Sisi'nin Bağdat ziyareti ve Alternatif Arap Bloku

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi
3.07.2021

27 Haziran'da Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi'nin Bağdat'ı ziyaret etmesi yeni bölgesel düzen arayışları konusunda hem bölgesel hem de küresel aktörlerin güçlü bir motivasyona sahip olduğunu ortaya koyuyor.


Sisi'nin Bağdat ziyareti ve Alternatif Arap Bloku

Orta Doğu bölgesi Haziran ayının sonlarına doğru önemli gelişmelere sahne oldu. ABD'nin, ülkenin yönetimini Taliban rejimine bırakma pahasına, Afganistan'dan çekilmeyi hızlandırmasıyla Taliban tarafından kontrol edilen alanların genişlemesi ve Yemen Özel Temsilcisi Tim Lenderking'in Husileri meşru bir aktör olarak tanımlayan sözleri... Tüm bunlara ilaveten 27 Haziran'da Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi'nin Bağdat'ı ziyaret etmesi yeni bölgesel düzen arayışları konusunda hem bölgesel hem de küresel aktörlerin güçlü bir motivasyona sahip olduğunu ortaya koyuyor.

30 yılın ardından

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin tarihi Bağdat ziyareti son iki yıldan beri oluşum aşamasındaki alternatif Arap Blokunun daha güçlü bir ivme yakalamış olması açısından büyük önem taşıyor. Çünkü son otuz yıldan bu yana ilk defa bir Mısır Cumhurbaşkanı Bağdat'ı ziyaret ediyor. Irak ve Mısır'ın Arap dünyasının liderliği konusunda eskiye dayanan rekabetleri bu ziyareti daha da anlamlı hale getiriyor. Ürdün Kralı Abdullah'ın da Irak, Mısır ve Ürdün liderleri arasında düzenlenen bu üçlü zirveye katılması alternatif Arap Bloku projesinin daha güçlü bir şekilde dile getirilmesine yol açtı. Üç ülkenin de son dönemde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkelerinin Arap dünyasının lideri gibi davranmasından ve bölgede her üç ülkenin çıkarlarını görmezden gelmesinden büyük rahatsızlık duyduğu bilinen bir gerçekti.

Yakınlaşmanın sebepleri

Bu ülkelerin yakınlaşmasına yol açan temel motivasyon, BAE-Suudi ekseninin son dönemde takip ettiği politikaların Mısır, Ürdün ve Irak'ın ulusal çıkarları açısından ortaya çıkardığı büyük maliyettir. Çünkü BAE-Suudi ekseni uzun süredir Arap dünyasının lideri gibi davranıyor ve bölgedeki önemli aktörlerin ulusal çıkarlarını ve güvenlik endişelerini dikkate almıyor.

Irak açısından temel sorun ülkede güvenlik ve istikrarı sağlamak, otuz yılı aşkın bir süredir aralıklarla devam eden savaş ve çatışmaların yol açtığı yıkıma son vermektir. Özellikle son dönemde İran ile BAE-Suudi ekseni arasında devam eden vekalet savaşının önemli ölçüde Irak topraklarında gerçekleşiyor olması, bu ülkenin bir türlü istikrara kavuşamamasının en önemli nedenlerinden biri olarak görülebilir. Aynı zamanda ülkede artan İran nüfuzu hem yönetim kademesinde hem de halk nezdinde ciddi bir rahatsızlığa yol açmış durumda.

Mevcut Irak başbakanı Mustafa Kazımi, ülkesini vekalet savaşı arenası olmaktan çıkarmak, İran'ın ülkede artan nüfuzunu dengelemek ve ülkesini ekonomik olarak kalkındırmak için Mısır ve Ürdün ile yakınlaşma politikasını önemsiyor. Mısır ve Ürdün ile yakınlaşmak Irak'ın imarı ve kalkınması için önemli avantajlar sağlayabilir. Ülkenin yeniden imarında Mısırlı inşaat firmalarının oynaması beklenen rol her iki ülke açısından karlı bir sonuca yol açacaktır. Yine bu yakınlaşma politikası Irak'a, petrolünü Ürdün üzerinden ihraç etmek için önemli bir fırsat sunabilir. Irak, tarihi boyunca hidrokarbon kaynaklarını ihraç etmek için güvenli bir güzergah arayışı içinde oldu. Basra Körfezi'nde derin su limanları yapacak bir kıyı şeridinin yokluğu ve Şattülarap suyolunu İran ile paylaşmak zorunda kalması, Irak'ın hidrokarbon kaynaklarını ihraç etme sürecinde karşı karşıya kaldığı en önemli zorlukların sebebini teşkil ediyor. Kazımi yönetiminin Irak'ın imarında ve ekonomik kalkınmasında petrol gelirlerini artırmayı önemli bir gündem olarak kabul etmesi güvenli ihraç güzergahları arayışını zorluyor. Nitekim Irak, Basra'da çıkacak petrolü, bin 700 kilometre uzunluğundaki petrol boru hattıyla Ürdün'ün Akabe Körfezi'ne uzatmayı ve bu hat üzerinden günlük bir milyon varil petrol ihraç etmeyi planlıyor.

Ürdün'ün dışlanması

Ürdün açısından en önemli sorun BAE-Suudi eksenin son dönemde İsrail'le 'normalleşme' politikası adı altında Ürdün'ü Filistin meselesinden dışlamasıdır. Çünkü Körfez ülkelerinin İsrail'le normalleşme anlaşmaları sonrası Ürdün'ün Filistin meselesindeki önemi önemli ölçüde zayıfladı. Hatta son aylarda Ürdün'ün Filistin'deki uluslararası anlaşmalar ile belirlenen haklarının BAE'ye devredileceği yazılıp çizilmeye başlandı. 1994 yılında Ürdün ile İsrail arasında imzalanan "Vadi Arabe" Anlaşması uyarınca Ürdün, Kudüs'teki din işleri denetleme hakkını elde etmişti. Bu anlaşma gereği Ürdün Kudüs'teki dini işlerden sorumlu ülke olarak kabul edildi. Yine 2013'te Ürdün Kralı Abdullah ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas arasında imzalanan anlaşmaya göre Kudüs ve oradaki kutsal mekanların savunulması ve vesayet hakkı Ürdün'e verilmişti.

Ürdün'ün Filistin meselesinden dışlanması hem uluslararası arenada ülkenin diplomatik önemini azaltarak hem de iç politikada yönetimin meşruiyetini zayıflatarak ülke ulusal çıkarlarına zarar veriyor. Ürdün İsrail'in güvenliğinde ve Filistin meselesinde sahip olduğu avantajlar sebebiyle, İsrail'den sonra, ABD'den kişi başına en yüksek mali yardım alan ülkedir. Yine nüfusunun çok büyük bir kesiminin Filistinli mültecilerden oluşuyor olması rejimin içerideki meşruiyetini Filistin meselesinde takip ettiği politikaya şiddetli bir biçimde bağımlı kılıyor. Körfez-İsrail normalleşmesi sonrası Filistin meselesinde ve İsrail'in güvenliğindeki azalan rolleri Ürdün'ün hem Batı'daki önemini azaltarak hem de içerideki meşruiyetini zayıflatarak ulusal çıkarlarına zarar veriyor. Ayrıca Suudi Arabistan yönetiminin Kızıldeniz'de kurmayı planladığı büyük turizm kenti (NEOM) projesi, ekonomisi önemli ölçüde turizm gelirlerine bağlı olan ülkede turizm gelirlerinin ciddi manada azalmasına yol açacaktır.

Son dönemde BAE-Suudi ekseninin takip ettiği iddialı ve maceracı politikalardan en büyük zararı gören ülke hiç şüphesiz Mısır'dır. Mısır bu süreçte, içeride yaşadığı istikrarsızlık ve BAE-Suudi ekseninin Arap dünyasına liderlik iddiasıyla yürüttüğü iddialı ve maceracı politikalar ile önemli ölçüde zayıfladı. Bugün Mısır'ın hem iç politikada hem de dış politikada karşı karşıya kaldığı önemli zorluklar bu sürecin dolaylı bir sonucudur.

BAE-Suudi ekseni son dönemde takip ettiği politikalarla Arap dünyasının geleneksel demografik/askeri/entelektüel/kültürel merkezi olarak kabul edilen Mısır'ın ulusal çıkarlarına ve güvenlik hassasiyetlerine gereken önemi göstermediğini ortaya koydu. Bu durumun Kahire'de ciddi bir rahatsızlığa yol açması gayet tabiidir. Bu rahatsızlığın temelde birkaç sebebi bulunuyor.

Turizm çekişmesi

Körfez ülkelerinin son dönemde benimsediği ekonomide yerli istihdamı teşvik politikaları sayıları yaklaşık üç milyonu bulan ve her yıl ülkesine otuz milyar dolar (bu rakam Mısır milli gelirinin yaklaşık 1/10'una tekabül eder) civarında işçi dövizi gönderen Mısırlı işçilerin istihdamını ve Mısır'a akan milyarlarca dolarlık işçi dövizlerini tehdit ediyor. Suudilerin Kızıldeniz'e inşa etmeye başladıkları ve kısa süre sonra bitmesi planlanan devasa turizm kenti yıllık on milyar dolar civarında turizm geliri elde eden Mısır'ın turizm gelirlerini tehdit ederek ülkeyi ekonomik zarara uğratacak bir potansiyel taşıyor. BAE-Suudi eksenin son dönemde Yemen savaşı, Tiran ve Sanafir adalarının devralınması ve bölgeye yeni bir turizm kenti kurma politikalarıyla Kızıldeniz'de geleneksel Mısır nüfuzunu ortadan kaldırmaya çalışıyor olmaları da Kahire yönetimini ciddi anlamda rahatsız ediyor.

BAE-Suudi ekseninin Mısır çıkarlarını önemsemediği başka bir alanda Nil sularının paylaşılması sorunudur. Çünkü Etiyopya'nın inşa ettiği Rönesans Barajı tam kapasite çalıştığında Mısır'ın tüm su ihtiyacının yüzde doksanını karşıladığı Nil suları üzerindeki kullanım haklarını kısıtlayarak ülke ekonomisine ağır bir darbe vuracaktır. Bu süreçte BAE-Suudi ekseni ve İsrail'in perde gerisinde Mısır yerine Etiyopya'yı destekliyor olmaları Kahire'de hayal kırıklığına sebep oluyor.

Mısır'ın rahatsız olduğu diğer bir konu BAE-Suudi ekseninin Süveyş kanalı ve Mısır'ın jeopolitik avantajlarını zayıflatma politikasıdır. Çünkü Körfez-İsrail normalleşmesi sonrası Körfez ülkeleri ve İsrail'in işbirliğinde Kızıldeniz'den başlayarak İsrail üzerinden Akdeniz'e ulaşacak olan Süveyş Kanalı'na alternatif bir suyolu projesi Mısır'ın en önemli jeopolitik avantajı olan Süveyş'in değerini önemsizleştirecek ve ülkenin kanal geçiş gelirlerinde ciddi bir azalmaya yol açacaktır. Tüm bunlara ilaveten Körfez-İsrail normalleşmesiyle Mısır'ın Filistin meselesinde ve İsrail'in güvenliğindeki kritik rolleri zayıflatılmış oldu.

Maceracı politikalar

Her üç ülke de BAE-Suudi ekseninin iddialı ve maceracı politikalarında ve Körfez-İsrail yakınlaşmasında ekonomik, güvenlik ve politik açıdan büyük zarara uğradılar. Her üç ülkenin de bu süreçte içerideki meşruiyetleri ve uluslararası arenadaki diplomatik değeri zayıfladı. İçinde bulunduğumuz süreçte bu olumsuz gelişimlerin farkında olan her üç ülke bölgede kendi ulusal çıkar ve güvenlik endişelerini önemseyen yeni bir denge kurma arayışında. Mısır, Ürdün ve Irak'ın yakınlaşmasıyla oluşabilecek olan alternatif Arap Bloku bir taraftan Arap dünyasında bir bölünmeye yol açabileceği gibi diğer taraftan Arap Baharı süreciyle Riyad-Dubai eksenine kayan Arap dünyasının ağırlık merkezinin yeniden Kahire'ye taşınması sonucunu ortaya çıkarabilecek bir proje. Böylece Mezopotamya'dan Kızıldeniz'e ve Doğu Akdeniz'e ulaşacak yeni bir jeopolitik hat ortaya çıkacaktır.

Alternatif Arap Bloku eğer gerçekleşebilirse askeri, demografik, ekonomik ve entelektüel açıdan Körfez-İsrail ittifakıyla rekabet edebilecek güçte yeni bir ittifak olabilir. Böylece bölgede Tahran-Şam-Hizbullah ittifakı, BAE-Suudi ekseni ve Mısır-Ürdün-Irak ittifakı şeklinde üçlü bir bloklaşmayla karşı karşıya kalabiliriz. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki Körfez-İsrail aksının sahip olduğu avantajlar, Mısır, Ürdün ve Irak'ın, içinde bulunduğumuz dönemde Körfez-İsrail lehine olan bölgesel statükoyu bozacak bir ittifak kurmasını engelleyebilecek güçtedir. Buna ilaveten her üç ülkenin de ekonomi, güvenlik ve dış politika alanında tüm çıkarlarını uzlaştırabilmesinin zorluğu bu ittifakın önündeki önemli engellerden biri olarak sayılabilir.

@DrNecmettinAcar.