Sivil protestolar UCM kararından daha etkili

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş/ Siyaset Bilimci
23.05.2024

UCM'nin vereceği İsrail aleyhindeki bir karar, hiç şüphesiz hukukî açıdan Siyonist rejimin zulmünü, yaptığı haksızlıkları tescilleyecek. Verilecek hüküm, uygulanamasa bile tarihe not düşülmüş olacak. Kararın adeta İsrail'in uluslararası toplum nezdinde dokunulmazlığının kalkması nedeniyle en azından bundan sonrası için caydırıcı bir özellik gösterme ihtimali de bulunuyor. Ancak dünyanın dört yanından İsrail rejimine yükselen sesler, zulmün son bulması için daha etkili olacak.


Sivil protestolar UCM kararından daha etkili

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş/ Siyaset Bilimci

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarından sonra Uluslararası Ceza Mahkemesinde (UCM) Güney Afrika tarafından Siyonist rejime karşı açılan davada geçtiğimiz hafta önemli bir gelişme yaşandı. İddiaları inceleyen UCM Başsavcısı Karim Khan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında "Filistinlilere karşı savaş ve insanlık suçu işlediklerine dair yeterli kanıt bulunduğu" gerekçesiyle tutuklama talebinde bulundu. Diğer taraftan, Başsavcı, İsrailli yetkililerin yanı sıra "savaş suçu işledikleri" gerekçesiyle Hamas'ın siyasî kanadının sorumlusu İsmail Haniye, Gazze Şeridi'ndeki lideri Yahya Sinvar'ın yanı sıra ve Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın komutanı Muhammed El Masri'nin de yakalanarak tutuklanmasını istedi. Aslında bu talep, İsrailli yöneticiler için istenen tedbire karşı ABD başta olmak üzere Batı ülkeleri tarafından yükselecek tepkilere karşı ön alma girişimi şeklinde görülebilir.

UCM Başsavcısı, 7 Ekim'den sonra İsrail'in, saldırıları aracılığıyla Gazzelileri kasten açlığa ve zalimane muameleye tabi tuttuğunu dile getirdi. Bunun yanında, Başsavcı Khan, İsrail'in eylemlerinin kendi yargı alanlarında bulunan "insanlığa karşı suç" kapsamında olduğunu ve Filistinli nüfusa karşı sistematik bir hâl kazandığını söyledi. Buradan hareketle kararların alınmasında ve uygulanmasında doğrudan sorumluluğu bulunan Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama tedbiri istendi. Elbette alınan karar, en azından İsrail rejiminin insanlık dışı suçlarının uluslararası kamuoyunun dikkatine sunulması nedeniyle sembolik açıdan önemli. Ancak devam eden yargılama sürecinin her aşamasında ihtiyatın elden bırakılmaması önem taşıyor. Bu noktada, öncelikle başsavcının henüz talepte bulunduğunu hatırda tutulmalı. İlk aşamada, Mahkemenin savcılığın talebini uygun bularak adı geçen kişiler hakkında tutuklama kararı vermesi ve bunu Statüye taraf olan devletlere tebliğ etmesi gerekiyor. UCM'nin kendisine ait kolluk kuvveti olmadığına göre bu talebin hayata geçmesi için Roma Statüsüne taraf devletlerin adım atmasına ihtiyaç duyuluyor.

İsrail, Roma Statüsüne taraf olmadığı gibi en baştan itibaren aleyhinde açılan davada UCM kararlarını da tanımayacağını açıkladı. Dolayısıyla kolaylıkla görülebileceği üzere İsrail için Mahkemenin verdiği ve vereceği kararların etki gücü oldukça sınırlı kalacak. Gerçi bazı Batılı devletler Netanyahu'nun topraklarına adım atması hâlinde UCM kararını uygulayacaklarını, yani kendisini tutuklayacaklarını açıkladılar. Ancak bu durumun İsrail'in hızını kesmeyeceği veya geri adım atmasına yetmeyeceği açıkça görülüyor. Zaten ABD başta olmak üzere diğer pek çok ülke, davanın açıldığı ilk günden itibaren UCM'de yapılan yargılamanın kendileri açısından hiçbir anlam ifade etmediğini açıkladılar. Hatta UCM Başsavcısı Khan, kendisine Batılı bir siyasetçinin bu mahkemeyi Rusya Devlet Başkanı Putin ve bazı Afrikalı liderlerin yargılanması için oluşturduklarını, İsrail'in hedefte olmadığını söylediğini açıkladı. Pek çok kaynakta bu sözün ABD Başkanı Biden tarafından söylendiğine yönelik iddialar dile getirildi. Kısacası UCM'nin İsrail'e yönelik yargılama süreci belirli ülkelerde hayal kırıklığı doğurdu. Bu vesilesiyle bir kez daha insan hakları ve hukuk devleti açısından Batı dünyasının çifte standartlarıyla bir kez daha karşılaşıldı.

Başsavcının talebinde dikkat çeken bir diğer nokta, Hamas yöneticileri Haniye ve El Masri'nin de tutuklanma tehdidi altında olması. Böylesi bir gelişmenin İsrailli yetkililerin tutuklanmasından daha güçlü bir ihtimal olduğu söylenebilir. Hamas'ı zaten terör örgütü olarak kabul eden ülkeler ellerine tutuklama gibi bir fırsat geçtiği taktirde bunu kaçırmak istemeyeceklerdir. Yine aynı şekilde özellikle Haniye'yi diplomatik nedenlerle misafir eden ülkeler üzerinde bir baskı kurulmaya çalışılacağını söylemek mümkün. Buradan hareketle, UCM'den çıkan tutuklama kararının son tahlilde Filistin toplumun aleyhine sonuç üretebilme potansiyeli bulunuyor.

İsrail'in psikolojik baskısı

UCM'de devam eden dava, hukuk yoluyla İsrail zulmüne karşı koymanın bir aracı. Özellikle iç hukukta ceza yargılamasının oldukça etkili ve caydırıcı bir mahiyette olduğu açık. Uluslararası düzlemde ise hukukun yaptırım gücünün oldukça sınırlı kalması nedeniyle bu durum aynı şekilde geçerli değil. Asıl sorun ise Siyonizmin etkisinin uluslararası hukukun görev ve yetki alanını oldukça aşan bir nitelik göstermesi. İsrail, kurulduğu günden itibaren neredeyse tüm insanlık üzerinde psikolojik baskı kurdu. Nazilerin Yahudilere uyguladığı zulmün ve soykırımın faturası adeta tüm dünyaya kesildi. Dünyanın herhangi bir yerindeki sıradan bir insanın İsrail'in politikalarını eleştirmesi antisemitist damgasını yemesi için yeterli oldu. Naziler karşısında Yahudilerin mağduriyeti, sanattan edebiyata hayatın her alanında işlendi. Dünyanın her tarafındaki insanların, Hitler döneminde yaşananları, daha doğrusu hadiselerin Yahudilerle ilgili yönünü öğrenmesi sağlandı. Böylece Yahudi toplumunun mağdur ve mazlum bir halk olarak işgal ettikleri Filistin topraklarını istedikleri gibi yönetmelerinin meşru bir hak olduğu düşüncesi insanların zihnine yerleştirilmeye çalışıldı. Dolayısıyla geçmişteki mazlumluğun zalimliğe dönüşmesi, kurulan kültürel hegemonyanın sağladığı söylem üstünlüğü yoluyla perdelendi. Algı operasyonları devam ederken İsrail devleti de işgal ettiği toprakların sahiplerini aşamalı olarak kendi ülkelerinin dışına attı. Uluslararası kamuoyunun Filistin'de yaşananların gerçek yönünü bilmeleri manipülatif ve dezenformatif bilgiler aracılığıyla hep engellendi. Filistinlilerin Yahudilere topraklarını kendi iradeleriyle sattıkları iddiası, Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında farklı halklara empoze edildi. Böylece insanların zihinlerinde İsrail'in yaşanan savaşta haklı olduğuna dair fikrî tahakküm kuruldu.

Dokunulmazlık duvarı

Dünyanın dört bir yanında İsrail'e karşı sokağa çıkan insanların sesleri her geçen gün daha güçlü şekilde çıkıyor. Her dinden ve milletten vicdanlı insanlar, Filistinlilerin uğradığı zulmün karşısına dikiliyor; aynı zamanda İsrail'e mesafe koyamayan kendi hükümetlerini de eleştiriyor. Giderek daha fazla insanın protesto gösterilerine katılması, İsrail'in öteden beri yaptığı algı operasyonlarının etkisinin azalması sonucunu doğuruyor. Tepkilerin adeta bir çığ etkisi doğurduğu söylenebilir. Etraflarındaki diğer insanların zulüm karşıtı tavırlarından cesaret ve örnek alan çok sayıda kişi gösterilere aktif olarak katılıyor. Burada üniversiteler, sanat çevreleri ve sporcular gibi diğer tanınmış figürlerin Gazze'de yaşanan hadiseleri protesto etmesine ayrı bir parantez açmak lazım. Tabiî ki zulme karşı çıkan tüm insanların onurlu tavırları oldukça kıymetli. Ancak Siyonizm geçmişten itibaren özellikle entelektüel çevreler üzerinde ciddi bir baskı kurdu. Kamuoyu üzerinde etki gücü olan kişiler tarafından İsrail'in uygulamalarının tartışılması özellikle engellendi. Siyonizme ilişkin tüm bilgilerin adeta tek elden yazılmışçasına sunulmasına gayret edildi. Akademisyenler kadar sanat ve edebiyat insanlarının ürettikleri eserlerin de Filistin'de yaşanan hadiselerin gerçek boyutlarını göstermesi engellendi. Mesela Mel Gibson, çektiği, Türkiye'de İsa'nın Çilesi adıyla gösterilen Passion of the Christ filmi nedeniyle Siyonist lobi tarafından adeta linç edildi. Benzer sorunları daha önce Marlon Brando gibi başka oyuncular da yaşamıştı. Buna karşılık, İsrail'in katliamını savunan hiçbir sanatçı ya da ünlü bedel ödemek zorunda kalmadı. Son hadiselerden sonra ise tanınırlığı ve bilinirliği yüksek çok sayıda isim İsrail'in şiddetine karşı açıkça tavır almaktan kaçınmıyor. Böylece İsrail'in yıllardır ördüğü dokunulmazlık duvarı yavaş yavaş yıkılıyor.

Öte yandan İsrail'in Siyonist rejimi, kendi halkının da barış, huzur ve güvenlik hakkını elinden alıyor. Sürekli üretilen düşmanlık söylemi aracılığıyla devlet organları ve toplum teyakkuz hâlinde tutuluyor. İnsanlar daimî olarak güvenlik endişesi içinde yaşamaya mahkûm ediliyor. Yalnızca belirli bir kesimin değil, herkesin haklarını ve özgürlüklerini tehdit eden olağanüstü hâl rejimi, İsrail'de artık olağan duruma geldi. İzlenen sert politikalar, sorunun çözümünü değil, tartışılmasını bile imkânsız hâle getiriyor. Bu durum, İsrail toplumunu da bir kıskaca alıyor ve içinde bulundukları şartların değişmeyeceği yönünde bir düşüncesinin doğmasına neden oluyor. Böylece etnik kimliği, dinî ya da inancı fark etmeksizin insanların normal hayatlar yaşama imkanları ellerinden alınıyor.

UCM'nin vereceği İsrail aleyhindeki bir karar, hiç şüphesiz hukukî açıdan Siyonist rejimin zulmünü, yaptığı haksızlıkları tescilleyecek. Verilecek hüküm, uygulanamasa bile tarihe not düşülmüş olacak. Kararın adeta İsrail'in uluslararası toplum nezdinde dokunulmazlığının kalkması nedeniyle en azından bundan sonrası için caydırıcı bir özellik gösterme ihtimali de bulunuyor. Ancak dünyanın dört yanından İsrail rejimine yükselen sesler, zulmün son bulması için daha etkili olacak. Protestolar, kendi kamuoylarından gördükleri baskı nedeniyle hükümetlerin politikalarını değiştirmelerine de yol açacak. Toplumda rol model olarak beliren kişilerin tavrı, diğer insanların da yaklaşımlarını kaçınılmaz şekilde etkiliyor. Nitekim yukarıda değindiğimiz gibi kamuoyunu etkileme gücü daha fazla olan kimselerin tavrı bile Siyonistlerin kurduğu hegemonyanın ortadan kalkmaya başladığını gösteriyor. Siyonist rejim, dozunu iyice artırdığı şiddet eylemleriyle dünyadaki tüm vicdanlı insanları karşısına alıyor. Elbette İsrail'in karanlık hedeflerine ulaşmasını engelleyen asıl etmen, Gazze halkı başta olmak üzere tüm Filistinlilerin onurlu direnişi. Onlar, kendi topraklarından vazgeçmedikçe İsrail hiçbir zaman bu topraklarda istediği sonuçları elde edemeyecek.