Sırat köprüsünden barış kıyısına...

HALİME KÖKCE
12.01.2013


Sırat köprüsünden  barış kıyısına...

elki de içinden geçtiğimiz şu günlerde tarihi bir eşik aşılıyor, savaş ve barış arasındaki sırat köprüsünden geçiyoruz. Belki güzel günler çok yakında...

Belki de sonu hüsranla biten barış girişimlerinden biri sadece ve hayal kırıklıklarıyla dolu barış çabaları köşesinde bu da yerini alacak.

Barış için çok önemli bir vasattır, toplumsal psikoloji. Türkiye son 5 yılda ağır bir süreç yaşıyor. Hem toplumsal psikoloji, barış için elverişli hale geliyor, getiriliyor, hem de toplumun sinir uçlarıyla oynayan eylemler devam ediyor. Her şeye rağmen şunu diyebiliyoruz ama; bugün çocuğunu şehit vermiş bir anne de, oğlu dağda, ölü mü, diri mi bilmeyen bir anne de barış istiyor, barışı en çok onlar hakediyor.

Hudeybiye olsun!

Buradan bakınca savaş ve barış arasındaki sırat köprüsünü bu sefer geçeceğiz diyoruz. Ama başka bir fotoğraf daha var, Hükümet’in başlattığı, Abdullah Öcalan’ın irade koyduğu barış görüşmeleri kamuoyuna açıklandıktan hemen sonra hele bir duralım demedi PKK, Çukurca’dan yeni bir saldırı haberi geldi. Barış için daha kaç kişi ölecek diye soracak olduk. Neyse ki toplumsal psikoloji bu acılardan bir de sağduyu devşirmiş. Barışı istemeyenler var, onlara inat sırat köprüsünde yürümeye devam, dedi.

Hükümet yetkilileri her gün bir yerde konuşuyor, süreçteki kararlılıklarını anlatıyor. Hudeybiye Barış Anlaşması örneği üzerinden barışta hayır vardır mesajları veriliyor. Bu sefer galiba sırat köprüsünden barış kıyısına geçeceğiz!

Heyhat, bu safer de Fransa’dan bir infaz haberi geliyor. PKK’nın kurucularından Sakine Cansız ve iki PKK’lı kadın Paris’te Kürt Enformasyon Merkezi’nde öldürüldüler. İnfazı kimin gerçekleştirdiği çok önemli ama bunu öğrenmeden de şunu görebiliyoruz, bu infazlar doğrudan doğruya yürütülen görüşmeleri hedef almıştır, Orhan Miroğlu’nun dediği gibi, bu Öcalan’a verilmiş kanlı bir mesajdır.

Evimiz neresi?

Ahmet Özcan bizi sırat köprüsünden barışın kıyısına taşıyacak olanın “Kerim Devlet” anlayışı olduğunu söylüyor. “Kerim Devlet yüz odalı bir konaktır ve her odasında milletin farklı bir bileşeni yaşar. Hem konağın tümü hem de o odalar, hem herkese aittir hem de herkesin özel/mahrem dünyasına aittir” diyor. Yani sorunlarımızı çözmek, aslında hepimize ait olanın yeniden hepimize ait kılınması, hepimize ait olduğunun hatırlanması ile olacak. “Ancak böyle bir kalkış noktası, Kürt meselesinin çözümünü bağlantılı olduğu ulus-devlet, milliyetçilik, Alevilik, Ermenilik, Kemalizm ve cumhuriyetçi kaygıların dış merkezlerce kullanımından oluşan totolojik çevrimin dışına taşırarak, yeni olanı sahneye çıkartacak bir manivelaya dönüştürebilir.”

Bu ülke, hepimize yetecek kadar odası olan, büyük bir konak. “Türk Kürt kardeştir” sözünden rahatsız olanlar belki o konakta kendilerine yer olmadığını düşünüyor ya da konağın ortasına duvar örmek istiyor; ama öyle değil işte. Aynı saçağın altında olmak yeterince güçlü bir kader bağıdır. Mirasçıları anlaşamayan konakların sonu hep hazin olur. Konak paylaşılamaz çünkü, doğasına aykırıdır paylaşılmak. Ya birlikte yaşayacaksındır ya da güzelim konağı kundaklayacaksın. O konakta hep birlikte yaşamak varken neden konağı ateşe verelim.

[email protected]