Sinemayı dinamik bir oluşum içinde görmek

Asım Öz / Yazar
22.09.2018

Sinemanın özü ve biçimiyle gittikçe karmaşıklaştığı böylesi bir dönemde Gevgilli’nin Çağını Sorgulayan Sinema kitabının dışında kalan sinema yazıları mutlaka kitaplaştırılmalıdır. Çünkü onun Türk sineması üstüne açılan yoğun tartışmaların dışında kalmayan yazıları halen önemini korumaktadır.


Sinemayı dinamik bir oluşum içinde görmek

11 Eylül 2018’de vefat eden Ali Gevgilili, 1950’lerin sonlarından 1980’lere uzanan değişim yıllarında Türk basınının önde gelen isimlerinden biriydi. Öğrencilik yıllarında muhabirliğini yaptığı İzmir Ekspres ve ardından Milliyet gazetesine uzanan gazetecilik hayatı boyunca, yaşadığı ülkeyi, sosyoekonomik şartları ve dönemin dünya gerçeklerini en geniş boyutlarıyla anlamaya, tanımaya ve dile getirmeye çalıştı. Yazılarının nesnel görüşlere olduğu kadar kişisel çözümlemelere de açık olduğu ifade edilebilir. 1970’li yıllardan itibaren yayımlanan eserlerinde bilhassa 1981 tarihli Yükseliş ve Düşüş kitabında tarihi kırılmalarıyla Türkiye’nin gidişatını kişisel gözlemleriyle ama mutlaka dünyanın gidişatıyla birlikte vermeye gayret gösterir.  Gazete yazılarında eleştirel kuramcıları hatırlatırcasına iktisat, toplum, siyaset, tarih, kültür eleştirisi, psikoloji gibi disiplinleri birleştirmiştir. Gevgilili farklı disiplinleri gazete yazısına taşıyarak çoğu meslektaşından ayrılır.

Ali Gevgilili, 18 Ocak 1938’de İzmir’de doğdu. Yunanistan- Makedonya sınırında kalan Gevgili (Gevgelija) kentinden göç eden Halil Edip’le F. Münevver Ege’nin oğlu olarak tipik bir orta sınıf hayatı yaşadı.  Onun için İzmir’in Güzelyalı İlkokulu’nda başladığı 1945’ten itibaren gazete okumak kendisi için adeta vazgeçilmez bir tutkuydu. Zaten bu dönemde basın hayatı, Demokrat Parti’nin kuruluşu ve çok partili siyasi hayatın getirdiği sosyal ve politik ilişkilerle bambaşka bir yönelim içine girmişti. Babası her akşam eve Yeni Asır ve Demokrat İzmir gazeteleriyle dönerdi. Oğlunu; “Bugün çok yorgunum şunları bana okur musun acaba?” diyerek gazeteleri önüne sermeyi aksatmazdı. Yıllar sonra “Babalar çoğu kez oğullarına yol göstermektedirler” demesi muhtemelen bu ve buna benzer tecrübelerle doğrudan bağlantılıdır.   Gevgilili, 1949’da Kemal Bilbaşar gibi en yetkin öğretmenlerin görev yaptığı İzmir Karataş Ortaokulu’na kaydoldu.

Eleştirilerin güzergâhı

İngilizce metinlerden dünyayı okuyabilmek amacıyla, ortaokul üçteyken ABD’nin ünlü haftalık dergisi Newsweek’e abone olacak kadar meraklıydı. Daha lise yıllarında gazetecilik Gevgilili’nin vazgeçilmez bir tutkusuydu öyle ki yaz tatillerinde bir gazetede stajyer olarak çalışmayı düşünür. Aslına bakılırsa bunun için fazla beklemesine de gerek kalmaz. 1954 yılında, Demokrat Parti’nin işbaşına gelmesinden sonra yayın hayatına atılan Ege Ekspres’in muhabiridir. Haber yazma tekniklerinin yanında habere başlık atma yöntemlerini ve sayfa taslakları kullanarak tasarım yapmayı, günü gününe her haber üstüne en ince ayrıntılarına kadar çalışmayı yılların çarkından geçmiş usta gazeteci Lütfi Can’dan öğrendi. Bu tecrübeyle okumak için İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne geldiğinde, İstanbul basınında da çalışabilecek yeterlilikteydi.  Hukukta öğrenciyken aynı zamanda o yıllarda iki yıllık öğrenim veren İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde verilen dersleri takip etti. Meslek hayatına erkenden başlayan Gevgilili Yeni İstanbul gazetesinde dört ay çalıştıktan sonra Vatan gazetesine geçti.  Gazetenin genel merkezini Ankara’ya taşımasından sonra bu gazeteden ayrılan Gevgilili, 7 Ocak 1963’te Abdi İpekçi’nin davetiyle Milliyet gazetesinin “İktisat ve Ticaret” sayfasını hazırlamaya başladı.  Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken Ali Fuat Başgil, Tarık Zafer Tunaya gibi isimlerden aldığı derslerin yanında Smith, Marx, Keynes, Schumpeter gibi teorisyenlerin yaklaşımlarını bilmesi yorumlarına fark kattı.

Ali Gevgilili, 1963-1980 arasında gece gündüz demeden yürüttüğü gazeteciliği ile içinde bulunduğu çağı tarihsel derinliği ile kavramaya çalıştı. Günlük basında yazmanın ayrı ve zor bir iş olmasına ilaveten “Düşünenlerin Düşünceleri” ile “Düşünenlerin Forumu” sayfalarında haftanın ana sorunlarını değişik isimlerle masaya yatırdı.1968’deki öğrenci olaylarının akabinde gazetede yer alan bu sayfalarda Türkiye’nin tarihsel yazgısını anlaşılır kılmaya çalıştı.

Türkiye’de yaşanan sosyal dönüşüme her zaman duyarlı olan Ali Gevgilili 1960’lardan sonra sinemanın, toplumsal hayatta yaşanan değişimi sezme konusunda sunduğu görsel/işitsel imkânlara özellikle dikkat çekti. Gevgilili,  Ege Ekspres’te başlayıp Vatan’la sürdürdüğü gazeteciliğini gittikçe derinleştirirken sanata duyduğu ilginin büyümesiyle 1957’den itibaren sinema yazıları kaleme almaya başladı.

Ali Gevgilili, son kertede gazeteciliği belirleyenin her çağın kendine özgü şartları olduğunun farkındaydı. Bu yüzden 12 Eylül 1980 darbesinden önce gazeteciliği bırakarak kültür ve sanat alanına yöneldi. Aslında onun bu tercihi bir yönüyle 20. yüzyıl dünyasının birçok sosyal, siyasal ya da bireysel sorunu üstüne sinema sanatının neler getirdiğini anlatan Çağını Sorgulayan Sinema kitabındaki meselelere dönüşü şeklinde yorumlanabilir. Zira bu kitabı oluşturan ve 1960’larda kaleme alınan metinlerin temel niteliği sinemaya belirli bir ağırlıkta eğilmesi ve bunu siyaset, sosyoloji, psikoloji, sanat zaviyesinden geçmişin kültürel verimlerinden yararlanarak işlemesidir. Gevgilili, pek çok yazısında yabancılaşma kavramını ısrarlı bir şekilde vurgular. Sinemanın muhtelif, potansiyel özgürleştirici eğilimlerine işaret etmeyi de ihmal etmez. Bunları Amerikan sinemasından faşizme, dinden öfkeye çok çeşitli temaları merkeze alarak yönetmenler ve filmler üzerinden somutlaştırmıştır. Değişen sorun ya da kesitlere karşın neredeyse hiç değişmeyen bakış açısı; sinemanın bütünlüklü bir şekilde araştırılmasıdır. Toplum içinde bireye yönelim ama aynı zamanda sosyoekonomik ve düşünsel yapıların insandaki etkilerine odaklanan bir sinema kavrayışı tüm yazılarına yansır.

Sinema dilinin, oyunculuğunun, anlatıcılığının sinema tarihinde yer edinen olağanüstü örneklerini Türk Sinematek Derneği kanalıyla izleme imkânı bulan Ali Gevgilili, sinema eleştirmeninin bazı filmleri, eleştirisini yapmasa bile, sinemaya getirdiği yenilikler, kitleler üstünde yaptığı etkiler ya da belirli bir dönemde içerik ya da biçim açısından taşıdığı çok ayrı özellikler dolayısıyla görmesi gerektiğinin altını çizdi.

Nitekim bu çerçevede çağdaş Amerikan toplumunun iç dinamiklerinden bazılarını anlamak için Sam Packinpah’ın yönettiği Konvoy filmini tahlil eder. Sistemin işlemesini sağlayan şerifler ve trafik polisleriyle şoförlerin çatışmasını anlatan filmdeki uçsuz bucaksız yollar, taşra kentleri ve sosyal çevre ile Amerikan kırsal kesiminin, uzun yol araçlarıyla maddeye bürünen Amerikan kapitalist sisteminin simgelerine dikkat çeker. ABD’deki çok boyutlu yabancılaşma ve bunun neticesinde ortaya çıkan durumları belirli bir eleştirel gözle sunan güldürüleri de ihmal etmez.  Charlie Chaplin’in sinema serüvenini ise modern ekonomilere özgü sıradan insanın simgesi olarak ele alır. Ortalama Amerikalının bir çeşit resmi bunalım hakkından tüm dünyanın hakkına doğru evrilen psikiyatri bağlamında yazdıkları ise dönüşümün mahiyetini kavramak bakımından değerli.  Hiç şüphesiz Gevgilili, eleştirmenin, seyircilerin ticari filmlere dönük ilgisine sınırlı bir etki yapabileceğinin de farkındaydı. Belirli bir düzeyi tutturabilen eleştirmenin yönetmenler üzerinde doğrudan doğruya ama ekseriyetle dolaylı bir etkisi görüleceği görüşünü ileri sürdü.  Yeni Dergi’de 1969’un ilk ayında bir önceki yılı değerlendirirken, Türk sinemasının içindekilerle sinema düşüncesine katkıda bulunanlar arasında kurulamayan diyaloga dikkat çekmesi sebepsiz değildir.  Hâlihazırdaki gerçekliği kısa zamanda değiştirebilecek güçteki eleştirilerinse, ancak çok özel durumlarda mümkün olabileceğini belirtir.

Sinema sosyolojisi 

Hiç şüphesiz Ali Gevgilili, Çağını Sorgulayan Sinema’da bir bakıma sinema sosyolojisi denemesine girişir. Kitap, 1980’lerin ikinci yarısında basılsa da yazıların önemli bir kısmı 1960’ların sonlarında kaleme alınmıştır. Gevgilili, sinema yazarı olarak bir derginin tutumuna uymaktansa, kendine, tarzına, üslubuna ve yöntemine uyan dergiyi seçmeyi yeğledi.  Eleştirilerini Yeni Sinema dergisinde yayımlanan birkaç metni dışında Memet Fuat’ın çıkardığı ve yeni bir beğeni düzeni oluşturmayı hedefleyen Yeni Dergi’de ağırlıklı olarak da  “Sinema Günlüğü”  başlığı altında yayımladı. Bu yazıların bir kısmı yıllar sonra kısmen değiştirilerek Çağını Sorgulayan Sinema’ya alınmıştır. Gevgilili Yeni Dergi’deki yazılarında Türk ve dünya sinemasını tarihin belirli bir dönemindeki insanların dünyasını yansıtan belgeler olarak ele alma tutumunu yansıtır. Öyle ki Roger Vadim’in sinema bakımından kusurlu bulduğu filmleri için bile yapımlarının “her zaman toplumsal bir belge” olacağını ifade etmekten çekinmez. Boris Pasternak’ın önünü açan Doktor Jivago romanını filme alan David Lean’de Batı bireyselliğinin ortak tarihi refleksini görür. Avrupa sinemasında dinin dünyası ile sinema arasında yeni bir diyalog imkânının araştırılması girişimlerini tahlil ettiği yazısında, İslâm’ın ilk dönemleriyle Hz. Muhammed ya da Hz. Ali üzerinden yepyeni yorumlar yapılabileceğini ileri sürer. Ama ona göre ne Arap sinemaları ne de Türk sineması sorunu bu yönüyle ele alabilmiş değildir.

 Buna karşın Ali Gevgilili’nin yazılarının yayımlandığı 1960’lar Türk sineması açısından sıradan yıllar değildi. Sinemaya dair gelişen düşünsel ortamı ve köklü eleştirileri Sinematek’le birlikte ele almak gerektiğini hatırlatan Gevgilili, Türk sinemasının belli başlı yönetmelerini göz ardı etmez.  Ona göre ulusal sinema arayışları çerçevesinde Lütfü Ö. Akad’ın Hudutların Kanunu ile giriştiği çaba Ana ve Kızılırmak/Karakoyun ile yeni bir aşamaya evrilir.   Gevgilili’nin “Türk sinemasının en titiz, en dikkatli, en bilinçli yönetmeni” olarak gördüğü Akad’ın Anadolu gerçeğini araştıran üçlüsü üzerine yazdıkları onun sinema serüveniyle tarih ve toplum arasında kurduğu bağı anlamak bakımından önemli ipuçları sunmaktadır.  Kişisel bir sinema dili oluşturmaya çalışan Metin Erksan’ın Susuz Yaz, Ölmeyen Aşk ve Sevmek Zamanı filmlerine değinen Gevgilili, Yılmaz Güney’in Seyyit Han’ını özellikle anar.

Ali Gevgilili, yabancı film oynatan büyük sinemaların kaliteli Türk filmlerine de kapılarını açmalarını gerekli görmektedir.  Böylece hem sinemacılar gelirlerini çoğaltacak hem de Türk filmlerinin kalitelerinin artması yönünde önemli bir imkân ve baskı gücü de doğmuş olacaktır. Gevgilili, bu çerçevede Lütfü Ö. Akad,  Metin Erksan, Halit Refiğ, Yılmaz Güney gibi Türk yönetmenlerin özellikle kaliteli seyircinin ilgi duyacağı filmler yaptığını ifade eder.  Gevgilili,  1970’lerdeki Türk sinemasının anlatım özellikleri, tekniğiyle oldukça önemli bir yere geldiğini ama toplumun birçok kurumu gibi, sinemanın da yeni sıçramalar yapmak zorunluluğuyla karşı karşıya olduğunu vurguladı.

Ali Gevgilili, Türkiye’yi anlamak için Türk sinemasına yansıyan durumların anlaşılmasının gerekli olduğunu düşünüyordu. Hatta 1989’da bu çerçevedeki denemelerinin ayrı bir kitapta bağımsız olarak bir araya getirileceğini ifade ediyordu. Bir bakıma sinemanın sosyolojik önemini vurgulamak suretiyle gelişmekte olan sinemaya ilginin canlanışına katkıda bulunmuştur. Türk toplumundaki dönüşümün nabzını tutmak ve modernleşmekte olan bir toplumu ana hatlarıyla tanımlamak için Türk sinemasına başvurmuştur. Ona göre Safa Önal’ın Yarınlar Bizim filmi kırsal emeğin kentsel dönüşümü açısından anlamlı bir toplumsal belgedir.  Gevgilili, yenileşme sorununun aldığı yeni biçimlere eğilirken Türk sinemasına dair düşüncelerini de okurlarıyla paylaşır. Elbette 1970’lerde daha bariz hale gelen yenileşme sorunları sineması sadece bu yıllar dikkate alınarak açıklanamaz.

Çatışma dinamiği

Modernleşme, Muhsin Ertuğrul’un yabancı yapımlardan esinlenen ilk örneklerinden itibaren Türk sinemasına bazı yönleriyle yansımıştır. Buna karşın, Türk sinemasında yenileşmenin daha nesnel sorunlarına eğilmesi 1950’lerde vuku bulur. Metin Erksan’ın Âşık Veysel’i,  Atıf Yılmaz’ın Gelinin Muradı kırlarda yaşanan değişimin ilk belgeleridir.  Ona göre 1960’larda Yılanların Öcü ve Susuz Yaz’a erişecek olan kırlardan gelen uğultu bir yönüyle Anadolu bozkırının uysal insanının sessizliğini kırar. Modernleşme sürecine giren insanlar, kendileri kadar çevrelerini de değiştirebileceklerinin farkına varırlar. Dolayısıyla Türk sinemasının bazı filmleri, modern yaşama geçişin sanatsal belgeleri olarak okunmak durumundadır. Sinema giderek kapitalist toplumun eşiğinde dolaşmaya başlayan kent insanının yabancılaşma bunalımlarına da duyarlıdır. Ona göre Erksan’ın Sait Faik’in “Müthiş Bir Tren” öyküsünden yola çıkarak çektiği film bunun örneğidir.  Gevgilili’ye göre Yılmaz Güney’in Umut ve Arkadaş filmleri ise en genel manada kırla kentin çatışma dinamiğini yansıtır. Şerif Gören’in değişimi kırsal kesim içinde vurgulayan Köprü filmi de yenileşme sinemasının bir örneğidir. Atıf Yılmaz’ın Selvi Boylum, Al Yazmalım filmini ise geçiş toplumunun çelişkileri bağlamında ele alacaktır.

 Sinemayı bir bütün olarak kavrayan Ali Gevgilili’nin tecrübeleri ve beklentileri daima düşünsel nitelik taşıyordu. Milliyet gazetesinde hazırladığı sayfalardan da anlaşılacağı üzere geniş çerçevesiyle onun uçsuz bucaksız arayışçılığını kavramanın bir yolu da sinema yazılarına bakmaktan geçer. Türkiye’de beliren yeni ihtiyaç ve gerçekler karşısında sinema eleştirisi sürekli bir gelişim içindedir. Sinemanın özü ve biçimiyle gittikçe karmaşıklaştığı böylesi bir dönemde Gevgilli’nin Çağını Sorgulayan Sinema kitabının dışında kalan sinema yazıları mutlaka kitaplaştırılmalıdır. Çünkü onun Türk sineması üstüne açılan yoğun tartışmaların dışında kalmayan yazıları halen önemini korumaktadır. Katkılarını ve kalıcı mirasını kavramak için daha ayrıntılı ve karşılaştırmalı yaklaşımlar geliştirilmelidir.

[email protected]