menşeili yaptırımlara da taraf olmamıştır. Bilindiği üzere, Avrupa-Atlantik Dünyası Çin'i önerdiği 12. Maddelik barış planını özellikle, Rusya'nın işgal ettiği toprakları terk etmeye zorlamadığı gerekçesiyle reddetmiş ve Pekin'i Ukrayna meselesinde Rusya'nın destekçisi olmakla suçlamışlardır. Sonuçta da Pekin'in Ukrayna ile ilgili olarak gerçekleştirmek istediği arabuluculuk girişimi neticesiz/güdük kalmıştır. Aslında ifade ettik, kaşık dolusu bal sonuçta Ukrayna/Avrupa'dan teklif ediliyor ve olay bu şekilde paketlenirse Rusya'yı bilemeyiz ama (sonuçta bu yazıyı yazarken aklımın bir köşesinden de bal yemekten sarhoş olmuş sevimli ayı yavrusu, Balkız'ın görüntüsü geçmedi değil) sonuç Ukrayna/Avrupa açısından çok cazip değil. Bu ziyarette, Şi olayı daha güzel paketlemeye, liberal düzene bağlamaya bu nedenle özen gösterdi. Böylece hem bir fırsat çıkını, hem de kambur olarak taşıdığı Rusya ile "sınır tanımayan dostluğunu" meşrulaştırmasının da mümkün olduğunu düşünüyor olmalı Şi.

Ukrayna Savaşı başlamadan hemen önce, Rusya lideri Putin ile Çin lideri Şi Jinping bir araya geldiklerinde aralarındaki dostluğu sınırsız olarak (no-limit friendship) olarak ifade etmişti. Bir iddiaya göre, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping Putin'in Ukrayna'ya böyle büyük bir çapta saldırı başlatacağını asla tahmin etmemiş ve dolayısıyla oldukça şaşırmıştı. Çin'in ile Rusya ile sürdürmekte olduğu mevcut ilişkide paylaştıkları en önemli ortak nokta ABD'nin hegemonyacı yönetimine ikisinin de karşı olmaları ve dolayısıyla çok taraflılık prensibini desteklemeleridir. İki taraf arasındaki ikinci önemli işbirliği alanını ise tabii ki enerji konusudur. Bu iki hususun geçerliliği ortadan kalmadıkça bizler Pekin-Moskova yakınlaşmasının devam edeceğine emin olabiliriz. Ancak, şu da bir gerçek ki bu iki ülke arasındaki ilişki henüz siyasi ve askeri bir ittifak ilişkisi de değildir. O nedenle sınır tanımayan dostluğun sınırları üzerinde konuşmak da şaşırtıcı değil. Ukrayna Savaşı'nın yarattığı ikili ilişkilerdeki soğukluk anından sonra şimdi deniyor ki "sorun yok, Rusya'nın gözünün neden döndüğünü anlıyoruz. Ama hala yapılabilecekler var, üstelik Çin bunları yapabilecek güçte". Kısaca, Çin Devlet Başkanı Moskova ziyaretinde Rusya ile ikili, bölgesel/küresel meselelerin yanı sıra özellikle Ukrayna mevzusunu konuşarak sorunlara diplomasi yoluyla çözüm bulunabileceği mesajı vermek istedi. Böylece Beijing, bir taşla üç kuş vurmak istiyor. İlk kuş ile Beijing, Çin'in nötr/tarafsız bir devlet olma imajını pekiştirerek ABD içindeki eleştirel sese ve Avrupalılara sesleniyor. Mesaj açık: Çin'den asla bir Balkız, bir bal delisi çıkmaz. İkinci kuşla, Şi önemli bir fırsat olarak düşüşte bir güç olan Rusya'yı yanına alarak Dünya'nın farklı alanlarında kendisine yönelen ABD menşeili kuşatıcı saldırıları savuşturabileceğini, ABD'yi dengeleyebileceğini göstermeye çalışıyor. Üçüncü kuş ise Çin için çok önemli. Beijing, liberal düzenin değerini bildiğini, kendisinin reformist bir aktör olduğunu, ABD'den daha iyi bir liberal olabileceğini söylüyor.

Çin, reformist ve liberal...

Mao Tse-Tung'tan sonra, Çin'i yöneten kadrolar dış politika yönelimlerini uluslararası sistemin çok taraflı kurumlarında var olacak şekilde reforme edip barışçıl bir söylemle hareket etme kararı verdiler. Bilindiği gibi, Çin halihazırda BM'nin bütçesine katkı sağlayan ikinci ülke konumunda olup Dünya Ticaret Örgütü'nün de bütçesine katkı sağlayan üçüncü büyük güçtür. Çin'i yöneten bugünkü siyasi kadro, Beijing'in ekonomik gücünü devreye sokmak suretiyle Çin'in mevcut uluslararası kurumlardaki etkisini ABD'ninkiyle eşitleyerek Washington'u yumuşak gücüyle dengelemek (soft-balancing) istemektedir. Tabii, bu durum Beijing'i dış politikada tedbirli bir iddialı güç olmaktan alı koymuyor. Nitekim Çin'deki yönetim Dünya'da uluslararası sistemden memnun olmayan ülkelerle yakın ilişkiler geliştirme fırsatını hiçbir zaman kaçırmamış ve olası potansiyel ülkeleri kendine yakın tutmak için azami çaba sarf etmiştir. Özellikle, üçüncü dünya ülkeleri arasında Beijing rejiminin özellikle ekonomi alanında kaydettiği başarıya bu ülkelerin nasıl hayranlık duydukları bir sır değil. Bu durum tabii ki, Çin'in Bir Yol Bir Kuşak Projesi'nin (BYK) bu ülkeler nezdinde kabul görmesini kolaylaştırmıştır. İlaveten Çin'in Afrika, Latin Amerika, Orta Asya gibi bölgelerdeki ülkelere sağladığı yardımları- BYK ve benzeri ekonomik projelerde olduğu gibi- Batı yaptığı gibi gibi demokrasi, hukukun üstünlüğü v.s. gibi şartlara bağlamaması Pekin'in işini olukça kolaylaştırmaktadır.

Bu haftaki Şi Jinping'in Moskova ziyareti sırasında iki liderin yaptığı açıklamalara ve yayınlanan belgelere bakarak ABD karşıtlığı çerçevesinde gelişen Çin-Rusya ilişkilerinde Beijing'in Moskova'yla beraber mevcut liberal düzene karşı alternatif yeni bir uluslararası sistem/düzen istediğini söyleyenler bence yanılıyorlar. Bilindiği üzere, Şi Jinping'in Moskova ziyareti sonunda taraflar arasında, iki ortak bildiri (Yeni Dönemde Kapsamlı Stratejik Ortaklığın Derinleştirilmesine İlişkin Ortak Bildiri ve Çin-Rusya Ekonomik İşbirliğinin 2030'a kadar Geliştirilmesi Planına İlişkin Ortak Bildiri) ve 12 adet mutabakat imzalandı. Ancak yukarıda söz ettiğimiz üç hedefin dışına Beijing çıkmadı yani Rusya ile işbirliğini bugün geldiği noktadan daha fazla askerileştirmedi. Bugün ABD'ye meydan okuyabilen yegâne tek büyük güç olmasına rağmen Çin'in kapasite olarak Washington ile kıyaslanması halinde Pekin'in askeri-ekonomik alanda Washington'un hala gerisinde olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, tedbirli bir iddialı güç olarak Çin'in istese bile henüz yeni Dünya düzenine geçişi sağlaması olası değildir. O yüzdem şimdilik reformist bir gündem belirlemek, bu gündeme pek çok aktörün dikkatini çekmek Çin için en önemli şey.

...ama mecbur kaldığından

Rusya ise an itibariyle, Çin'in bu pragmatik ve ABD'nin hegemonyacı duruşuna karşı olmasından faydalanarak Pekin-Moskova işbirliğini uluslararası kamuoyuna gerçek bir ittifakmış-her ne kadar Çin ve Rusya liderleri bu işbirliğinin askeri-ideolojik olmadığını söyleseler de- ve Moskova da hiç yalnız değilmiş gibi sunmayı tercih etmekte, zira buna çok ihtiyacı var. Çin Devlet Başkanı Şi bu hafta yeni bir yüzyılın ve değişimin geldiğini Moskova'dan müjdelerken Beijing'in bu retoriğinin aksine pratikte oldukça farklı davranması bir çelişki gibi görünebilir. Ancak, Çin'in bu davranışının gerisinde zaman içinde Çin'in liberal sistem içinde kalarak potansiyel gücünü pekiştirerek ABD'yi yakalama stratejisi yatmaktadır. Yani karşımızda bal peteklerini değil, arılara sahip olmayı arzulayan bir güç var. Çin, tabi arzu ettiği bu noktadan oldukça uzakta. Küresel sistemin bir gün dönüşümü sonucunda Dünya'nın çok kutuplu ya da Çin'in egemen olduğu bir sisteme dönüşmesini bekleyenler için de uzun bir bekleme dönemi olacak. Bu uzun bekleme döneminde tabii ABD'nin önleyici revizyonizmi sonuç verebilir ya da Çin tökezleyebilir. Şimdilik Beijing adımlarını sağlam atıyor ve tökezlemeyi Rusya ve ABD'ye bırakıyor gözüküyor.

[email protected]