Zaman zaman DEM/PKK çizgisindeki seçmenlerin, vasıfsızların, onun barış için yürüttüğü çabayı başka mahfiller adına yürüttüğünü dile getirdiğini, herkes gibi Sırrı Süreyya Önder de duyuyordu. Bunları sineye çekecek birisi değildi ama barış için her zaman bir iletişim kanalını açık tutmak adına tüm bu ithamlara sessiz kalıyordu. Bundan dolayı da Kürt meselesinin çözüm arayışında en makul muhatap oldu her zaman.
Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar
2009 Yerel seçimlerinde AK Parti, belediye başkanlıklarında çok büyük bir zafer kazanmış olmasına rağmen bir önceki genel seçimlere oranla oyları iki puan düşmüştü. Dönemin genel başkan yardımcısı Dr. Şükrü Ayalan başkanlığında, çok farklı görüşlere sahip akademisyenlerden bir ekip oluşturulmuş ve bütün illerdeki seçim sonuçlarının araştırılıp rapor edilmesi istenmişti. Her akademisyen-yazar, kendi uzmanlık alanı, ilgisi ve merakını mucip illeri seçmişti. Bendeniz de Hakkari, Siirt, Şırnak ve Batman illerine gitmiştim. O zaman parti ile organik bir bağım yoktu henüz.
Bu illerdeki seçimleri o zamanki adıyla Demokratik Toplum Partisinin adayları kazanmıştı. Seçimde dile getirilen vaatler, adaylar, siyasi rekabet, söylemler partilerin temel iddiaları ile çalışma metotları üzerinde yoğunlaşan çalışmayı tamamlayıp hazırladığım raporu elden genel merkeze, Şükrü beye teslim ettiğimde başka bir ilin, Niğde'nin hazırlanan raporunun objektifliği ile ilgili endişelerini gidermek için ayrıca buraya da gitmemi rica edince memnuniyetle kabul ettim. Ve buraya gittim.
Urfa Lokantas ında yaşananlar
Kalacağım otele yerleştikten sonra dışarı çıkıp ili dolaşmak istedim. Gözüme bir "Urfa Lokantası" tabelası ilişti. Girdim içeri selam verdim ve yemekten sonra çay getiren garsona, "Adının güzel yemekle özdeşleşmiş olmasından dolayı mı Urfa adını kullandınız yoksa sahiden Urfa ile bir irtibatınız var mı?" diye sordum. O da patronumuz Urfa/Halfetilidir deyince buradaysa tanışabilir miyim diye rica ettim. Bir iki dakika sonra adam geldi. Tanışma faslı neredeyse "akrabalıkla" bitecekti. Köylerimiz birbirine çok yakın çıktı. Sonra konu seçim ve hükümete gelince ben doğal olarak Kürt meselesinde sessiz bir devrimin gerçekleştiğini söyledim ki herkes o dönemdeki büyük açılımları hatırlayacaktır, adam birden değişti, o akrabalık düzeyinde yakınlaştığımız adam gitti içinden bir canavar çıktı. Ben "icraatla" ikna olacak adam değilim dedi. Elindeki anahtarlığı bana göstererek "Bak hoca burada üç anahtar var, birisi evimindir ve onu bizzat Erdoğan'ın elinden aldım, TOKİ'ye başvurmuştum, kuradan çıkınca törende bizzat o bana verdi. Dünyalar eşimin oldu. Diğer iki anahtardan birisi dükkanımın, birisi de arabamın, onları bizzat ondan almadım ama onun sayesinde aldığımı biliyorum ama yine de ona değil 'kendime' oyumu verdim" deyince ben de "Ama Niğde'de desteklediğin parti aday bile göstermedi" diye cevap verdim. O da "Olsun ben yine de ona oyumu vermedim, vermeyeceğim de" dedi. Nedenini sorduğumda ise adam, gözlerini kapatarak bir makineli tüfek gibi içinde "faşizm, halkların kardeşliği, ekolojik demokrasi, feodalite, gericilik, siyasal İslamcılık, kadın özgürlüğü gibi" kavramlardan müteşekkil epey uzun bir cümle kurunca birkaç gün önce görüştüğüm DTP Şırnak il başkanının da tıpatıp aynı şeyleri söylediğini fark edip daha da şaşırdım. Adama gayri ihtiyari, "Şırnak il başkanı ile tanışır mısın" diye sordum. "Hayır, tanımam bilmem" dedi.
"Ama o da bu konuda sizinle aynı düşünmenin ötesinde tıpatıp aynı cümleyi kurmuştu" dediğimde adam, "Bu çok normal değil mi, zira hepimiz aynı 'toplumsal gerçekliği' biliyoruz" diye cevap verdi. O zaman ben içerikten yoksun bir ideolojik argümana dayanan kara propagandanın ve gayri nizami harbin, kişilerin zihnini nasıl iğfal ettiğini tecrübe ederek fark ettim. Herkes aynı yazarları okuyor, aynı gazeteleri alıyor aynı bildiri metinlerini ezberliyordu. Ve fark ettim ki PKK, ülkenin her köşesinde irtibat kurduğu Kürt'ü adeta bir hizmet içi eğitim sürecinden geçiriyor, aklını başından alıp kendi cebine koyuyor. Ayrıca örgüt bunu küresel bir düzeye taşımış, irtibat kurduğu her bir aktörün aklını cebine koyabilmiş.
Normal iletişim imkansız
2016 yılında Fransa/Nice'de bir dostumla Ramazan ayında iftar için bir yer bakınırken bizim coğrafyaya ait olduğunu düşündüğümüz bir lokantayı görüp içeri girdik. Sipariş almak için gelen garsona, espri olsun diye hangi dilde hitap etmemizi istediğini sorunca "Kürtçe" diye cevap verdi. Ben de Türkiye Kürt'ü olduğumu söyleyince birden yüz ifadesi değişti ve Türkiye'yi kötülemeye başladı. Ben de çıkıştım, yaptığının hem büyük bir nezaketsizlik ve edepsizlik hem de iş ahlakına uymayan bir kabalık olduğunu söyledim. Kendimi Türkiyeli olarak tanıttığım halde bana karşı saygısız tavırları sürdü ve daha önce bahsettiğim, Şırnak İl Başkanı ve Niğde'deki Urfalı lokantacı ile aynı ifadeleri arka arkaya sıralayınca sahiden irkildim.
Yukarda arz ettiğim anekdotları çoğaltmak pekala mümkün ama buna gerek yok sanırım, pek çoğumuz kendisine ezberletilmiş cümlelerle konuşan bu sosyolojiden biri veya birkaçı ile muhakkak muhatap olmuş ve aynı ortamda bulunmaktan bunalıp bir kaçış yolu aramışızdır. Zira dünyaya kör, kendi kültürüne ve sosyolojisine yabancılaşan bu kitleden herhangi birisi ile normal iletişim kurmak mümkün değildir.
"Türkiye Cumhurbaşkanı gece yarısı uçağa atlayıp Mardin'e iniyor oradan Kamışlıya gidip İŞİD ile birlikte Kürtleri katlediyor" diyen ve bunlara inanan bir kitle var karşımızda.
Kürt meselesinin birçok yönü var buna itiraz edecek değilim, ama bu meselenin çözümüne giden ilk adım konuşulabilir bir muhatap bulmaktır. İster silah bırakma eksenli bir arayış olsun isterseniz de kültürel hak taleplerinin korunması amacına matuf olsun hiç fark etmez, ilk iş konuyu anlatmak ve anlamaktır. Birileri bunun daha anlatılacak bir tarafı mı kaldı diye düşünebilir evet, bana göre konunun daha anlatılamamış ve anlaşılamamış pek çok yönü vardır ve muhtemelen de var olmaya devam edecektir. O halde bu konudaki en kritik hazine iletişim kurabilir bir muhatap bulmaktır. Ve bu hazinemiz kayboldu maalesef.
Sırrı Süreyya Önder, yukarıda bahse konu ettiğim kitlenin de onunla muhatap olanların da gerçekliğini en iyi bilen kişiydi. Herkesin duygularını ve reflekslerini, ütopyasını ve gerçekliğini bilen bir insan bulmak sahiden kolay değildir. İnsanı ve hayatı incitmeden yaşayan birisiydi. Çok acılar çekti, çok tecrübeler edindi.
Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz
Malum, Çorlulu Ali Paşa makam sahibi olup eline yetki geçince şiirden de haz etmediği için ilk icraat olarak büyük şair mutasavvıf Urfalı Nabi'nin hem maaşını keser hem de evini yıkar. O da buna karşı, "Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz/Biz neşâtın da gâmın da rüzgârın görmüşüz." (Zaman bağının baharını da gördük güzünü de; Üzerimizden rüzgarları da geçmiştir gam fırtınaları da) ile başlayan o meşhur yedi beyitli gazelini yazar. Onca görüp yaşadıklarına karşı şairane tutumunu devam ettirebilen birisiydi Sırrı Süreyya.
Sırrı Süreyya'yı ilk Beynelmilel filminde gördüm, sonra televizyon ekranlarında ve daha sonra milletvekili seçildiğimde ilk kez Meclis İdare Amiri Salim Uslu'nun odasında rûberû tanıştık. Kadim dostum büyük yazar Muhsin Kızılkaya da vardı. Odaya girince kendine has o meşhur üslubu ve esprili diliyle "Salim abi Kürtlerle yatıp kalkmanın bir bedeli olacaktır velev ki bunlar AKP Kürt'ü de olsa" demişti. Sahiden de o Kürtlerle yol yürümenin bütün bedellerini ödemişti. Ülkede barışı tesis etmek için, onun tekrar aramıza katılması için bir mucize bekledik ama olmadı.
Psikologlar zeka için derler ki, kişinin hayatında ilk kez karşılaştığı engelleri makul ve mümkün olan bir yoldan aşabilmesidir. Anadolu'da da derler ki adamın esas karakteri zorluk zamanında belli olur. Bugün bizim muhatap olduğumuz sorunun, Kürt meselesinin zorluğu çözümsüz olması değildir. Kendisine ezberletilen cümlelerden başka hiçbir fikri olmayan bir kitle ile bu konuyu çözebileceğimize ilişkin umudumuzun olmamasıdır. Bu meseleyi makul ve mümkün olan bir çerçevede konuşacak "marifet" sahibi birisini bulmaya dair umudumuzun olmamasıdır.
Marifet, Anadolu'da oturmasını kalkmasını bilen, nerede ne konuşması gerektiğini hesaba katan, muhatabına ve çevresine hoyrat davranmaktan son derece imtina eden gün görmüş kişilerin vasfı olarak kullanılır. Halk arasında da arife tarif gerekmez derler zaten.
Eğer Kürtler adına siyaset yaptığını iddia eden politik aktörler sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile "marifetsiz" bir husumet içinde olmasalardı bu sorun ta 2010'larda çözülürdü. Tabii onların derdi bu sorunun çözümü değil, ama Sırrı Süreyya'nın böyle bir derdi vardı ve bu çok belliydi. Kızıyla, çocuğuyla ilgilendiği gibi bu sorunla ilgileniyordu. Bu da onun yükünü ağırlaştırdıkça ağırlaştırmıştı. Yüzündeki her bir çizgiden bunu okuyabiliyordunuz. Alnındaki her kırışıklık, bu ülkedeki her bir soruna işaret ederdi. Her bir çizgi hayatın acılarının izini taşırdı. O içinde bulunduğu grubun diğer aktörleri gibi "melankolik" değildi. Acıların hüznünden bir bilgelik ve marifet devşirmişti.
En makul muhatap
Zaman zaman DEM/PKK çizgisindeki seçmenlerin, vasıfsızların onun barış için yürüttüğü çabayı başka mahfiller adına yürüttüğünü dile getirdiklerini herkes gibi o da duyuyordu. Bunları sineye çekecek birisi değildi ama barış için her zaman bir iletişim kanalını açık tutmak adına tüm bu ithamları sineye çekiyordu. Bundan dolayıdır ki Kürt meselesinin çözüm arayışında en makul muhatap oldu her zaman. Sırrı Süreyya dışında DEM/PKK çevrelerinden hiç kimseye ne Tayyip Bey ne Devlet Bey ne de bir başkası bir buçuk-iki saat katlanamaz.
Ez cümle kişisel olarak umudumun çok kırıldığını itiraf etmeliyim. Kürt meselesinin çözüm süreçlerinde şairin de dediği gibi "Her sevinç nöbetinde kusmuk sunuldu bize". Turgut Özal çözüme en yakın olduğu anda vefat etti. Necmettin Erbakan sorunu ele alıp çözüm yolunu açtığı anda, ülkenin güvenliğinden sorumlu olan askerler tarafından post modern bir darbe ile devrildi. Recep Tayyip Erdoğan bu benim meselemdir dediği andan itibaren FETÖ terör örgütünün hedefine girdi ve nihayetinde ülkeyi işgal ve ona da suikast girişiminde bulundular.
Sn. Bahçeli'nin başlattığı "İmralı Süreci"nin asıl aktörü ayrıldı aramızdan, devlet ya da hükümet veyahut da MİT, bu süreci sahiden kimle kırıp dökmeden yürütebilir sizce? Akla gelen en makul kişilerin (Cengiz Çandar ve Mithat Sancar'ın) bile "devrimcilik" ve "akademisyenlik" gibi çözüme ve topluma yabancı iki önemli gediğinin olduğunu görmek için kişilik analisti olmaya hacet yok. Bundan sonra İmralı Süreci Ahmet Türk ile mi yürütülecek? Sırrı Sakık ile mi, Meral Danış Beştaş ile mi Ömer Faruk Gergerlioğlu ile mi, Ömer Öcalan ile mi ya da Ferit Şenyaşar ile mi yürütülecek? Kürtlerin/DEM'in oyları ile meclise giren kindar devrimcilerle mi yürütülecek? Bana göre Sırrı Süreyya'dan sonra elde sadece Pervin Hanım kaldı.
Zamanın ruhuna uyan, Anadolu marifetine sahip, ülkeye huzur ve barış gelsin diye uykusu kaçan yeni bir kişi bulmak bu mümbit topraklar için zor değil biliyorum ama onu bulana kadar geçen süre ve onun edineceği deneyimi kazanana kadar geçecek olan süre bizi bu yükün altında boğ abilir.