Şii jeopolitiği ve 2023 seçimleri

Prof. Dr. Metin Aksoy / Selçuk Üniversitesi Rektörü
11.03.2023

İran'ın mezhepçi politikaları romantik değil aksine reeopolitik zemindedir. İran için Şiilik dış politik çıkarlarını gerçekleştirmek için konjonktürel olarak kullandığı bir araçtır. Bunun iyice kavranması en azından Saadet Partisi'nin Erbakan Hoca'nın çizgisine geri dönmesini kolaylaştıracaktır.


Şii jeopolitiği ve 2023 seçimleri

Türkiye 2023 seçimlerine doğru giderken özellikle seçim ittifaklarının tektonik alt yapısına dair yaşanan gelişmeler seçim sonrası döneme dair muhtemel senaryoların da nüvelerini bünyesinde barındırmaktadır. Elbette söz konusu tektonik yapının Cumhur İttifakı'nı betimlediğini ileri sürmek mümkün değil. Zira ittifak mevcut Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın adaylığını henüz seçim telaşı başlamadan deklare etti ve MHP ile AK Parti arasında herhangi bir milletvekili-bakanlık pazarlığının yapılmadığı da aşikâr. Buna mukabil aynı iddiayı 6'lı Masa için öne sürmek mümkün değil. Oldukça sert bir deklarasyonla 6'lı Masa'dan ayrıldıktan sonra yaşanan siyasi pazarlık süreci ile İYİ Parti'nin masaya geri dönmesi; masada yer alan CHP dışındaki parti liderlerinin cumhurbaşkanı yardımcısı olarak öne çıkarılması; her partinin en az bir bakanlık alacağının ve daha fazlası için oy oranlarına bakılacağının vurgulanması; müphem bir madde ile Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlarının cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atanacaklarının vaat edilmesi gibi gelişmeler 6'lı masanın yoğun ve kaygan pazarlık zeminini göstermesi açısından oldukça çarpıcı gelişmelerdir.

Altı partini tutkalları

Tüm bu pazarlık sürecinden sonra ortaya çıkan sonuç ise CHP liderinin 6'lı Masa'nın adayı olarak duyurulması ve HDP'nin 6'lı Masa'nın adayına destek vermeye meyilli olduğunu gösteren açıklamalardır. Buraya kadar sıralanan gelişmeler ülke kamuoyunu şaşırtsa da bunların toplum tarafından absorbe edilemediklerini söylemek mümkün değil. Çünkü temel hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı alaşağı etmek olan altı farklı partinin tutkallarından bir diğeri de siyasi pazarlıkla elde edilecek milletvekili ve bakanlık koltukları. Hal böyle olunca hem siyaset zeminlerinin oldukça tektonik ve kaygan olması hem de sık sık trajikomik durumların yaşanması kaçınılmaz. Bahse konu trajikomik durumlardan en çarpıcı olanlarından ilki "Yeter! Söz Milletin" sloganı nezdinde yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Adnan Menderes'li Demokrat Parti'nin tek parti iktidarına karşı halkın hissiyatını yansıtan bu sloganı seçim mottosu olarak belirlemesinin akabinde Gültekin Uysal'lı Demokrat Parti vakti zamanında İsmet Paşa'nın tek adamlığına "yeter" dedikleri gibi 2023 seçimlerinde de "yeter" diyeceklerini deklare etti. İşin ilginç yanı ise söz konusu sloganın vakti zamanında yöneldiği CHP, İsmet Paşa'nın CHP'si ise şimdi Demokrat Parti'nin ittifak ortağı.

Reelpolitik bakış

Çarpıcı trajikomik gelişmelerden bir diğeri ise CHP liderinin adaylığının Saadet Partisi önünde ve Saadet Partisi lideri tarafından Türkiye'ye açıklanmasıydı. Ancak bu gelişmenin ilkinden daha fazla siyasi bir mesajı taşıdığı ve bu siyasi mesaj tam olarak anlaşılamadığı için bu gelişmenin Türkiye seçmeni tarafından çelişki veya vefasızlık gibi betimlemelere konu olduğu kanaatindeyim. Nitekim Saadet Partisi'nin; Erbakan Hoca'nın hayal ettiği Ayasofya'nın ibadete açılması gibi birçok projeyi hayata geçirmesine, Erbakan'a yönelik 28 Şubat sürecini hukuki bir davanın konusu yapmasına ve Erbakan'ı da yerinden eden Türk siyasetine yerleşik ordu vesayetini lağvetmesine rağmen Erdoğan'ın değil de, mütedeyyin kesimin yaşadığı pek çok zorlukta failliği bulunan CHP ile aynı masada yer alması Erbakan ve Erdoğan'a yapılan bir vefasızlık olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu duygusal tespitin dışında söz konusu birlikteliğin dış ve inter-iç birtakım gelişmelerinde de dayatması olduğunu düşünmek gerekiyor. Çünkü sembolik değeri oldukça güçlü olan bu birlikteliği yalnızca vefasızlık duygusuna indirgemek siyasetin duygusal reflekslerle icra edildiği gibi bir kolaycılığa bizi sevk edebilir. Oysa yalnızca Türkiye için değil yakın bölgeler ve dünya siyaseti için de büyük bir önem taşıyan 2023 seçimlerini duygusal reflekslerle değil reelpolitik ile açıklamak daha yerinde bir çaba olacaktır.

Religious turn

Bilindiği üzere "modern" uluslararası ilişkilerin tesis edilmesiyle birlikte dinin veya mezhepsel yaklaşımın uluslararası ilişkileri etkileyen bağımsız bir değişken olmadığı gibi bir mit tesis edilmiştir. Bahse konu mitin geçersizliği yüzyıllar boyunca defalarca ortaya konsa da özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası ilişkilerde dinin veya mezhepsel yaklaşımın etkisi "uluslararası ilişkilerde dinsel dönüş (religious turn)" tabiriyle ortaya konmuştur. Nitekim en basitinden Amerikan ve İsrail dış politikaları böylesi bir bağımsız değişkenin en güçlü şekilde hissedildiği devletlerdir. Bunun iddia edilen bir örneği de henüz Soğuk Savaş sona ermeden önce kendisini göstermiş ve 1979 tarihli İslam devrimi ile birlikte İran dış politikasında din-mezhep faktörü merkezi bir konuma yükselmiştir. Öyle ki devrim öncesinde ABD'nin bölgedeki en önemli müttefiki olan Şah Rıza Pehlevi'nin İran'ı, devrim sonrasında ABD'yi "büyük şeytan" İsrail'i ise "küçük şeytan" olarak nitelendirmiştir. Devrimden sonra İran dış politikasını nitelendirmek için kullanılan diğer kavramlardan öne çıkanlar ise "Şii Hilali", "Şii Jeopolitiği" ve "rejim ihracı"dır.

Bunlardan Şii Hilali Ortadoğu'da Şii çoğunluğun ya da güçlü olan Şii azınlığın bulunduğu bölgeyi tanımlayan jeopolitik bir terimdir. Şii jeopolitiği ise bu Hilal üzerine bina edilen ve İran'ın çıkarlarını yansıtan dış politikayı betimlemek için kullanılmaktadır. Son olarak rejim ihracı ise devrimden sonra dış politikasını "İslam Birliği" olarak kodlayan İran'ın diğer devletleri dar'ül İslam ve dar'ül harb ayrımına tabi tutması ve bu ayrım üzerinden özellikle Müslüman çoğunluğun olduğu ülkelerde İslam rejiminin kurulmasını hedefleyen politikasıdır. Dikkat edilirse tüm bu kavramsallaştırmalarda öne çıkan husus dini-mezhebi bir tasnif değil reelpolitik ve jeopolitik kaygılardır. Hatta İran dış politikasına yön veren temel güdünün din-mezhep değil dinin-mezhebin de yer yer araçsallaştırıldığı İran ulusal çıkarı olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Bir başka deyişle İran dinsel-mezhepsel yaklaşımını reelpolitik çerçevesinde kullanmaktadır. Örneğin Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında İran'ın mezhep birliğinden hareketle Azerbaycan'ı desteklemesi beklenirken İran Ermenistan'dan yana tavır takınmaktadır.

İran'ın etki kapasitesi

Bunun en temel sebepleri ise İran'ın kuzeyinde yer alan ve İran'ın Şiilik üzerinden kendisine bağlı tutmaya çalıştığı Azerbaycan Türkü nüfusu ile yine Azerbaycan Türkleri nezdinde bu bölgenin "Güney Azerbaycan" olarak itibar görmesidir. Benzer şekilde İran Ortadoğu'da faaliyet gösteren örgütlere destek verirken yalnızca Hizbullah gibi Şii olan örgütlere değil Hamas gibi Sünni yapılanmalara da destek vermektedir. Örnekleri arttırmak mümkün olmakla beraber özellikle 2003 tarihinde Irak'ın işgalinden sonra İran'ın Şii Hilali üzerinde ciddi kazanımlar elde ettiği ortadadır. Bilindiği üzere Şii Hilali Şii Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeler olan Azerbaycan, İran, Bahreyn Irak ve Lübnan ile azınlıkta oldukları ülkeler olarak Türkiye, Yemen, Afganistan, Pakistan, Kuveyt, Suudi Arabistan, Hindistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suriye'yi içermektedir. Bu çerçeveden bakıldığında İran'ın rejim ihracı politikasına karşı Arap dünyasının kalkanı olarak hareket ettiğini ileri süren Saddam'ın devrilmesiyle ve ABD'nin de işgal sürecini sonlandırarak bölgeden çekilmesiyle İran, Irak Şiileri üzerindeki etkisini arttırmıştır. Benzer şekilde Suriye'de devam eden iç savaş koşulları İran'ın buradaki Şii nüfus üzerinde etki doğurma kapasitesini kuvvetlendirmiştir.

Dolayısıyla İran; Suriye, Irak, Lübnan, Yemen gibi istikrarsız ve iç aktörlerin mevcut yönetimlerden hoşnutsuz olduğu devletlerde kendisine yakın kesimlerle kurduğu yakın ilişkileri güçlendirerek Şii Hilalini daha da görünür kılmıştır. Nitekim Arap Baharı'nın ortaya çıkışı bahsi geçen devletlerin daha kırılgan olmasına neden olurken, yerel aktörlerin silahlanarak etki kapasitelerini arttırmalarına ve dış güçlerle yakın ilişkiler geliştirmelerine yardımcı olmuştur. Bu çerçevede İran; Suriye (Suriye Hizbullahı, Bedr Ordusu, Fatimiyyun Tugayı vs.), Irak (Haşdi Şaabi), Lübnan (Lübnan Hizbullahı) ve Yemen'de (Husiler) çeşitli yerel aktörlerle hami-vekil ilişkilerini geliştirerek Suudi Arabistan ve İsrail'i kuşatmış, hem bu aktörlerle mücadelesinde yerel vekillerini kullanarak güç mücadelesinin maliyetini azaltmış hem de bölgede önemli bir güç kazanmıştır. Özetle İran'ın Şii hilalinde yer alan toplumsal muhalefetle yakın ilişkiler geliştirmesi ve onlar üzerinden hem ülke hem de bölge siyasetini kendi lehine çevirmeye çabalaması devrim sonrasındaki dış politikasının yerleşik enstrümanlarından bir tanesidir.

Şii hilali ve Türkiye

Meselenin Türkiye ve 2023 seçimleri ile ilgili kısmına gelecek olursak Irak ve Suriye'den sonra İran'ın yeni hedef olarak Türkiye'yi seçtiğini söylemek yersiz bir tespit değildir. Bu tespitin geçerliliğini doğrulayan bir diğer husus ise Erbakan Hoca'dan sonra Saadet Partisi'ne hâkim olan "İranizm" ya da "pro-İranist" temayüldür. Hatta bir iddiaya göre Erbakan Hoca aktif siyaset yaşamının son zamanlarında bu tuzağa çekilmeye çalışmıştır. Ancak Erbakan Hoca'nın İran ile yakın ilişkileri Batı karşıtlığı nezdinde öne çıkardığı ve İran'ın mezhepçi politikalarına karşı temkinli olduğu bilinmektedir. Oysa günümüzde Erbakan Hoca'nın mirasını sahiplenen Saadet Partisi'nin aynı dengeyi gözettiğini söylemek mümkün değildir. Buna karşılık Saadet Partisi "İranizm" ve "pro-İranist" eleştirilerine yönelik olarak bu iddiaları Türkiye ile İran münasebetlerini bozmaya çalışan çevrelerin bir girişimi olarak değerlendirmektedir. Bu iddiayı dile getirenleri İslam alemine en büyük kötülüğü yapanlar olarak nitelendiren Saadet Partisi, İran ile Türkiye arasındaki mezhepsel farklılığın bu şekilde vurgulanmasının ve İran'ın bölgedeki yayılmacı eğiliminin İsrail'inki ile kıyaslanmasının DEAŞ kafası olduğunu da eklemektedir.

Oysa böylesi bir iddiaya verilecek en güçlü cevap Saadet Partisi'nin Türkiye'nin çıkarlarını önceleyen bir parti olduğunu belirtmek ve herhangi bir devletin "pro"luğunun Saadet Partisi'nin işi olmadığını vurgulamak olurdu. Bununla birlikte 6'lı Masa'nın adayı belirlenirken toplumsal muhalefetin önde gelen temsilcilerinin kamuoyu önünde yaptıkları etnik, dini ve mezhepsel kimliğe dayalı oy hesabı Saadet Partisi'nin söz konusu iddiaya verdiği cevabı boşa çıkarmaktadır. Dolayısıyla burada akla gelen en temel sorular; Saadet Partisi'nin CHP liderinin adaylığına verdiği amansız desteğinin ve CHP ile mütedeyyin kesim arasındaki onulmaz yaralar ortadayken bu kesimin temsilcisi olarak öne çıkan Saadet Partisi'nin liderinin bu adaylığı açıklamak konularındaki ısrarının sebebidir. Bu soruya CHP liderinin kimliği üzerinden yanıt vermek, her ne kadar böylesi bir kimlik vurgusu Cumhur ittifakından değil de toplumsal muhalefetin önde gelen isimleri tarafından yapılmış olsa da kesinlikle kabul edilebilir ve yerinde değildir. Ancak Türkiye'yi bekleyen seçimlerin hem ülkemiz hem de bölgemiz açısından önemi göz önüne alındığında birtakım hususların altını çizme gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

i) İran'ın mezhepçi politikaları romantik bir zeminde değil aksine reeopolitik zemindedir. Dolayısıyla İran için Şiilik dış politik çıkarlarını gerçekleştirmek için konjonktürel olarak kullandığı bir aparat pozisyonundadır. Nitekim Azerbaycan örneğinde görüldüğü üzere İran Şii olmayan grupları Şii olanlara karşı desteklemekten geri durmamıştır. Dolayısıyla İran'ın mezhep üzerinden herhangi bir ülke iç siyasetine müdahilliği İran devletinin açık çıkarlarının bir enstrümanıdır. Bunun iyice kavranması en azından Saadet Partisi'nin Erbakan Hoca'nın çizgisine geri dönmesini kolaylaştıracaktır.

ii) Hem Türkiye hem de yakın bölge siyaseti için mezhepçiliğin ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçlar 2023 seçimlerinden sonra iktidara kim ya da kimler gelirse gelsin tamiri imkânsız bir mahiyette olacaktır.

iii) Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde "kazanma ihtimali yüksek aday" vurgusu yaparken öne çıkarılan adaylar için etnik-dini-mezhepsel kimlikler üzerinden oy hesaplaması yapmak hem bahse konu adayın hem de cumhurbaşkanlığı makamının bütünleştirici değil ayrıştırıcı bir şekilde anılmasını beraberinde getirecektir. En açık şekilde, 6 partili cumhurbaşkanından sonra üzerinde etnik, dini ve mezhepsel bir "demokles'in kılıcı"nın var olduğu bir cumhurbaşkanı profili Türkiye'nin toplumsal bütünleşmesini kaybetmesine sebebiyet verebilecektir.

[email protected].