Sistem değişimine direnmeli miyiz?

Fatmanur Altun / Marmara Üniv. Öğr. Gör.
28.05.2016

Bugüne dek kadroların tercihleri nedeniyle özgürlükçü ve kalkınmacı bir yöne doğru yumuşak bir şekilde ilerleyen Türkiye toplumu artık daha güçlü atılımlara hazır hale gelmiştir ve bu atılımları karşılayacak yönetsel altyapı maalesef mevcut değildir.


Sistem değişimine direnmeli miyiz?

Hayatta değişmeyen tek şeyin değişim olduğuna dair beylik fakat gerçekliği tam anlamıyla kuşatan bir söz vardır. Gerçekten de insanoğlunun yeryüzündeki macerası değişim karşısında düzen, kaos içinde kozmos arayışıdır bir yönüyle. Değişim, dönüşüm tabiat olaylarından toplumsal, bireysel, siyasal hemen her alanda kaçınılmaz olarak deneyimlediğimiz bir durumdur. Bireylerin ve insan topluluklarının hayatta kalma becerilerinin en ayrılmaz parçalarından biri de söz konusu değişimlere ayak uydurabilme kapasiteleri ile ilişkilidir. Güçlü bireyler ve topluluklar değişimi önceden kestirebilen ve hazırlıklarını ona göre yapanlardır.

Şu var ki insanlar çoğunlukla muhafazakârdır. Düzen kurmak ve istikrar sağlamak son derece zahmetli olduğu için, hâlihazırdaki düzeni değiştirme ihtimali olan bütün gelişmeleri birer tehdit olarak algılama eğilimindedirler. Ancak değişim, gösterilen bütün dirence rağmen yine de gelir ve kendi gerçekliğini dayatır.  Thomas Kuhn çok ses getiren eseri Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nda (1962), bilim sahasındaki değişim dönüşümlerin de bütünüyle aynı mantık içerisinde cereyan ettiğini açıklamış ve sonraları sosyal bilimler alanında çokça başvurulan bir kavram olan paradigma kavramını ortaya atmıştır. Buna göre bilim insanlarının kahir ekseriyetinin sahip olduğu bakış açısı bilimsel gelişmelerin mahiyetini belirler niteliktedir. Bu bakış açısının dışında şeyler söylemek bilim camiası tarafından şiddetle reddedilir. Ancak gün gelir yapılan deneyler, ortaya çıkarılan bulgular öyle bir noktaya varır ki hakim olan görüş yani paradigma devrimsel biçimde terk edilerek yerini yeni bir paradigmaya bırakmak zorunda kalır.

Sağlıklı akışın tayini

Bu durumun toplumsal ve siyasal karşılığı devrimsel dönüşümlerdir. Tıpkı insanlar gibi toplumlar da tarihin belli dönemlerinde belli kavşak noktalarına gelirler. Toplumların değişime dair taleplerinin zirvede olduğu ve devrimsel dönüşüm dalgasının emarelerinin yavaş yavaş birikmeye başladığı görülür.  Devrimsel dönüşümlerin şafağı olan bu kavşaklarda toplumların gideceği yön ön kestirilebildiğinde ve değişime direnmeyen, sağlıklı bir akış tayin edilebildiğinde şiddetsiz ve yumuşak bir paradigma değişimi gerçekleşir. Kurulu düzenin sahipleri tarafından değişime direnç gösterildiğinde ise sert ve kimi zaman şiddet içeren dönüşümler meydana gelebilir. Bir üçüncü ihtimal ise toplumların on yıllarca yıl süren bir kaosun içine düşmesidir. Zira eski hal geri getirilemeyecek kadar köhnemiş, toplumsal talepler birikmiş, yeni duruma uygun bir öneri ise getirilememiştir. Bugün Ortadoğu coğrafyasını kasıp kavuran kaos hali bu durumun en canlı örneğidir. Toplumların biriken taleplerine doğal olmayan yollardan müdahale edilerek değişim dalgasının önünün alınmaya çalışılması yüzünden bugün Ortadoğu’da ne eski düzen varlığını koruyabilmiş ne de yeni bir düzen tesis edilebilmiştir. Türkiye böylesi bir devrimsel dönüşümün şafağında, önemli bir kavşak noktasında bulunmaktadır.  Son iki yüzyılı ağır yenilgiler içinde geçiren bir toplumun artık içinde bulunduğu paradigmayı değiştirme ve yeni bir hayat biçimine doğru yol alma isteği had safhaya ulaşmıştır. Tarihin bu kritik eşiğinde Türkiye gibi bir ülkenin sahip olduğu en büyük avantaj değişime açık kadrolar tarafından yönetiliyor olmasıdır. Son 14 yılda Türkiye’de pek çok sosyal bilimcinin teslim ettiği gibi sessiz bir devrim gerçekleşmiştir. Bu devrimin yumuşak seyretmesinin nedeni toplumun taleplerini ve gidişatını gören kadroların değişimin sosyal ve hukuki zeminini döşeyerek topluma sağlıklı bir akış içinde değişimi karşılama fırsatı vermiş olmalarıdır.

Geldiğimiz noktada Türkiye’deki yönetsel yapısının toplumun süregiden ve giderek şiddetlenen değişim talebine cevap verecek hukuki yükü artık taşıyamaz hale geldiği görülmektedir. Bugüne dek kadroların tercihleri nedeniyle özgürlükçü ve kalkınmacı bir yöne doğru yumuşak bir şekilde ilerleyen Türkiye toplumu artık daha güçlü atılımlara hazır hale gelmiştir ve bu atılımları karşılayacak yönetsel altyapı maalesef mevcut değildir. Karşı karşıya kaldığımız başkanlık tartışmasının toplumun atılım ve değişme yönündeki taleplerinden bağımsız olarak değerlendirilmesi ve yalnızca kişi endeksli bir gündeme hapsedilmesi Türkiye’nin son 14 yılda kazandığı ivme ve sağlıklı değişim dönüşüm süreci göz önünde bulundurulduğunda büyük bir haksızlıktır.

Kötü niyet göstergesi

Türkiye’de bugün yürürlükte olan sistem kuvvetler ayrılığı ilkesinin tam olarak işlemediği, pek çok vesayet kurumunun sistemi tıkayabildiği, çift başlı ve ne olduğu tam olarak belli olmayan, atalet üreten bir sistemdir. Bu sistemin terkedilmesi için başlatılan tartışmaları, bir kişinin diktatörlük sevdası olarak yansıtmak yerine yürüyen tartışmaya yapıcı katkılar ve önerilerde bulunmak Türkiye toplumun geleceği ile dertlenen bütün kesimlerin sorumluluğu dâhilindedir. Sistem tartışması yapılırken eleştirilerin ve katkıların sunulması varsa endişelerin ifade edilmesi sürecin sağlıklı işlemesini ve maksadın hâsıl olmasını temin etmek için son derece değerlidir. Tartışmaya hiçbir katkı sunmadan, adeta gürültüde boğmaya çalışmak, hele ki yeni bir öneri ortaya koymak şöyle dursun köhnemiş eldeki sistemi yücelterek değişime direnmeye çalışmak en hafif tabirle bir kötü niyet göstergesidir.

[email protected]